3

Mayıslar’a Mayıs’ta Gidilir Mi ?

Mayıslar Mağarası, Eskişehir, 27–29 Mayıs 2022

Geziye Katılanlar: Bülent Efe Temür, Anıl Alyanak, M.Enes Avukat,  İpek Cerrahoğlu, Tarık Doğan, Talha Acar, Oğuzhan Altıntaş, Buse Bomin, Ceyda Akın, Fatih Akbal, Ömer Lütfü Karakelle, İrem Canbazoğlu, Kübra Duymuş, Eren Aytaç, İlayda Apaydın, Mert Erişen, Oğuz Ege Saraoğlu, Arda Yapıcı.

Önceki her gezi gibi bu gezinin de hikayesi elbette kulüp odasında başladı. Akşam 9’da kalkması planlanlanan servisimiz için kulübe 6 civarında vardığımda malzeme çantalama işlemleri bitmişti bile. Bu yılki diğer tüm gezilere kıyasla bu sefer küçük bir ekip ile gidecektik. Güneşli bir gündü ve camın önündeki kırık bankta hararetli bir şift planlaması yapılıyordu. Yancı olduğumuzu öğrendikten sonra içeride Tarık’la bir yandan camdan planlamayı dinliyor bir yandan da gezi maaliyetinin fazlalığından bahsediyorduk (Benzin fiyatları İTÜ mağaracılarını fena vurmuştu).

Gidiş saatimiz yaklaştıkça malzemelerin hepsini Efe’nin sonsuz kapasiteli aracına yüklemeyi başardık, zira servisin bizi kampa uzak bir noktada indirme riski söz konusuydu. Bizler de küçük servisimize sığarak yola koyulduk.

Serviste şift planları açıklanmaya başlandı, Döşeme + 4 şift + Toplama yapılacaktı, benim de gireceğim toplama şiftinin ise büyük ihtimalle pazara sarkacağı konuşuluyordu. Bu durum benim kamptan erken ayrılma planlarımı bozuyor ama yapacak başka da bir şey yoktu. Zaten toplama şiftinin akıbeti sonraları daha çook konuşulacaktı.

Önceki gezi raporları gösteriyor ki her şift mağarada beşer saat kalmış. 3 inişli dikey bir mağarada şiftlerin bu kadar uzun sürmesi mağaraya dair merakımı daha da arttırmıştı.

Serviste yanımda oturan Arda ile konuştuğumda, mağaradan örnek toplama planlarından bahsetti, birlikte araştırma yürüttüğü ekip arkadaşları fosil bir mağara olduğu için buna değer olmayacağını söyleseler de o bu konuda kararlıydı.

Servis gece kamp alanının dibine kadar çıkmayı başardı, bugüne kadar gördüğüm en sorunsuz ulaşımdı. Hızlı bir şekilde malzeme çadırı kuruldu, Efe ile Anıl döşemeye girmek üzere hazırlanırken bir yandan da gidiş yoluna reflektörleri yerleştirmek için GPS’e mağaranın konumu giriliyordu.

Sabah ”Anıl mağarada bekliyor, 1. şift hazırlanıp hemen çıksın”  sesleriyle uyanıyorum.

Hava fazlasıyla sıcak, metal tabağım tutulamayacak kadar ısınıyor. Biraz olsun gölgelik yaratması umuduyla küçük tentemizi geriyoruz fakat nafile.

Kamp alanında terliğime ve tabureme ihtiyacım var, ancak elbette ki en çok ihtiyaç duyulacaklar kamplara getirilmezler. Tarık, Anıl ve benim ihtiyaç duyduğumuz bir diğer kritik şey de kahve. Piknik tüpümüz bitmiş, kahvemiz ise elimizdeki ekipman için fazla ince çekilmişti ancak beni hiç üzmeyen demliğim tüm bunlara rağmen o kahveyi bir şekilde demlemeyi başardı. O gerçek bir yoldaş.

Saat 11.00

1. şift hala mağarada, güneş tepemizde, sıcak yüzümüzü yakıyor, ve kamp çok ama çok sessiz, tüm bunlar kesinlikle iyi birer kombinasyon oluşturmuyor. Neyse ki yer yer internet çekiyor ve ben kamptan erken dönmeme gerek kalmadığını öğrenip biraz olsun rahatlıyorum.

Saat 12.19

Anıl uzaklardan sarı tulumuyla aniden belirerek sessizliğimizi bozuyor, ilk şift çıkmış bile. Sıra benim şiftimde.

Güneşin altında yün içliklerle yokuş yukarı mağaraya yürümek hiç keyifli değil, 20 dakikada mağara ağzına varıyoruz, mağaranın soğuk esintisi hepimize çok iyi geliyor. Dağın tepesinde yabani otların sardığı bu yamaçta bu deliği kim görmüş de bu mağarayı bulmuş merak ediyorum.


Mağaranın yatay girişindeki delikten içeri aşağı doğru inmeye başlıyoruz, gittikçe içerisi daha da genişliyor, ilk inişe gelene kadar gün ışığını tam olarak kaybetmiyoruz. Görece kısa olmasına rağmen bu iniş için gerçekten de etkileyici denebilir, ipte ilerledikçe mağaranın iç hacmi daha da anlaşılır hale geliyor. Dağ sanki bir noktada aniden yarılmış ve biz onun içine doğru ilerliyormuşuz gibi. İnişten biraz sonra ileride yine ortadan yarılmış hissiyatı veren bir yan kol ve altında da göl olduğunu görüyoruz, attığımız taşın sesinden anlaşılıyor ki öyle pek sığ da değil, ama ne yazık ki o tarafa geçmeden yolumuza bundan sonra pek de sıradışı bir şey görmemek üzere devam ediyoruz.

Mağaradan ilk Efe çıkıyor, hızla kestirme ama daha dik bir rotadan kampa doğru gidiyor, ben de şift ile birlikte telsizi alarak yola koyuluyorum.

Kampa vardığımızda bu mağaranın bu zamanda gelmeye değer olup olmadığı ile ilgili şüphelerim devam ediyor, zira hava hala daha bunaltıcı bir sıcaklıkta ve açıkçası ben çok ama çok mutsuzum.

Birtakım uğraşlar sonucunda Efe’yi arabayla şifalı su denen çeşmeye gitmeye ikna etmeyi başarıyoruz. Çeşmeye giden yol dağın yamacındaki virajlardan geçiyor, güneş batmaya yakın tüm kızıllığıyla manzarayı daha da güzelleştiriyor. Doğanın her zamanki güzelliği mutsuzluğumu biraz olsun dağıtmaya yetiyor. Çeşmeden akan buz gibi su bana Kemaliye’yi hatırlatıyor. Su dolumu ve kısa bir temizlik seansından sonra teker dönüyor. Vücudum artık serin ve rüzgarı hissederken bir yandan da arabada Sweet Home Alabama çalıyor. Gökyüzü hala kızıl, galiba mutluyum.

Kampa vardığımzda 3. şift hala mağaradaydı, daha 4.şift ve sonrasında da toplama ekibi mağaraya girecekti. Ekipteki hiç kimse toplamanın pazara sarkmasını, kavurucu güneş altında tekrardan mağara gidip gelmeyi istemiyordu.

Hepimiz gece girip kurtarma saatini sabaha karşı vermeye tam anlaşmıştık ki, Menes ve Efe son şift ile toplamayı aynı anda sokma fikri ile yoğun bir heyecana kapıldılar, ama çözmeleri gereken çok önemli bir problem vardı.

Problem 1: 5 kişilik bir eğitim şifti ile 4 kişilik bir toplama şiftini (1 kişi her iki şiftte de yer almak üzere) elimizde bulunan toplam 7 set ile aynı anda mağaraya nasıl sokabiliriz?  

İlk başta karmaşık gözüken bu problem, sorun çözmeyi hobi haline getirmiş bir ekip için önemsizdi. Hararetli fikir alışverişlerinin sonunda mükemmel bir planlama ile çözümü bulmuşlardı ki tüm bu planlamanın çöp olmasına sebebiyet veren ufak ama çok önemli bir detayı unuttuklarını fark ettiler.

Problem 2:  8 farklı mağaracı 7 kask ile aynı anda mağaraya nasıl girebilir?

Bu sorunun cevabını bulmak ise saniyeler bile almadı, cevap asla ama asla girememeleriydi.

Tam da bu noktada aslında temel problemimizin soruyu yanlış sormamızdan kaynaklandığını fark ettik. Bizi çözüme kavuşturacak doğru soru aslında şuydu:

Problem 3: Toplama yapma arzusuyla yanıp tutuşan 4 mağaracı mağarada ve mağara ağzında uzun bekleyişlere ne kadar hazırlıklıydı?

Saat 22.30, toplama ekibi olarak son eğitim şifti ile birlikte mağaraya girmek üzere kamptan ayrılıyoruz. Güneşin yakıcılığı yok artık. Karanlığın ortasında tek sıra yürüyen kafa lambalı mağaracıların görüntüsü benim için fazlasıyla ilgi çekici. Gece şiftleri bana hep daha keyifli gelmiştir. Sanki zaman genişliyor ve acele etmeye hiç lüzum yokmuş gibi. Mağaranın içi de dışı da, sanki her yer daha sessiz, daha huzurluymuş gibi.

Mağara ağzına geldiğimizde Tarık’ı kahvesi, müziği ve alüminyum battaniyesi ile baş başa bırakarak mağaraya girmeye başlıyoruz. Onu bir sonraki görüşüm 2 buçuk saat sonra olacaktı.

Mağaranın döşenen son yerine kadar iniyorum, daha önceleri de toplama yapmış olmama rağmen bu sefer ilk defa bir takıl-geç topluyorum. 2. İnişten yukarı doğru çıkarken Tarık’ın hoparlöründen gelen müziği ve onun eşliğini duyuyorum. Menes ile birlikte beni ve Fatih’i bekliyorlar. Saatlerdir defalarca tekrarlanan playlist’ten sıkılmasına rağmen bir de biz dinleyelim diye müziği tekrardan açıyor. 1. İnişin başına cumarlıyorum. Neredeyse mağaranın giriş ağzındayız, ancak gecenin zifiri karanlığı ve soğuğundan dolayı hiçbirimiz mağaranın çıkışında gibi hissetmiyoruz. Hepimiz çok yorgunuz. Tarık önümüzde toplamayı bitirmekle uğraşıyor, bizler de lambalarımızı kapatmış karanlığa ve tek ışık kaynağı olan Tarık’a bakıyoruz. Bir süre sonra etrafımdan faili meçhul birtakım horlama sesleri geliyor.

Saat 05.00, mağaradan çıkıyoruz, yol boyunca yerleştirilmiş reflektörleri de toplayarak kamp alanına doğru gidiyoruz. Kampa vardıktan kısa bir süre sonra gökyüzü herkesin fazlasıyla aşina olduğuna inandığım  “sıçtın mavisine” bürünüyor. Tüm yorgunluğumuza rağmen hepimize sıcak bir çay, gün doğumu ve dost muhabbeti daha cazip gelmiş olacak ki kimse yatmaya gitmiyor.

Gün içinde kendime defalarca sorduğum soru zihnimde tekrardan beliriyor, Mayıslar’a Mayıs’ta gelmeye değer mi?

Hangi tarihte burası daha güzeldir ya da bu zamanda başka yere gidilir miydi soruları benim için hala daha birer muamma ama galiba günün sonunda mağaraya girmiş olmak bir şekilde hep değiyor.

Ekipler:

28 Mart 2022

  • Döşeme Ekibi: Bülent Efe Temür, Anıl Alyanak (5.10-8.00) Kutarma Saati: 12.00
  • 1. Ekip: Anıl Alyanak, M. Enes Avukat, Oğuzhan Altıntaş, Kübra Duymuş, Buse Bomin (9.50-12.30) Kurtarma Saati: 17.00
  • 2. Ekip: Bülent Efe Temür, İpek Cerrahoğlu, Ömer L. Karakelle, Arda Yapıcı, İlayda Apaydın (14.00- 17.00) Kurtarma Saati: 19.00
  • 3. Ekip: Anıl Alyanak, Tarık Doğan, Mert Erişen, İrem Canbazoğlu, Talha Acar (17.30- 21.30) Kurtarma Saati: 23.30
  • 4. Ekip: Bülent Efe Temür, M. Enes Avukat, Oğuz Ege Saraoğlu, Ceyda Akın, Eren Aytaç (22.30- 01.55) Kurtarma Saati: 07.00
  • Toplama Ekibi: M. Enes Avukat, İpek Cerrahoğlu, Tarık Doğan, Fatih Akbal (22.30-5.00) Kurtarma Saati: 07.00

Gezi Yazısını Yazan: İpek Cerrahoğlu

Düzenleyen: Beliz Aydın

Cinlikuyu ve Dahası

Cinlikuyu-Parsık, Kocaeli, 15-17 Nisan 2022

Geziye katılanlar: Beliz Aydın, Anıl Alyanak, İbrahim Öğütcü, İrem Kapucuoğlu, Kardelen Nurdoğan, M.Enes Avukat, Eylül Horoz, Bülent Efe Temür, Recep Can Altınbağ, Uzay Atasoy, Tarık Dogan, İpek Cerrahoğlu, Burak Çelikci, Oğuzhan Altıntaş, Arda Yapıcı, Talha Acar, İrem Canbazoğlu, İlayda Apaydın, Mert Erişen, Fatih Mehmet Akbal, Osman Kalkan, Ömer Lütfü Karakelle, Buse Bomin, Edanur Aydoğan, Zeynep Temizel, Ahmet Kemal Arapoğlu, Beyza Uçar, Mehmet Kaan Aktaş, Abdülkadir Koyuncu, Ceyda Akın, Mehmet Demirkıran, Doğan Yetişkin, Bünyamin Özçelik, Gamze Özbay, İlayda Esici, Eren Eraşçı.

CUMA

Soğuk kış günlerinden sonra özlenen baharın gelmesiyle birlikte sıcacık bir cuma günü otobüsün kalkmasına bir saat kala artık tüm hazırlıkları tamamlamış ve beklemeye başlamıştık. Bu sefer sıcacık bir gezi olacak gibi.

Hamburger yemeye gidenler, medde kahve içenler, birbirlerine sihirbazlık numaraları yapanlar vardı. Kaan’ın sihirbazlık numarasına bir sürü kişi iddiayı kaybetti… Sonuçta 7’nin yarısı olmaz demi? Cinlikuyu’nun gizemli hikayesinden bihaber yeni mağaracılar otobüsün kalkmasını sabırsızlıkla bekliyordu.

Son anda vizelerinden vazgeçip okulu uzatanlarla birlikte 37 kişi yola çıktık. Benzinlikte erzak molası verdik de fiyatlar uçmuş, bir Tadelle 10 lira. Müzikli ve sohbetli geçen 2.5 saatlik  sıkıntısız yolculuğun ardından Enes’in ‘’Bu sefer sorunsuz geldik, 15 dakikaya kamp alanına varacağız.’’ demesiyle inmeye hazırlanıyorduk.

Taa ki…

Otobüs yanlış yöne sapıp çıkmaz kapalı bir yola girdi ve sıkıştı. Koca aracın köy yollarından geri dönüşü biraz zorlu olacağa benziyordu. 6-7 mağaracı kafa lambalarını takıp otobüsün arkasını aydınlattı ve şoförün yolu görmesini sağladı. Acaba cinli teyze onu rahatsız etmemizi mi istemiyordu ki yolumuza taş koyuyordu? Taş yerine kurbağa desek daha doğru çünkü köy yolu üzerinde yüzlerce kurbağa vardı. 

Günün sonunda otobüsü cinli teyzenin evinin yanına park edip döşeme ekibi mağaraya gitti, kalan bizler ise çadırları köy evlerinin manzarasına karşı kurup uyuduk.

CUMARTESİ

Saat 08:00’da ufak bir gecikmeyle ekipler mağaraya girmeye başladı. İlk şiftin ekmeğini bol bol çikolata ve fındık ezmesiyle doldurmuştum ama kimse yememiş. İkinci şiftin ekmeğini kim hazırladıysa güzel bir küfür yemiştir çünkü ekmeği keserken çikolata demiş çikolatalı ekmek olmuş, fındık ezmesine gerek bile duyulmamış.

Cinlikuyu’dan yüzeye son bir ip çıkışı kala balkonun orada biraz mola verilmişti ki gökten şıpık diye kurbağa düştü. Kurbağa bizimle beraber olmak için gelmiş olabilir ya da Cinli teyze mağaracıları gözlemlemek için ajanını göndermiştir, kim bilir.

Mağaradan çıktıktan sonra hava sıcacıktı, dolayısıyla giyinip kahvaltıya gelmesi çok rahat oldu. Taşoluk gibi karlı bi geziden sonra çimlerde yatıp yuvarlanıp güneşin tenimizi yakması harika bir histi. Voleybol oynayan insanlar da vardı, müzik eşliğinde hamakta sallanan romantik çiftler de vardı.

Akşam 18:00 şifti için hazırlanacak yemekte soğanlı menemen mi soğansız menemen mi tartışmasından sonuç alınamayınca, mantarlı biberli domatesli sac kavurma yapıldı. Baktılar ki çok güzel gözüküyor, şift gelmeden yemek tükendi. Odunlardan gözleri yakan bir duman çıkıyordu İbrahim’in gözlüğü bunu engelleyebiliyordu ama sadece tek kişiyi koruyordu ama katlanmamız gerekti başka bir ısı kaynağımız yok.

Son ekip de mağaradan çıktı ateş başı kalabalıklaştı, gece yarısı beklenmeye başlandı.

Vakit nihayet gece yarısına geldi, geleneğin devamını sürdürmek üzere Cinli Teyze efsanesi ve paranormal olaylar anlatıldı.

Eğer esrarengiz bir deneyim yaşamak istiyorsanız gece yarısı bir tabak yemeği Cinlikuyu Mağarasının ağzına bırakın ve arkanızı dönüp beklemeye başlayın…

Ekipler:

16 Nisan Cumartesi

Cinlikuyu Mağarası

  • Döşeme Ekibi: Efe, Tarık, İbrahim (02.10-06.00) Kurtarma Saati: 08.00 
  • Anıl, Kardelen, Mert, Burak, Beyza (08.20-10.55) Kurtarma Saati:13.30 
  • İrem, Beliz, Fatih, Talha, İrem C. (09.30-13.20) Kurtarma Saati:15.00 
  • Anıl, Eylül, Zeynep, Arda (11.45-14.40) Kurtarma Saati: 17.00 
  • Efe, Eda, Buse, M. Enes, Ahmet Kemal (14.45-18.10) Kurtarma Saati: 19.30 (Efe Çıkış : 17.20)
  • İrem, İbrahim, İlayda A, Ömer Lütfü, Uzay (16.10-19.25) Kurtarma Saati: 22.00 
  • Recep, M. Enes, Oğuzhan, Osman (19.00-20.50) Kurtarma Saati: 00.00 
  • Toplama Ekibi: Beliz, Tarık, İpek, Kardelen (21.30-00.40) Kurtarma Saati:02.00 

Parsık Mağarası

  • M. Enes, Uzay, Mehmet Kaan, Ceyda, İlayda Esici (09.30-11.25) Kurtarma Saati:14.00 
  • Efe, İpek, Gamze, Eren, Abdulkadir (17.30-19.30) Kurtarma Saati:21.00 

Yazan: Mert Erişen

Düzenleyen: Beliz Aydın

IMG_6994

Çamurlarıyla İnkese

İnkese Mağarası, Şile-Hacıllı istanbul, 26-27 Mart 2022

Geziye Katılanlar: Anıl Alyanak, M.Enes Avukat, Aykut Emre Albayrak, Beliz Aydın, İbrahim Öğütçü, Mehmet Niyazi Karacalar, Kardelen G. Nurdoğan, Özlem Kaya, Bülent Erdem, Ayberk Denli, Selin Erman, Yankı Şahinoğlu, Uğurcan Kurtuluş, Emre Alkım Aydil, Buse Bomin, Fatih Akbal, Hakan Takmaz, Alperen Özkaya, Berke Özkaya, Ömer Yıldız, Eren Aytaç, Bedirhan Karacaoğlu, Emre Çalışan, Seymen Güzelordu, Berk Üstüner, Oğuz Ege Sarıoğlu, Melisa Zeybecik, Oğuzhan Altıntaş, Mehmet Mir Said Elçi, Nehir Güner.

Merhaba! Ben Alperen, 26 Mart 2022 İnkese gezisinin gezi yazısı yazarıyım. Bu diğer gezi yazılarından farklı olabilir çünkü onlara bakmadan yazıyorum bunu. Normalde cuma günü kalkan otobüsümüz bu sefer cumartesi sabahı kalktı. Her şeyi çok hızlı bir şekilde yüklenip hızlıca çıkmayı başarabilmiştik. Diğer gezilere göre daha az kişiyle daha hızlı bir şekilde tamamlamayı başarabildik sanırım. Burada sanırım dedim çünkü sadece 2 geziye katılabildim. İnkese mağarasına doğru yol alırken arada yoldan saptık ve bir iki kere geri geri gelmek zorunda kaldık. Birkaç dakika kaybettik sadece ama bu hiç önemli değildi. Herkes cana yakın ve birbiriyle samimiydi. Belli süre sonra benzincide tam 10 dakikalık bir mola verdik. Yine sanırım az kişi olduğumuzdan otobüse herkes tam saatinde ve planlı şekilde geldi. Böylece her şey tıkırında yola devam ettik. Son olarak ekmekleri almak için köyde durduk ve bir bakkaldan ekmek aldık.

Otobüs devam ederken yolda tilki gördük ve çok tatlıydı. Bildiğim kadarıyla tilkiler çekingen hayvanlar ve sanırsam ki bu yüzden hemen uzaklaştı. Kamp alanına varmıştık ama daha otobüsten inmemiştik. Şoför bizi biraz daha içe sokmak istese de yağan yağmur yüzünden oluşan çamur buna izin vermedi ve neredeyse otobüs takılıyordu, kıl payı kurtulmuştuk. Herkes malzemeleri yüklendi ve kamp alanının içerisine doğru devam ettik. Maalesef ki kamp alanı traktörlerin yolda bıraktığı çukurdan çadır kurulacak gibi değildi. Biz de geri dönüp otobüsün yakınlarına kamp kurduk(bu alanın da uygun olmadığını tüm kamp alanı çamur deryasına dönünce anlayacaktık -mea, bu yazıya böyle katılacağım). İlk önce yemek çadırı daha sonra malzeme çadırı kuruldu. Daha sonra kendi çadırımı kurmak için ayrıldım.

Çok fazla şey almış gibi hissetsem de her şeye hazırlıklı olmanın verdiği güvenle devam ediyordum. Mağaraya girilecek saatler belliydi ve ben akşam giriyordum o yüzden rahattım(Ben de akşam çıkınca ne kadar üşüyeceğimi kestirmeye çalışıyordum). Çadırı kurduktan sonra yemek yapmaya yardım etmek istedim ama daha ateş yanmamıştı. Ben de yardım ettim ve ateşi yaktık. Sıra yemeğe gelmişti. Ne yazık ki sadece iki tencerem vardı. Bundan dolayı soslu makarna yapmak baya zorlamıştı ama pes etmedim. İlk önce makarnayı yaptık ondan sonra onu tabaklara bölüp, hazırladığım salça kekik yağ karışımını yani sos olacak temel malzemeyi pişirmek için geri döndüm ama barbunya yapıyorlarmış. Benim sosu da salça niyetine kullandık ama daha pes etmemiştim. Barbunyanın bitmesini bekledim ve bir kere daha denedim ve sosu tamamladım. Bu sefer ise başka sıkıntı çıkmıştı. Makarna maalesef hamur olmuştu o yüzden sos o kadar etki etmedi. Sadece makarnayı yenebilir kılmıştı(kılmamıştı, benim kilise makarnam bile daha iyiydi. Sanırım peynir her şeyi düzeltebiliyor).

Bu
sırada mağaradan çıkanların üstü hep çamur haldeydi ve ben de bu yüzden
mağaranın içini çok merak etmiştim. Yavaşça yorulmuş ve bir kenara çekilip
etrafı izliyordum. Bir anda kulübün yeni aldığı balta iki elli balta olmayı
bırakıp yani kırılıp tek elli balta olmuştu. Birileri ben de dahil(ben de dahil
:/) sapını yakmayı düşündük ama iade etmek için yapmamamıı söylendi mantıklı
olarak. Mağaraya girme saatim yaklaşmıştı ben de malzemelerimi kontrol ettim ve
mağaraya gireceğim için heyecanlıydım. Beni çağırdılar ve hazırlan dediler, ben
de giyindim. Tulumu almak için gittiğimde tulum çamur içindeydi. Bu beni daha
da heyecanlandırmıştı çünkü mağara heyecan verici olacak gibi duruyordu ve öyle
de oldu. Malzemelerimizi alıp mağaraya giriyorduk. Grubumuz 6 kişiden
oluşuyordu. Aramızdan sadece 1 kişi mağaraya ilk kez giriyordu o yüzden
devamımız o soğuk suyu çok güzel biliyorduk.

Bu
mağara, girişte ikiye bölünüyordu ilk olarak sola gidip sonra sağa gitmeyi
planlıyorduk. Solda ilerlerken direk eğilip kendimizi suya bıraktık. Bu arada
giriş saatimiz 18’di. İlerlerken hep bu mağarayı Dupnisa mağarası ile
kıyaslıyordum. Biraz ilerledikten sonra anladım ki Dupnisa yürüyüş mağarası
gibiyken İnkese mağarası parkur mağarasıydı ve bence çok eğlenceliydi. Oradan
oraya geçmek, sürünmek, suya batıp çıkmak, bir yerde kaymak hatta mağaraya
giren herkes bilecektir bir tane kolon vardı sürünerek ilerlediğimiz yerde. O
yol bence en eğlenceli yerlerden biriydi. 
Yolda diğer grupla karşılaşmıştık ve onları beklerken etrafı görünür
ışıktan arındırıp saf karanlığa bırakmıştık kendimizi. Bunu ikinci yapışım olsa
da cidden karanlık çok heyecan vericiydi. İlerleyebildiğimiz kadar ilerledik ve
geri dönüş yolunda yemek yemek için durmuştuk. Bu sırada mağaraya ilk kez giren
arkadaşımız yorulduğu için geri dönüp çıkma kararı verdik. Mağaranın diğer
yanını da görmeyi çok isterdim ama önce güvenlik gelir ve bunun için hiç
kimseyi suçlayamazdık. Bunu oradaki herkes biliyordu ve saygı gösterdik.

Mağaradan
çıktığımızda saati hatırlamıyorum ama girerken güneş vardı. Çıkarken ise
gökyüzünü yıldızlar kaplamıştı. O gökyüzü hayatımda gördüğüm en güzel
manzaralardan birisiydi. Ay ve bulutlar olmadığı için gökyüzü o kadar güzel
gözüküyordu ki. Özellikle benim gibi gökyüzüne biraz merakınız varsa cidden
paha biçilemez bir manzaraydı. Ama önceliklerim farklıydı. Hemen tulumumu
çıkarıp ateşe yaklaşmalı ve kurumalıydım. Tulumu çıkardım ve direkt üstümü
değiştirdim. Bizim kulübün yaktığı ateşten yemek aldım ama orası çok kalabalık
olduğu için şoför abinin yaktığı ateşe doğru ilerledim. Orası hem daha sakindi
hem de ısınabiliyordum(Ben de o ateşten yemek alıp bizim ateşte ısındım, hayat
müşterek). Ben ve bir iki kişi hariç herkes diğer ateşte eğlenirken ben burada
ısınabiliyordum. Bu benim için bir sıkıntı değildi çünkü içe dönük bir kişiliğe
sahibim o yüzden ben de kardeşimle sohbet ettim. Aslında o gece biraz yürüyüp
yıldızların tadını çıkarmak istiyordum ama dün uyumamıştım bazı kişisel
sebeplerden ötürü o yüzden çadıra geçtim ve uyku tulumuna girip uyudum.

Bu gezideki en büyük pişmanlığım ise o gökyüzünü detaylı inceleyememekti. Sabah olmuştu. Dün en son mağara girecek olan grup bu sabah girmeye karar vermişti ve bence mantıklıydı(Akşam bana da mantıklı gelmişti ama sabah donarak ıslak içlik ve ıslak tulum giyerken hiç mantıklı gelmedi, bir daha yapmam inş.). Mağaradan çıktıklarında güneş onları ısıtacaktı(Evet o iyiydi). Yine iki ateş yanıktı ve ben ikincisine gitmiştim. Sonradan muhabbet sırasında öğrendim ki akümüz bitmiş. Şansımıza başka bir grup geldi ve onların aküsüyle bizim otobüsün aküsünü doldurmayı denedik ama ikinci otobüs çamura saplandı. Mağaraya girmeyenler olarak otobüsü ite ite oradan kurtardık. Ben direksiyona geçmiştim ve motoru çalıştırmayı deniyordum. Sanırım diğer otobüsün aküsü yeterli olmadı o yüzden aküyü dolduramadık. Belli süre sonra yoldan geçen başka bir aracın yardımıyla aküyü doldurmayı başardık. Son grup da mağaradan çıktıktan sonra yavaşça toplanmaya başladık. Malzeme ve yemek çadırı toplandıktan sonra kendi çöplerimi atmak için çöp poşeti arama macerama tüm çöpleri toplamaya karar vererek devam ettim. Bulduğum tüm çöpleri toplamaya çalıştım ama grubumuz küçük çöpleri yok saymıştı maalesef. Her şeyi hallettikten sonra otobüse bindik ve ben bir kez daha uykuya daldım. Gözümü açtığımda İTÜ’ye giriyorduk ve bence bu mağara cidden çok eğlenceliydi. Umarım SRT eğitimlerimi tamamlayıp diğer mağaralara da gelebilirim(umarım).

Ekipler:

26 Mart 2022

  • Birinci ekip : Kardelen, Yankı, Anıl, Oğuzhan, Selin, Buse (12.00-14.30) Kurtarma saati: 17.00
  • İkinci ekip : Beliz, İbrahim, Ayberk, İpek, Uğurcan, Eren (13.30-16.40) Kurtarma saati: 19.00 Üçüncü ekip : Niyazi, Anıl, Melisa, Emre A., Bedirhan, Said (15.00-17.30) Kurtarma saati: 19.30
  • Dördüncü ekip : M. Enes, İbrahim, Berk, Ömer, Özlem (17.30-19.45) Kurtarma saati: 22.30
  • Beşinci ekip : Aykut, Niyazi, Alperen, Emre, Nehir, Fatih (18.00-20.15) Kurtarma saati: 00.00

17 Mart 2022

  • Altıncı ekip : Kardelen, M. Enes, Hakan, Berke, Seymen, Ege (08.30-11.00) Kurtarma saati: 13.00

Gezi Yazısını Yazan: Alperen
Özkaya

Düzenleyen: M. Enes Avukat

20220320150012_IMG_6249

YOLUNDA GİDEN HER ŞEYİ YOL KENARINDAN İZLİYORUM

Taşoluk Mağarası, Sakarya, 18-20 Mart 2022

Geziye Katılanlar: Beliz Aydın, Eren Kenan, Seyyidi Kerim Parlak, Anıl
Alyanak, İbrahim Öğütçü, Tarık Dogan, Eylül Horoz, Gamze Özbay, Oğuzhan
Altıntaş, Mehmet Mir Said Elçi, Eren Eraşcı, Nehir Güner, Mert Erişen, Hüzeyfe
Burak Arslan, Mehmet Niyazi Karacalar, Dilge Dağ, Ömer Tarık Karaca, Ömer Lütfü
Karakelle, Muhammet Karabulut, İrem Canbazoğlu, Kübra Duymuş, Mehmet
Demirkıran, Osman Kalkan, İlayda Apaydın, Rozelin Kartal, Talha Acar, Edanur
Aydoğan, Mızgin Satılmış, Zeynep Temizel, Damir Farhody, Baraa Yaghi, Berkay
Malgır, Melih Ede, İpek Cerrahoğlu.

On
Sekiz Mart Akşam Saat 19.00

Karlı ve sadece daha fazla karlı bir cuma gününde insanlar kulüp odasına otobüs saatine kadar yavaş yavaş geldiler. Gerekli çantalamalar yapıldı ve kamp malzemeleri ayarlandı. Saymanlar gerekli alışverişi tamamlarken bir önceki Kilise Gezisinden kalan beş kiloluk peynir tenekesinin bozulup bozulmamış olduğu akşamın merak konusu olmuştu. Sonunda Niyazi’nin herkesi ikna eden bilimsel konuşmasıyla yeni alınan peynirlerin iade edilmesine ve hiç açılmamış beş kiloluk peynirin “iyidir iyi” temennileriyle kampta kontrol edilmesine karar verildi. Her şeyden bağımsız arka planda yağan ve daha fazla yağmaya devam eden kar ise akıllardaki “Kamp yeri nasıl olacak?” sorusunu acaba “Kampa varabilecek miyiz?” sorusuna çoktan bırakmıştı. Saat 20.00 de kalkacak otobüsümüze binip yola çıkmayı beklerken dışarda ağır ağır yağan karı izlemek güzeldi.

Aynı akşam 21.30 suları

Otobüsün beklenen saatten geç geleceği anlaşılınca insanlar –doğal olarak- sıkılmaya başlamıştı. Kar ve sıkılmış bir insan güruhu tehlikeli bir kombinasyondur. İnsanlar kulübün dışına pusu kurup dışarı çıkanları avlamaya başladılar. Ben bu durumu pek önemsemeden dışarı çıkarken “Beni nası olsa..” cümlesini tamamlayamadan kafama bir kartopu yedim. Daha sonra pusu kurmuş iki kardeş grup arasında-bir gruba katılıp diğer gruba kartopu atarak- bir iç karışıklık çıkarmaya çalıştım ve sonradan öğrendiğim kadarıyla başarılı da olmuşum. Bu şekilde pusu tayfanın hızı da biraz kesilmiş oldu.

Saat 23.30 u gösterirken..

Saat on bir buçuğa geldiğinde hala okuldan ayrılamamıştık.
Birkaç
saattir ortalıkta
kulaktan kulağa dolaşan “Otobüs 5 dakikaya geliyomuş” söylentisi artık kötü bir
bir mizah ögesi olmaktan öte gidemiyordu. Kulüp odası ve çevresine yayılmış
ceumak ve itümak insancıkları artık “Kamp yerine varabilecek miyiz” de demiyorlardı.
Yeni soru: “Otobüs gerçekten gelecek mi?” ya da Melih in daha naif deyimiyle
“Servisçi bizi kekliyor muydu?”.

Bu esnada keyfimiz aslında çok da kötü değildi çünkü
kulüp odası açıktı ve müzik dinleyip muhabbet ediyorduk. Niyazi’yle karlar içindeki
kamp alanını hayal ediyor ve üstsüz nasıl seksi pozlar verebileceğimiz üzerine
kafa patlatıyorduk.

Gece yarım olmuştu…

Kulüpteki -otobüsün gelmesine- 5 dakika kalan dördüncü
saatimize girdiğimizde geziye gitmek yerine Dilgelerin evine gidip poğaça yapma
fikri hepimize daha cazip gelmeye başlamıştı..

Ve nihayet 00.45

Niyazi acaba geziyi iptal mi etsek düşüncesiyle
diğerleri ile konuşmaya gidiyordu ki bir ses odada patladı: “Otobüs geldi haydi
toparlanın gidiyoruz!”.

Hep birlikte çantaları, malzemeleri hızlıca toparladık.
El birliği ile araca yükledik. Yolu izlemeyi sevdiğim için en öne oturmuştum.
Bu nedenle şu cümlelere kulak misafiri olabildim. Şoför, muavine “Bak elin hala
kanıyor” diyordu ve muavin ise buna  “Kaçtı
o adam. Kaçmasaydı kafa da atacaktım.” şeklinde cevap veriyordu. Şoförlerle ilk
izlenimim diğer gezilere kıyasla görece yakın bir konum olan Sakarya ile
aramızda uzun bir gece olacağı sinyallerini vermişti. Kulak misafiri olduğum
cümleler ise otobüsün geç kalmasına yönelik senaryoları kafamda döndürmeye
yetmişti.

Kenan Eren in –belli ki geç kalmasına neden olan
birtakım sıkıntılı olaylar yaşamış- gergin haldeki şoförlerle kurduğu iyi
iletişim ise ortamı hızla yumuşatmıştı. İTÜ Stadyumunun yanındaki yokuşta araç
kayar gibi olduysa da bu ilk sınavı sıkıntısız atlatabildik.

Yolculuğun geri kalan kısmı ne gibi zorluklara
gebeydi. Bunu göreceğiz…

Sabaha karşı 04.45 gibi

Yolculuğun geri kalan kısmı hiçbir zorluğa gebe değilmiş. Aşırı karlı ve daha fazla karlı yollar üzerinde ayağını frene bir saniyeliğine değdirmeye tenezzül etmeyen -ve agresifliğini üzerinden artık atmış olan- şoförümüz bizi sıkıntısız şekilde kampımıza kadar götürdü. Bu nasıl oldu şaşırmadım desem yalan olur sanırım.

Sabah 5.00

Hayır, aslında öyle olmadı! Erken konuşmuşum. Taşoluk Sapağına gelene kadar aslında her şey yolundaydı. Bu sapakta kampla aramızda son 4 kilometrelik ufak bir rampa kalmıştı. İşte tam bu yolun başında -yerler buz tutmuş halde olduğundan- pati çekmeye başladık ve burada kalakaldık. Konunun ciddiyetine son derece vakıf şoför kendi kendine sesli bir şekilde “Burayı çıkamayız!” dedi ve fakat ekledi “Ama yine de denicem!”. Yolculuğun zor kısmı ise bu dakikadan sonra başladı diyebilirim. Cengâver şoför dayının yokuşu kabak lastiklerle aşma çabası ne yazık ki aracın kayarak yolun kenarındaki su harkına düşmesiyle sonuçlandı. Bir sonraki sahne ise mağaraya girmek hevesiyle İstanbul’dan yola çıkan bir grup gencin kendini Sakarya’da 45 kişilik bir otobüsü karlı bir yolda yokuş yukarı itmeye çalışmasıyla devam etti. Mağaracılıktan öğrendiğimiz birlik ruhunu var gücümüzle 45 kişilik otobüsü kayan zemin üzerinde yokuş yukarı ittirmeye çalışarak göstersek de bir sonuç alamadık. Artık geriye yardım almaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı. Biz de soğuktan korunmak için hemen dibimizdeki camiye sığındık.

Camideki klimaları çalıştırmayı başaramayınca otobüsün daha sıcak olabileceğini tahmin edip otobüse geçtim. Tahminimde yanılmamışım. Yapacak başka bir şey olmadığını anlayınca uyumaya karar verdim. Gürültüye uyandığımda şoför dayı otobüsü yeniden kurtarmaya çalışıyordu. Fakat otobüste anlayamadığım bir gariplik vardı. Daha sonra Kenan Eren in demesiyle anladım ki bu sırada otobüsün ön tarafı 1 metre havaya kalkmış. Bense bunun farkına varmadan dışarıdaki insanların otobüsü videoya almasını merakla seyrediyordum.

Özetleyecek olursak yardıma gelen bir jandarma ekibini ve ardından büyük bir kar tuzlama aracını gördüm. Bir dayı -sağ olsun- yolu tuzlayarak aracın çıkmasına yardımcı oluyordu. Bu Hızır gibi yetişen dayının Niyazi olduğunu ise çok sonra Beliz’in paylaştığı hikâyeden anlamam ilginç bir detaydı.

Gün ışırken köy muhtarının traktörü yardımıyla eşyalar
kamp alanına taşınıyordu. Bu zamana kadar “Artık devam etmesek mi?” diye
onlarca kez kafamızda dönen aynı soruyu son bir kez daha yenerek biz de kamp
alanına yürümeye başladık.

Şimdi bu satırları yazarken çadırımın içindeyim ve
nispeten zor saatleri atlattığımızın farkında olarak mutlu olduğumu
hissedebiliyorum.

12 Mart Cumartesi Sabahı

Kampımızı mağaraya yaklaşık bir buçuk kilometre uzaklıktaki bir hayratın içine kurmuştuk. Her yer bileğe kadar gelen bir kar tabakasıyla kaplıydı. Elbirliği ile tente gerildi, yemek ve malzeme çadırı kuruldu. Kimisi önceki gecenin yorgunluğu ile kendi çadırını kurup çadırına çekilirken (ben de birinci gruptaydım) elini taşın altına sokan diğerleri ise ateş yakmak, yemek yapmak gibi işler ile ilgileniyordu. Eraşçı Eren in iki eliyle birden yumurta kırma becerisini bu esnada geliştirmeye çalışması ise pişireceğimiz yumurtanın biraz kabuklu olmasına ya da yumurtanın kabuksuz fakat tencerenin dışında bir yumurta olmasıyla sonuçlanıyordu. Bir önemli bilgi daha: Niyazi yine haklı çıkmıştı. Dikkatli okuyucuların hatırlayacağı şaibeli peynir tenekesi aklanmıştı. (Yedik).

Kamp alanımız fena olmasa da bir kötü tarafı vardı: Bu
alan biz gelmeden çok önce çoktan sahiplenilmişti. Sahipleri ise köpeklerdi.
Onları kamp alanının içinden asla dışarı atamıyorduk. İşte bu sıralarda Kenan
Eren bir köpek hırlaması duymuş ve sesten ürkerek derinden bir “hoşt!” çekmiş.
Fakat sesin umursamadan devam ettiğini gördüğünde durumu kavramış ki bu bir köpek
hırlaması değil Oğuzhan’ın horlamasıymış (real story).

Kar kampının bir zorluğu ise ıslak odunlardı. Tentenin
altına yaktığımız ateş bizi ısıttığı kadar tütsülüyordu da. Ben ve gördüğüm
kadarıyla başka birkaç kişi daha bu sebepten biraz ateşe yanaşıp, ısınıp biraz
da rahatça nefes almak için ateşten uzaklaşarak optimum şartlar içinde bir
denge yörüngesi yakalamaya çalışıyorduk. Isınmak isteyen nice gencin gözleri bu
yolda helak oldular.

Ve mağara

Taşoluk Mağarasına daha önce girmemiştim. Sulu bir
mağara olduğunu eskilerden duymuştum. Bu da eğer ilk şiftle girmiyorsam büyük
olasılıkla ıslak bir tulum giyeceğim anlamına geliyordu. Karlı ve soğuk bir
havada bir buçuk kilometreyi ıslak bir tulumla yürüyecektik. Ben de bu tatsız
gerçeği kabullenmek için çadırıma çekilerek bir süre müzik dinleyerek
-kendimce- bir çeşit terapi uyguladım. Ve çadırdan çıktığımda artık kendimi
hazır hissediyordum.

Mağaranın hemen başlarında çenemize kadar suya girmemizi
gerektiren kısım bence en zor yeriydi (mental bir zorluktan bahsediyorum). Suya
girme psikolojisini burada aştıktan sonra devam etmek daha kolay oldu. Mağara
içinde önceki mağaralarımda görmediğim kadar çok yarasa görmek de (uyuyorlardı)
mağarayı benim için ayrıca ilginç kıldı.

Mağaradan çıktığımızda hava artık karanlıktı. Koca
yürekli Beliz ve İbrahim bizden sonra bir başka şiftle daha mağaraya
gireceklerdi. Sait, Ömer Tarık ve Kübra ile uzaktan gelen bir sonraki şiftin
ışıklarını görerek biz de dönüş yoluna koyulduk.

Kampa döndüğümüzde yemek yoktu fakat Anıl ile Kenan
Eren in yaptığı puding vardı. Yediğim en güzel kamp pudingi olduğuna eminim ama
kanıtlayamam. Ateşin başında muhabbet etmek –tütsülenmeye devam etmek
haricinde- her zamanki gibi güzeldi.

Pazar sabahına uyandığımda çadırımın fermuarını açtım ve etraftaki bembeyaz kar örtüsünü görmek kar kampına gelmekle doğru yaptığıma emin olmamı sağladı. Tabi hemen ardından ayakkabılarımın sırılsıklam olduğunu gördüm. Fakat kampın her zamanki kurtarıcısı çöp poşeti yine yalnız bırakmadı. Çorap ile ayakkabı arasına çöp poşeti sardığımda artık su geçirmez ayakkabılara sahiptim (kısa bir süreliğine).

Pazar sabahı son şift de mağaraya gidip döndüğünde kamptan
ayrılmak için toparlanmaya başlamıştık. Otobüs geldiğinde, eşyalar yüklenince
“klasik otobüs önü fotoğrafı” için toplandık. O sırada Kenan Eren, Eylül ve bir
iki kişi daha kamp alanının eksik kalan mıntıkasını tamamlamaya çalışıyorlardı.
Bu aslında topluca yapmamız gereken bir işti.

Dönüş yolunda herhangi bir sıkıntı yaşamadan kampüse
vardık (gerçekten).    Ve böylece bir
mağara kampı daha geride kaldı..

Ekipler:

19 Mart Cumartesi:

  • Birinci Ekip: Anıl, Niyazi, Rozelin,
    Mızgin, Talha (11.30-14.25) Kurtarma saati: 17.30
  • İkinci Ekip: Eren K. , Niyazi, Eren E.
    , Mert, Gamze, Osman (15.00-17.25) Kurtarma saati: 19.15
  • Üçüncü Ekip: Eylül, Kerim, Zeynep, İrem,
    Mehmet, Nehir (14.45-17.00) Kurtarma Saati: 20.00
  • Dördüncü Ekip: Beliz, İbrahim, Kübra,
    Ömer Tarık, Sait (17.25-20.25) Kurtarma Saati: 22.00
  • Beşinci Ekip: İlayda, İpek, Beliz, İbrahim,
    Berkay (19.35-22.40) Kurtarma Saati: 00.30

20 Mart Pazar:

  • Birinci Ekip: Kerim, Eren K., Burak, Melih, Ömer Lütfü, Edanur, Damir (09.30-12.30) Kurtarma Saati: 14.30

Gezi
Yazısını Yazan:
Tarık DOGAN

Düzenleyen:
Beliz
AYDIN

marmaris__393

UZAY DUR BURADA İNMİYORUZ

Kilise Düdeni, Antalya , 16-20 Şubat 2022

Geziye Katılanlar: Eylül Horoz, Kardelen Gülbenay Nurdoğan, M. Enes Avukat, İrem Kapucuoğlu, Uğur Özkan, Nehir Güner, Barış Papila, Beliz Aydın, Aleyna Cingöz, Eren Eraşçı, Ahmet Kemal Arapoğlu, Murathan Dernekli, Mehmet Mir Said Elçi, İbrahim Öğütcü, Melih Ede, Diego Fernandez Rueda, İpek Cerrahoğlu, Tarık Doğan, Oğuzhan Altıntaş, Ayberk Denli, Habib Uzay Atasoy, Selin Erman, Enes Mutta, Tuğba Demir, Sena Türkü Çakmak, Özlem Kaya, Emre Can Güzel.

Selam dostum. Bugün sana geçen hafta gerçekleştirdiğimiz kış gezisini anlatacağım. Kulübe başladığımdan beri bahsedilen ve oldukça merak ettiğim birçok şeyden birisi kış gezisiydi. Genel anlamda diğer gezilerden daha uzun sürdüğü, koşulların daha zor olduğu ve benzeri birçok sebepten gözüme biraz korkutucu geliyordu. Havanın sürekli soğuk olacağını, sürekli ateşi yükseltmek için odun aramaya çıkacağımızı, geceleri uyumaya çalışırken soğuktan iliklerimizin titreyeceğini düşündüğüm bi geziydi aklımdaki. Dupnisa Mağarası’na yaptığımız eğitim gezisinden edindiğim tecrübeyle nasıl hissedeceğimi tahmin edebiliyordum. O kadar soğuk ki yerinde sabit duramayacak kadar hareket etmek istiyorsun. Kabus gibi ama yine de o en soğuk anları bile yatağımın sıcaklığına ve konforuna tercih edebilirim.

Neyse devam ediyorum. İki eğitim gezisinden sonra üçüncü gezimiz dikey bi mağara olan Cinlikuyu Mağarası’na olduğu için srt eğitimlerimizi tamamlamış ve antrenmanlarımızı yapmıştık. Mental anlamda dikey bi mağaraya inmenin ne demek olduğunu anlamıştık. Göbek bağının ne kadar önem arz ettiğini, desandörü sıkı tutmazsak ve yeteri kadar pay vermezsek kilit atarken ne gibi sıkıntılar yaşayacağımızı, her seferinde bize en az iki emniyet, bir emniyete düşmek yok demelerinin nedenini, iniş esnasında sağ elimizde olan ipi neden bir an olsun bırakmamamız gerektiğini öğrenmiştik.

Bir an önce kış kampına gidip yeni bi mağarayı görmeyi, yeniden korku ve heyecan arasındaki o tatlı duyguyu hissetmek istiyordum. Mağaraya girmek kendimi prestijli hissettiriyor çünkü etrafımdaki insanlara bundan bahsettiğimde bana deli gözüyle bakıyorlar. Bu olay benim çok hoşuma gidiyor. Zaman geldi çattı bir mağaraya karar verildiğini duyurdular. İsmi Kilise Düdeniymiş ve Antalya’daymış. İnanılmaz. Düşündüğüm o soğuk titreten havalarda içlik giyme muhabbeti bir anda bitti çünkü Antalya sıcaktı. Hemen hava durumuna baktım ve Antalya’nın yaklaşık on yedi santigrat derece olacağını gördüm. Her ne kadar konfor alanımdan uzaklaşmak hoşuma gitse de on yedi dereceyi görünce içimde ister istemez harika bi neşe baş gösterdi. Nihayet ılık bi havada sanki piknik yapıyormuşuz gibi kamp yapacağız, düşüncesi bile harika.

Ben Kayseri’den yolculuğa çıkacaktım ve benim gibi birkaç arkadaşım da başka illerden yolculuğa çıkacaktı. Çoğunluğumuz İstanbul’dan topluca seyahat ettiler. 15 Aralık Salı günü yola çıkmak için kamp çantamı hazırladım tüm eşyalarımı topladım ve otobüse yetiştim. 10 saat süren yolculukta her zaman olduğu gibi 1 saatten fazla uyuyamadım. Sabah 7 de Antalya Otogarına vardım ve iner inmez gördüğüm manzara harikaydı. Duvara yaslanmış yirmi – yirmi beş tane kamp çantası, yere serilmiş matların üstüne oturan, yatan ve yemek yiyen üşümüş insanlar. Avrupa’da mülteci olsak muhtemelen buna benzer bi görüntü olurdu. Çantamı aldıktan sonra koştum yanlarına, özlemişim, herkesle ufak bi sohbet ettikten sonra kampta oynarız diye getirdiğim topu attım ortaya ve bir anda herkesin içinden çocukluktan kalma futbolcu çıktı. Yaklaşık 15 kişi Antalya Otogarının bir köşesinde çember oluşturmuş ortada sıçana benzer bir oyun oynadık. Ben zaman zaman yorulup başkalarıyla sohbet edip dinleniyordum ancak bazılarımız sandığımdan daha dayanıklı çıktı. Bir saate yakın top oynadık ve muhtemelen hepimizin vücudu ısındı. Birkaç kere yabancıların sırtına şut çekmiş olsam da eğlenceli bi aktiviteydi. O sırada altın rengi ışıklarıyla güneş doğuyordu. Anlayacağın güne başlayabileceğimiz en güzel şekilde başladık. Sabah Futboluyla.

Her ne kadar benim yolculuğum çok sıkıcı geçmiş olsa da, diğerlerinin yolculuğu benimki kadar sıkıcı geçmemiş anlaşılan. Onlar yoldayken birkaç komik an yaşamışlar ama en sevdiğim Uzay’ın yanlış durakta inme hikayesi. M1 metrosunda Yenikapı’ya gelirken herkes çantaları bir tarafa toplamış ve oturmuş. Uzay kulaklığını takmış tatlı tatlı Cem Karaca – Tamirci Çırağı dinliyormuş. Tabii bu hikayeyi kendime göre şekillendirmek istediğimden, öyle hayal etmek istiyorum. Vezneciler durağına gelirlerken son durağa yaklaşıldığını ve yavaştan çantaları sırtlarına almaları gerektiğini söylemişler. Şans eseri metronun takip ışığı bozulmuş ve bir sonraki durağı yenikapı göstermiş. Uzay son durak kısmını duyduktan ve yenikapı durağının ışığının yandığını gördükten sonra almış Said’in çantasını yürümüş kapıdan dışarı. Said arkasından koşmuş, yine benim hayalime göre, rönesans tablosuna benzer bi edayla herkesin elleri Uzay’a doğru açık bir şekilde bakarken bağırıyorlar ve Uzay arkasına bakmadan yürüyor. Said çantayı çekiştirmiş ama Uzay Said’in ‘’Çantanı ben taşırım’’ dediğini düşünmüş olacak ki erkeksi bir sesle ‘’Ben bunu taşırım’’ demiş. Sonra Said zar zor çekmiş Uzay’ı metronun içine ama az kalsın uyku tulumunu kaptırıyorlarmış metronun vahşi kapısına. M2 metrosuna binince artık espriler dönmüş, Uzay bu durak değil. Bu durak değil Uzay.

Antalya’nın güzelliğine zaten kamp alanına varana kadar hayran olmuştum. Yolları, ışıkları, evleri, Toros Dağları ve her yerde mis gibi kokan limon ağaçları. Şehir beni resmen içine çekmişti. Kamp alanına vardığımda harika bi ormanın içinde bulunduğumuzu fark ettim ve bu sefer etrafta bizi rahatsız edecek sesler çıkartacak bir şeyler yoktu. Çadırımı kurdum matımı ve uyku tulumumu yerleştirdim. Ve nihayet biraz uyuyabildim. Uyandığımda saat akşam yediye geliyordu, her ne kadar uykumu alamasam da tatlı gelmişti. Çıktım dışarı birkaç kahkaha ve parlakça yanan bi ateş. Gün batmış, yerini tatlı bi soğuğa bırakmış. Birkaç saat ateş etrafında takıldıktan sonra çadırıma gidip uyudum. Sabah Ayberk beni uyandırdı. Kahvaltı şiftindeymişim. Nehir, ben, Ayberk, söylenilene göre kamp tarihinin en büyük porsiyonlu en güzel menemenini yapmışız. Tabii bunlar abartı. Abartı. Bence sebze çeşnisinin payı çok büyük. Tuzu da unutmasaydık iyiydi. Nehir kimsenin uyanmayacağını, şift mağaraya girdikten sonra çayımızı içip tatlı tatlı sohbet edecebileceğimizi söyledikten 5 dakika kadar sonra uyumaya gideceğimi söyledim. Arkama bakmadan bir çift gözün ihanete uğramışçasına baktığını hissediyordum.

Uyandığımda saat bire geliyordu. Uyku tulumundan üşüyeceğimi düşünerek çıksam da hiç üşümemiştim ve altımda şort, üstümde tişört vardı. Çadırdan çıktım. Hava harikaydı. Hiç istifimi bozmadan şort-tişört geçirdim önümdeki birkaç saati. Saat dörde gelirken daha kalın kıyafetler giyip nöbet yerine geçtim. Önce Aleyna, ben, Ahmet Kemal nöbet tuttuk daha sonra Özlem geldi, Aleyna ve Ahmet Kemal kamp alanına döndüler. Onunla biraz sohbet ettik. Nöbet yerimiz harika bi kayanın altı ve ağaçların yanıydı. O gitti Kardelen ve Melih geldi. Sohbet aktıkça orada durasım da geldi. Ardından şiftten çıkanlarla sohbet ettik. Kardelen gittikten sonra Bülent şiftten çıktı ve normalde yukarı çıkması gereken yola doğru yürümedi ben ona yanlış yönde olduğunu söyledikten sonra ‘’eh neyse buraya kadar geldik buradan çıkacağız yapacak bir şey yok’’ deyip ağaçların ve kayaların arasından çeviklikle tırmandı. Aradan ‘’şimdi burası kırılırsa statik bi etkiyle…’’ sözlerini duyuyordum. Bize birkaç dakika döşemenin önemini anlattıktan sonra o da kamp alanına gitti. Daha sonra Ayberk ve Eylül geldi onlarla sohbet ettik. Yedi saate yakın nöbetten sonra saat on veya on bir olmuştu ama zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim bile. Kamp alanına gidip bir şeyler yedim ve daha sonra ateş başındakilerle vampir köylü oynadık. Ne yazık ki oyunu bitiremedik. Saat on iki olduğunda çadıra koştum sabah mağaraya girme düşüncesiyle uyudum.

Sabah kalktım içliklerimi uyku tulumunun içinde bıraktığım için ısınmışlardı ve gönül rahatlığıyla giyip çadırdan çıktım. Kahvaltı esnasında komik ve bi o kadar tehlikeli anlar yaşandı. Alev çok yükseldi ve tencerenin içindeki yağı yaktı. Tencerenin içi alev alev yanarken ateşin başındaki altı kişi yani biz öylece otuz saniyeyle bir dakika arası izledik sadece. Sonra Tarık’ın aklına bir çözüm geldi tencereyi ateşten uzaklaştırdı. Yaptığı muhtemelen mantıklı bi hareketti ve mantıklı bi insan olduğunu düşündüm, birkaç saniyeliğine. Tencereyi eline aldıktan iki saniye sonra uyku sersemliğiyle tencerenin içine üfledi ve ateş bir anda yüzüne kadar yükseldi. Refleksi iyi olacak ki hiçbir kirpiği yanmadı ama hepimiz kahkaha atmaya başladık. Daha sonra otların olmadığı bi yere koydu. Kapağını kapatıp oksijenini kesmeyi düşündük, kapattık ama kapak tam oturmadığı için alev küçülmedi. Daha sonra ateş başındaki bir bilge tencereyi bir anda ters çevirmeyi önerdi ve tencereyi bir anda ters çevirdiler. Tabii yağ tüm yüzeye yayıldı ve toprağın üstü yağ ile alev alev yanmaya başladı. Bir çeviklikle toprağı ateşin üstüne attım ve söndü. Anlayacağın uyku sersemliği hepimize vurdu. Bitmedi tencereyi temizleyip ikinci kahvaltı deneyimine başladığımızda, karıştırırken yemeği döktük. Komik anlar üst üste geldikçe normal olan şeyler bile komik gelmeye başlamıştı ve güne bol kahkahalarla başladık.

Kahvaltıyı yapıp, tulumumuzu giyip, ekipmanlarımızı kuşandıktan sonra mağaraya doğru yol aldık. Herkes mağaranın altındaki altmış metre serbest düşüşten bahsediyordu. Mağara beni biraz ürkütmüştü bu yönden. Mağaraya indik, yirmi beş metrenin başına geldiğimizde yüksekliği pek korkutmamıştı. Mağara her zamanki gibi göz alıcıydı. Her bir dokusu ayrı işlenmiş suyun yol göstericiliğiyle kendini bulmuş bi mağaraydı. Altmış metreye geldiğimizde aşağıya ışık tuttum, karanlıktı. Yükseklik korkum yok ama tüylerim ürperdi. Hiçbir şey görünmüyordu ve sağda solda çarpabileceğiniz bir yer yoktu. Önce Kardelen indi. İp boş dedikten sonra tamam diyip inişe geçtim. İnerken yirmi metrelik bir binadan indiğimi düşününce içimde büyük bi heyecan hissettim. Mağara duvarları yavaş yavaş yukarı çıkıyor. Ben ipten iniyor gibi değilim de ip yukarı çıkıyormuş gibi bi his. Yarım kilit atıp biraz bekleyip öyle devam ettim inişe, aşağı indiğimde desandör dokunamayacağım kadar sıcaktı. Bir arkadaşım sıcaklığını diliyle test etmeye kalkmış. Ben o cesarete erişemedim. Herkes indikten sonra şift yemeğimizi yiyip suyumuzu içtik. Şimdi geldik zurnanın gerçekten zort dediği yere. Altmış metre çıkış. Başladım cumarlamaya kırk metreye yedi dakikada geldim. Son yirmi metrede nefesimi artık kontrol edemiyordum ve yirmi metreyi de yedi dakikada çıktım. Harika bi deneyimdi çünkü bacaklarının ve kollarının koordine çalışması gereken bi egzersiz aslında. Diğerlerinin çıkmasını beklerken yorgunluktan az kalsın uyuyacaktım. Herkes geldikten sonra şarkılar söyleyerek mağaradan çıktık. Bülent’in çıktığı yerden çıkma dürtüsü geldi içimden ve denedim. Önce bir ağacın üstüne daha sonra kayanın üstündeki birkaç çıkıntıdan destek alarak yukarı tırmandım. Minik bi başarı duygusuyla nöbet yerindeki matın üstüne yattım. Bir yirmi dakika dinlendikten sonra kamp alanına geçtim.

Millet voleybol oynamış, ip atlamış, ne yazık ki hepsi ben ya mağaradayken ya nöbetteyken gerçekleşmiş. Cumartesi günü kamp alanına veda edip otogara gittik. Biraz dinlenip yemek yedikten sonra ayrılık vakti geldi. 5 günlük macera güzel anıları konuşarak bol kahkahayla son buldu. Diego’nun oyma aletleri. Getirdiği kınayla herkese dövme yapması. Kardelen’in Melih’in koleksiyonuna katacağı su şişesini neredeyse açması ve Melih’in aşırı tepki vermesi. İki köpeğin mağaranın girişine kadar Said’leri takip etmesi ve ‘’Taaaaşşş’’ diye köpekten bahsetmeleri. Otobüsten gelirken ay ak masajına milletin para yağdırması. Benim hiçbir zaman unutamayacağım kocaman kafalı Sivas kangalı. İsmini Appa koyduk kafasının üstündeki desenler Appanınkilere çok benziyor ve kafası büyük diye. Bülent’in kampa gelirken 4×4’ün tüm özelliklerini kullanmaya çalışması. Geçilmedik su birikintisi kırılmadık dal bırakmamasına rağmen yine de kamp ateşinin yanına arabayla gelememesi e tabi 4×4’ün de bir sınırı var tabii. Ayberk’in yağmurdan, böcekten korunaklı hamak kurması. İstanbul’a götüremediği harika kamış. O mükemmel torku fındık ezmesi. Kutsal damgayla damgalanmış sarı beyaz ilahi köpek. Diego’nun çadırına giren kedi. Ve son olarak kamp ateşinin yanındayken ışıkları ağaçların arasından süzülen devasa görünen Ay. Anlayacağın harika bi kış gezisiydi. O lanet tırtıl hariç.

16 Şubat 2022

  • Döşeme Ekibi: Emre, Kardelen,
    Eylül, İrem, İbrahim (12.40-17:50) Kurtarma Saati: 19.00
  • Uğur, M.Enes, Ayberk, Selin
    (17.10-21.40) Kurtarma Saati: 22.30
  • Fotoğraf Çekimi: Özlem, Barış
    (15.00-19.04) Kurtarma Saati: 21.00

17 Şubat 2022

  • Beliz, İbrahim, Tarık, Melih
    (9.10-14.00) Kurtarma saati: 15.00
  • İrem, Eylül, Eren, Tuğba, Barış
    (11.45-17.05) Kurtarma Saati: 19.00
  • Emre Can, Bülent, Türkü, Uzay,
    M.Enes (15.00-19.15) Kurtarma Saati: 22.00
  • Uğur, Aleyna, Kemal, Diego, Said
    (18.00-23.00) Kurtarma Saati: 00.30

18 Şubat 2022

  • Beliz, Kardelen, Murathan, Simon,
    İpek (10.00-14.45) Kurtarma Saati: 17.00
  • İrem, Eylül, Oğuzhan, Enes, Nehir
    (14.00-17.00) Kurtarma Saati: 20.00
  • Toplama Ekibi: İbrahim, Uğur, Uzay
    (17.00-20.15) Kurtarma saati 00.00

Gezi
Yazısını Yazan: Murathan Dernekli

Düzenleyen: Beliz Aydın

baş

CİNLİKUYU : BİR MAĞARACI EFSANESİ

Cinlikuyu-Parsık, Kocaeli, 24-26 Aralık 2021

Geziye Katılanlar: Beliz Aydın, M.Enes Avukat, Anıl Alyanak, Eren Kenan, İrem Kapucuoğlu, Eylül Horoz, Bülent Efe Temür, Uğur Özkan, Mehmet Niyazi Karacalar, Aleyna Cingöz, İbrahim Öğütcü, Muhammed Habib Haznedar, Eren Eraşçı, Uzay Atasoy, Selin Erman, Murathan Dernekli, Hüzeyfe Burak Aslan, Arda Yapıcı, Saygın Gençer, Oğuzhan Altıntaş, İpek Cerrahoğlu, Ferahim Cabalar, Ahmet Kemal Arapoğlu, Melih Ede, Fatih Mehmet Akbal, Mehmet Mir Said Elçi, Barış Elmas(Akümak), Muhammed Emin Akgül, Dilge Dağ, Görkem Başaran, Ayberk Denli, Oğuz Ege Saraoğlu.

Yıl 2021, Aralık’ın
24’ü. Bir grup çocuk bütün köyün deli gözüyle baktığı Mağaracı Teyze’nin
hikayesini dinlemek için hikayeye konu olan Cinlikuyu Mağarasının dibindeki eve
gelmişlerdi. Heyecanla ateşin başına oturdular ve hikayeyi dinlemeye
koyuldular.

Soğuk bir kış gününde, Cinlikuyu Mağarasına doğru 30 kadar mağaracı yola çıkmıştı. Yolda meydana gelen buzlanma ve sıkıntılardan ötürü planladıkları saatte kamp yerine varamayacağını anlayan mağaracılar bu sırada hoş zaman geçirmeye karar verdiler. Birbirlerine biraz korkunç biraz da garip özelliklerini göstereceklerdi. İrem’in burnuna kadar ulaşan dilini, Melih’in neredeyse gerçek bir at gibi kişnediğini, Eren Eraşçı’nın bir buruna sahip olmadığını herkes bu sayede öğrenmişti. Bütün bunlarla uğraşırken bir grup öncü mağaracı önden giderek başka yollar bulmuş ve geç de olsa ekibi kamp alanına ulaştırmayı kafaya koymuşlardı.

Bütün bu zorlukları aştıktan sonra güneş bile uğramaya çekindiği için her zaman soğuk olan, insanı yattığı yerde huzursuz edecek kadar eğimli ve çamurlu araziye kamp atmışlardı. Bütün eşyalar el birliği ile kamp alanına taşınmış, malzeme çadırı ve hiçbir yeri sağlam olmayan yemek çadırı bir an önce kurulmuştu. Bir grup kahraman mağaracı bütün ekip bu macerayı deneyimleyebilsin diye gece mağaraya girip döşemeyi yapmışlar, onların ardı sıra diğer bütün mağaracılar çok hoş bir akmataş yapısına sahip bu mağaraya girip çıkmışlardı (Bu mağarada akan suyun çok lezzetli olduğu söylenir).

Bir ekip mağaradayken kamptaki diğer mağaracılar adeta ibadet eder gibi durmadan ateşi besliyorlar, ateşin başında hararetli sohbetler döndürüyor ve durmadan kazanlara bir şeyler döküp karıştırıyorlardı. Hatta bir rivayete göre köylülerin yakmak için biriktirdiği odunlar geceleri bir anda kayboluyormuş. Köy ahalisi hala ara ara kaybolan bu odunları bir grup mağaracının geceleri gelip kaçırdığına inanıyor. Köylüler arasında konuşulan başka bir efsaneye göre de bu mağaracılar yaptıkları her yemeğe MSG dedikleri sihirli bir toz atıp her yemeği inanılmaz lezzetli bir hale getiriyormuş ve bu sayede her ne olursa olsun mağaraya kuvvetli giriyorlarmış.

Son ekip de mağaradan çıktıktan sonra ateşin başına toplanan mağaracılar birbirlerine yaşadıkları garip olayları anlatmaya başlamışlardı. Büyü yapılan akrabalar, geleceği gören dedeler, koridorda yürüyen gizemli insanlar ardı ardına mağaracıların ruhunu darlamış. En sonda Anıl çıkıp Cinli Teyze’den bahsetmiş ve günün en soğuk rüzgarı mağaracıların yüzüne çarpmıştı. Bazı mağaracılar gecenin karanlığında bu hikayeler ile yalnız kalmamak için ateşin başında günün ilk ışıklarını beklemiş.

Eğer kış aylarında yolunuz Cinlikuyu Mağarası’na düşerse hala daha mağaradan gelen “İp Boş” seslerini duyabilirsiniz!

Ekipler:

25 Aralık
2021 Cumartesi

Cinlikuyu
Mağarası

  • Döşeme Ekibi: Efe, Eylül, İbrahim,
    Niyazi (02.30-06:25) Kurtarma saati: 7.30
  • Uğur, Muhammed Emin, Ferahim,
    M.Enes, Oğuzhan (08.30-11.45) Kurtarma saati: 13.00
  • İrem, Anıl, Sait, Dilge, Melih (12.15
    – 15.45) Kurtarma saati: 17.00
  • Beliz, Eren, Fatih, Selin, Görkem,
    Barış (16.00-19.05) Kurtarma saati: 21.00
  • Efe, Oğuz Ege, Habib, Aleyna,
    Ahmet Kemal (19.30-23.15) Kurtarma saati: 00.30
  • Efe, Niyazi, İpek, Arda, Burak (21.00
    -00.15) Kurtarma saati: 02.00

Parsık
Mağarası

  • Efe, Eylül, Saygın, Uzay, İbrahim
    (13.15-15.15) Kurtarma saati: 17.00

26 Aralık
2021 Pazar

Parsık
Mağarası

  • Eren, M. Enes, Ayberk, İpek (9.20-11.50)
    Kurtarma saati: 14.00

Cinlikuyu
Mağarası

  • Toplama Ekibi: İbrahim, Anıl, Uzay (9.30 – 13.10) Kurtarma saati: 14.30

Gezi
Yazısını Yazan: Hüzeyfe Burak Arslan, Oğuz
Ege Saraoğlu

Düzenleyen:
İbrahim Öğütcü

10

Aksu’ya Çıkmayan Yol Ayrımı, İlk Sol…

Aksu Mağarası, Düzce, 26-28 Kasım 2021

Geziye Katılanlar:

Ahmet Yiğit Tabak, Ali Koçak, Anıl Alyanak, Anne Gerhardus, Arda Yapıcı, Atakan Ardal, Aybüke Zeynep Cengiz, Beliz Aydın, Beytur Cendey, Bilal Karadağ, Burak Can Çelikci, Bülent Efe Temür, Diego Fernandez Rueda, Dilge Dağ, Elvan Gökgür, Emma Teske, Enes Mutta, Eren Eraşcı, Eren Kenan, Eylül Horoz, Fatih Mehmet Akbal, Ferahim Cabalar, Gamze Özbay, Görkem Başaran, Hasan Kahraman, Kardelen G. Nurdoğan, Mehmet Mir Said Elçi, Melih Ede, Muhammed Ali Mecdiyeli, M. Enes Avukat, Murathan Dernekli, Mustafa Yücel, Nehir Güner, Niyazi Karacalar, Özge Naz Güler, Tuğçe Nur İlbaş, Tuğba Demir, Uğur Özkan, Yağmur Aleyna Alptekin.

SRT eğitimleri başladıktan sonra gideceğimiz ilk mağara Düzce’deki Aksu Mağarası olacaktı. Gezideki birçok kişi ve benim için daha kulüp içerisindeki bir veya ikinci mağara gezisi olacak bu mağaranın nispeten zor bir mağara olmadığı ama birtakım gelecekte bizim için önem arz edecek hareketleri de burada belki biraz da zorlanarak deneyimleyeceğimiz söylenmişti. Tüm bu düşüncelerle geziye gideceğimiz akşam yine kulüp odasının önünde toplandık, gezi için ayarlanmış olan otobüs gözleri yaşartacak bir şekilde kalkış saatinden elli dakika kadar önce kalkış noktasına gelmişti bile. Herkes otobüsün içindeki yerini alınca son kontroller yapıldı ve Düzce’ye doğru olan yolculuğumuz başladı. Yolculuk süresince herhangi bir aksaklık yaşamadan kamp alanımıza kara yolu ile ulaşabileceğimiz en yakın mesafede otobüsten inip gecenin ürpertici dinginliğinde kamp alanı istikametinde bizi bir hayli zorlayacak yürüyüşümüze başlamıştık.

Bir önceki gün yağan yağmurun da etkisiyle kimi zaman tamamıyla balçığa benzer bir yapıya sahip olan patikavari yolumuz ‘’Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.’’ (Unutkanlık insanlık hâlidir). sözüne atıf yaparmışçasına daha ilk seferde ekibimizin büyük bir çoğunluğunu yanlış yön olan ilk sola sokmuş ve onları zaten binbir zorlukla indikleri berbat durumdaki traktör yolunu çıkmak zorunda bırakmıştı. Uğur’un özel isteği üzerine bir daha üstüne basarak ekliyorum ki, Aksu’ya giderken aşağıya doğru kıvrılan sola dönüş yanlış istikamettir. Bir hayli badire atlattıktan sonra kamp alanına saat gece iki sularında vardık. Hava inanılmayacak derecede ılıktı, rüzgâr ise bir meltemin narinliğinde yüzümüzü okşamaktaydı, biz ise bu beklenmeyen hoş ötesi hoş atmosfere ek olarak hemen karşı tepedeki taş fabrikasının bitmek bilmeyen sesi eşliğinde ertesi gün yeni bir mağaraya girme heyecanıyla uyku tulumlarımıza girip bir sonraki güne gözlerimizi açmak üzere uykuya daldık.

Yapmakta olduğumuz kampımızın asli sebebi olan Aksu Mağarası, ilk eğitim gezimizde ziyarette bulunduğumuz Dupnisa Mağarasına kıyasla atraksiyonu daha bol, gerektirdiği hareket ve buna bağlı olarak gösterilmesi gereken esneklik skalası daha geniş, içindeki akarsu birikintileriyle içerisindeki mağaracıya boy verdirme ihtimali daha yüksek bir mağara olmasıyla beraber barındırdığı oluşumlarla da hiç mi hiç altta kalmayan hatta bazı yönleriyle de rahatlıkla üste çıkan bir cazibe merkezi.

Kamp alanındaki ilk sabah yine ilk iş olarak kahvaltı ekibine kalkan gönüllerin efendileri tarafından kamp ateşi yakılmış ve öncelik mağaraya gidecek şiftler olmak üzere yemek yapılmaya başlanmıştı. Bütün bir gün yine bu fasit daire içerisinde kimi zaman daha yüksek kimi zaman ise biraz daha fazladan yapılmış veyahut bir önceki şiftten artan yemekler sayesinde suni bir rehavet içeren yavaş bir tempoda geçecekti.

Günün ilk saatlerinin koşturmacası geçtikten sonra kimi insanlar yanımızdaki akarsuyu takip ederek, kimileri etrafımızdaki ormanın derinliklerini gezerek, kimileri de yoga yaparak gününü değerlendirmeye başladı.

Saatler ilerlemeye devam ettikçe ateşin konumu ile ilgili endişeler bir hayli artmış ve taşınmasına karar verilmişti, hemen geldiğimiz yol üzerine birkaç cengâverin kuracağı tente vasıtasıyla akşam saatlerinde yağacağı bilgisine vâkıf olduğumuz yağmurdan hem ateşimizi hem de kendimizi koruyacaktık. Yağmurun şiddeti ne kadar beklersek bekleyelim korktuğumuz boyutlara ulaşmamış olsa da hem bizim hem de daha ekibinden yeni dönecek olan arkadaşlarımız için artık gecenin soğuğu üstümüze çökmeye başladığında altında oturacağımız bir tentemiz, etrafına dizilebileceğimiz bir ateşimiz vardı. Gece yine az da olsa sucuk yiyebilmiş, farklı tatlarda patlamış mısırlar yapabilmiştik. Saat artık on ikiyi geçtikten sonra insanlar yavaş yavaş ateşin başından ayrılıp çadırlarına gitmeye başladılar, kalanlar ise birbirlerine birtakım korku hikâyeleri anlatıp, aralarında oyunlar oynamaya devam ettiler. Zaman umarsızca geçip sabaha karşı beşi gösterdiğinde ise artık kamp ateşimiz sahipsiz kalmış, bütün kamp sakinleri çadırlarında uykuya dalmışlardı.

Kamp alanındaki ikinci ve son sabahımızın kahvaltı ekibi art arda isabet eden yanlış anlaşılmalar sonucunda oluşturulamamış, ne yazık ki günün ilk ekibi mağaraya düşünülenden iki saat kadar geç girebilmişti. Bu bedbaht duruma müteakip tabiiyetle son ekibin de giriş saati kaymıştı ama moral bozmak kesinlikle söz konusu dahi edilemezdi.

Mağaraya ilk şiftten bir saat kadar sonra giren ikinci şift toplama görevinin de şift içerisindeki yetkin kişilere verilmiş olmasından mütevellit mağara içerisindeki gerekli prosedürleri fevkalade bir şekilde ifa ettikten sonra kamp alanına döndüğünde hayati kamp çadırları toplanmış, bireysel hazırlıklar da çoktan başlamıştı. Gecenin karanlığında bize ıstırap çektiren traktör yolumuzun insaflı bir anına denk gelmiş olmamız gerek ki dönüş yolu daha çok tırmanma gerektirmesine rağmen daha rahat bir şekilde aşılmış ve bir miktar gecikmiş olmamızın da vermiş olduğu aciliyet hissiyatıyla çok hızlı ve seri şekilde otobüse yerleşilmişti.

Saat altıda gezi fotoğrafımızı çekilmiş bir vaziyette artık tüm ekip olarak yola çıkmaya hazır idik. Dönüşümüz esnasında bir dinlenme tesisinde mola verdikten sonra kampüsümüze kimseyi metroya veyahut Marmaray’a yetişemeyerek mağdur olacağı bir durumda bırakmadan varmıştık. Önem arz eden kulüp ekipmanlarını da kulüp odasına hafta içinde ortaklaşa bir şekilde yıkanması için indirdikten sonra bir eğitim gezisi daha bu vesileyle bitmiş olacaktı.

Ekipler:

27 Kasım 2021 Cumartesi

  • Döşeme Ekibi: Efe, Enes, M. Enes (06.20-08.30) Kurtarma saati: 11.00
  • Eren, Eylül, Ali Koçak, Melih, Tuğba (08.20-11.45) Kurtarma saati: 13.30
  • Efe, Enes, Aybüke, Ferahim, Fatih (09.15-12.35) Kurtarma saati: 14.30
  • Beliz, Niyazi, Emma, Diego, Ahmet Yiğit (12.15-16.00) Kurtarma saati: 17.30
  • Uğur, Kardelen, Hasan, Nehir, Bilal (13.15-17.30) Kurtarma saati: 18.30 (19.00’a uzatıldı.)
  • Anıl, M. Enes, Muhammed Ali, Yağmur, Anne (16.20-19.35) Kurtarma saati: 21.30
  • Efe, Tuğçe, Beytur, Said, Görkem (18.15-21.15) Kurtarma saati: 23.30
  • Beliz, Eylül, Arda, Mustafa, Atakan (20.15-23.30) Kurtarma saati: 01.30

28 Kasım 2021 Pazar

  • Eren, Enes, Burak, Murathan, Gamze, Dilge (10.00-14.00,14.30) (Mağaraya giriş saati 11.30 ile değiştirildi, ilk dönüş saatinde Enes ve Gamze, ikinci dönüş saatinde Eren, Burak, Murathan ve Dilge çıktı.) Kurtarma saati: 15.00 (16.00’ya ardından 16.30’a uzatıldı.)
  • Efe, Niyazi, Anıl, Özge, Eren Eraşcı, Elvan (12.15-16.20) Kurtarma saati: 17.30

Yazan: Eren Eraşcı

Düzenleyen: Mehmet Niyazi Karacalar, Beliz Aydın