Tomarza, Kayseri, 20-27 Ağustos 2019

Geziye Katılanlar: Beliz Aydın, Bülent Efe Temür, Eren Kenan, M.Enes Avukat

20 Ağustos Salı günü malzemelerimizi hazırlayıp yola çıkmak üzere 14.00’da kulüp odasında toplandık. Önceki yıl Tomarza’ya gidemeyen ben ve ilk yüzeyine gidecek olan Enes çok heyecanlı ve hevesliydik. Eren’in ise yine Tomarza’ya gittiği için keyfine diyecek yoktu. Kısa süren hazırlanmamız ve otobüs biletlerimizi almamızdan sonra acılı Meksika şekerlerimizi yedik ve Eren’in babası sağolsun rahatça Harem otogarına vardık. Otobüsün kalkış süresini kahvelerimiz ve atıştırmalıklarımızla bekledik.

Uzun sürecek yolculuğumuz artık başlıyordu. 9 saatlik yolculuktan sonra sabah 06.30’da Kayseri otogarındaydık. Otogarda nerede uyusak mescide mi gitsek diye düşünürken çay içmeye karar verdik. Etli bir şeyler yemek isteyen Eren kavurmalı açması ile yanımıza geldi. Ancak et olan kavurma değil de un kavurması olduğunu anlaması uzun sürmeyecekti. Yarı uyur yarı uyanık geçen bekleme süremiz sonunda bitmişti, Hasan abinin bizi otogardan almasıyla Tomarza merkezdeki bir lokantada çorbalarımızı içtik ve kaymakam ve belediyeyle görüştükten sonra ilk işimiz olan yeraltı tünelini ölçmeye gittik.

Enes ve Eren eskiden çocukların girdiği, içine merdiven sokulan yeraltı tünelini ölçüp çıktığında vakit erken olduğu için Arslantaş’a gidip muhtarla mağaralar hakkında konuşma kararı aldık. Yine lokantada yemek yiyip Arslantaş’a gittik. Muhtarın evine vardığımızda önceden Çem’e giden ekibi götüren arabayı görüp Çem anılarını dinlerken “umarız biz de öyle mağara bulabiliriz” diye akıllarımızdan geçiriyorduk. Muhtar Hamdi abinin evinde çay içtikten sonra saat daha erken olduğu için en yakındaki mağaraya bir bakmaya gittik. Eren, Enes ve Hamdi abiye yetişemeyip yorulunca inip arabanın orada beklemeye karar verdim, onlara da haber verdikten sonra “bekle seni almaya geliyorlar” cümlesini duyunca yavaş yavaş aşağı inmeye başladım. Muhtarın oğlu traktörle gelip beni aldı ve eve gittik. Diğerlerinin dönmesini beklerken bana hasta olduğum için yaptıkları ballı sütümü içtim, oturup dinlendim. Saat 22.30 gibi Eren, Enes ve muhtar abi de gelince uyumak üzere yataklarımızı yaptık ve yattık.

Sabah erkenden kalkıp kahvaltı ettikten sonra Kurubel Yaylası’ndaki kuyunun oradaki dölekteki mağaraya gittik. Eren hattı kurup mağaraya indikten sonra Enes de aşağı indi ve mağarayı ölçüp çıktılar. Oradaki işimiz bittiğinde yine Hamdi abinin evine dönüp yemek yedik.

Artık kamp atma zamanı gelmişti, çantaları traktöre yükledikten sonra yola çıktık. Yolun bir saatlik kısmında traktörle devam edemeyeceğimiz için inip mağaraya yakın (45 dk mesafede(!)) olan çeşmenin oraya kadar yürüdük. Hamdi abinin de yardımıyla çadırlarımızı kurup biraz sohbet ettikten sonra tam vedalaşacağımız sırada cebinden çıkardığı silah için “Kuru sıkı mı o?” diye sormam ve tetiğe ardı ardına basmasıyla kuru sıkı olmadığını anlamam bir oldu.

Karnımız tok yataklarımız hazır ve vakit de erken olduğundan Enes ve Eren’in mağaraya ölçüme gitmesine karar verdik. Onlar hazırlanıp giderken ben de koskoca yerde tek başıma ne yapacağımı düşünüyordum. Tabii ki çadırdan çıkmayıp duyduğumu sandığım seslere aldırmamaya çalışırken azıcık olan gerginliğimi kendimden saklayamıyordum. En son birilerinin çadırın ışığını görürse geleceklerini düşünerek gerekli eşyaları uyku tulumumun içine aldım ve geri kalan sürede tulumun içinde kah kitap okuyup kah telefona baktım. Alarmlarımı kurup mis gibi bir uyku çektim. Alarm çaldığında artık kalkıp çadırdan dışarı çıkmam gerekiyordu. Çıkış saatleri geldiğinde mağaranın ağzında telefon çektiğinden onları arayıp konuştum ve ben de dışarı çıkıp kolay tutuşan otları yakmaya başladım. Hava karanlıktı ve yollarını bulabilmeleri için bu seçeneği kullanacaktık. Onlar güzel sohbetler ede ede kamp alanına yaklaşırken ben de “bir insan neden tek başına kampa gider?” sorusunun cevabını arıyordum. Kamp alanına vardıklarında atıştırmalıklarımızı yedik ve mağaranın nasıl olduğunu dinledim, yatay giden mağaranın ölçümü üç saat sürmüştü ve hala bitmiyordu.

Cuma günü sabah erkenden kalkıp kahvaltı ettik. Önceden Google Earth’ten bakınıp yüzey araştırması yapmayı planladığımız tepenin ardına doğru yola koyulduk. 5-6 saat sürmesini planladığımız bölge taramaya başladık. Saat 15.30 sularında mola verdiğimizde Enes baş ağrısı şikayetinden bahsederken gözlüğünün gözünde olmadığını fark etti ve etrafta gözlüğünü aramaya başladı. “Düşse fark ederdim abi ya çıkarmışımdır buralardadır” sözleriyle biraz aradıktan sonra telefondaki fotoğraflara bakarak Enes’in gözlüğünün bir saat önce çektiğimiz fotoğrafta bile olmadığını fark ettik. Enes “Zaten değiştirecektim yeni gözlük alacaktım” diye kendini avuttuktan sonra yolumuza devam ettik.

Kamp alanından tepeyi aşmak için yürüdüğümüz dimdik yolu aslında yürümemize gerek olmadığını tepeye çıktığımızda görmüş ve dönüş yolunda oradan gitmeyi kafamıza koymuştuk. Taramak istediğimiz bölgeleri taramış dönüyorken aslında oranın da aşağısının dik olduğunu gördük. Bir şekilde kamp alanına döndüğümüzde herkes çok yorgundu. Dinlenip yemek yedikten sonra biraz oyun oynayıp sabah erkenden devam eden mağaraya gitmek için uyuduk. O saatlerde yolda olan Efe de öğle saatlerinde aramıza katılacaktı.

Sabah kalkıp “zaten Efe gelecek bir şeyler alır” diyerek elimizde kalan 1.20 kutu ton balığını greçkayla buluşturarak yedik. Plana göre akşam dönecektik, ancak hiçbirimiz Hasan abinin bize “bir gece daha yıldızları izleyin bak çok güzel oluyormuş” diyerek bizi sabah alacağını söyleyeceğini bilmiyorduk. Üçümüz birden mağaranın yolunu tuttuk, ilk önce Eren ve ben mağaranın devam eden kollarında ön keşif yapacaktık. Daha sonra ise Enes ve Eren ölçüme geçecek, ben de kampa dönecektim. Mağaranın ağzına gelene kadar 45 dakika 1 saat kadar dimdik yokuşları ilk defa çıkarken “bir daha buraya çıkmam” diye söyleniyordum. Ancak mağarayı daha yakından gördükçe hevesim de katlanıyordu.

Mağaraya girdiğimizde Eren önceden girmiş olduğu için “burası şöyle burası böyle” diye diye hızlıca ilerliyordu. Bense ilk defa girdiğim için sürekli etrafı incelemek istiyordum. Devam eden kollara baktığımızda bir tanesinin devamında aşağı inen bir yol bulduk ve o anda planlar biraz değişti. Bütün kolları araştırdıktan sonra mağaradan çıkıp Enes’le Eren’in devam eden kolları ölçmesine, o sırada benim de kampa inip Efe’yi döşeme malzemeleri ve setlerle birlikte mağaraya yollamama karar verdik. Efe mağara ağzına çıkana kadar Enes ve Eren ölçümü bitirecek, sonra hep birlikte tekrar girecekler ve Enes de döşemeyi izleyecekti.

Saat daha erken olduğu için onlar çıktığında kampa inmelerine, toplaşmamıza ve dönüşe geçmemize yetecek kadar zaman vardı. Mağaradakiler yanlarına az ip aldığı için ilk inişten sonraki inişi inemiyorlardı ve birinin kampa inip ip alıp gelmesi gerekiyordu, ancak hepsi çok açtı ve ip alıp gelmek iki saat sürecekti. Hasan abiye de arayıp ulaşamayınca yemek yedikten sonra çıkıp çıkamayacağımızı bilmediğimiz için malzemeleri mağara ağzından kampa geri getirdiler. Yemek menümüzdeki bulgur pilavını şeftalili ve vişneli nazolarımızla yiyip Efe’nin bakkala borçlanarak herkese birer tane aldığı albeni, ülker çikolatalı gofret ve pikoyla gönüllerimizi şenlendirdik. Hasan abiyle uzun süren telefon konuşmalarımız sonunda bir gece daha aynı yerde kalacağımızı öğrendik.

Yemekten sonra güçlenip çantaları yüklenip mağaraya gideceklerine inandığımız Efe ve Eren “biraz dinlenelim biraz daha dinlenelim” derken iyice mayışmışlar ve yorgunluğun da verdiği enerjisizlikle çıkamayacaklarını düşünmeye başlamışlardı. Hava da yavaş yavaş kararmaya başlayınca bir kahve yapıp yine oyun oynarken bulduk kendimizi. İlk önce dışarıda yarasa görünümlü küçük uçan şeyin sürekli ışıklarımıza gelmesiyle birlikte oynadığımız code names oyununu oynamaya rüzgar kartları uçurduğu için çadırda devam ettik. Sonraki sabah kampı toplayacak olmamızı düşünerek keyifli sohbetimizi sonlandırıp uykuya geçtik.

Sabah erkenden kalkıp yemek yedik. Her şeyi hazırladıktan sonra Efe ve ben saçlarımızı yıkayarak biraz da olsa temiz hissettik, ferahladık. Şimdi sırada diğer çeşmenin oraya inmek vardı. Yolda tam da “uf çok iyi indik 10 dakikada indik” derken en arkadan gelen Enes bu sefer de çizmesinin tekini düşürdüğünü fark etti ve geri dönüp çizmesini aramaya koyuldu. Çünkü alüminyum battaniyesi ve pilleri de çizmesinin içindeydi (Aslında onlar çantasındaymış sonra bulunca çok mutlu oldu). Elleri bomboş ve sinirli geri dönen Enes geldiğinde çeşmeye çok az kalmıştı ve muhtar Hamdi abinin oğlu bizi traktörle bekliyordu. Çeşmeye varıp kana kana su içtik. Bir de ekip fotoğrafı çektikten sonra traktöre doluşup muhtarın evine gittik.

Vardığımızda Hasan abi de oradaydı ve bizi güzel bir kahvaltı bekliyordu. Hamdi abinin babasından yine tekrar Tomarza’ya gidersem çay getirme sözü verdikten sonra evdeki herkesle vedalaşıp Hasan abinin biraderinin arabasıyla yine yollara koyulduk. Bir sonraki mağara ihbarının olduğu İmamkullu’ya gitmek için pazar günü araç ayarlanamadığından başka bir yeraltı şehrini ölçmeye gidecektik. Önce Tomarza merkeze gidip lokantada çorba içtik, marketten abur cuburlar aldık ve çay dondurma yaptık. O sırada yeraltı şehri için gerekli malzemeleri ayırdık. Eren ve Hasan abi geri kalan malzemeleri Hasan abinin arkadaşı Nevzat abinin sürücü kursuna bırakıp geldikten sonra yeraltı şehrine gitmek üzere arabaya doluştuk.

İki tarafı da tarlalar ve 360 derece dönen fıskiyelerle dolu yolun ilerilerinde toprak yol olduğu için zamanla su çekilmiş ve daha fazla çekilemediğinden küçük göller olarak birikmişti. İlk başlarda “arabanın altı yüksek ya geçeriz” diyerek küçük gölleri geçmeyi başarsak da daha büyük ve derin bir göle geldiğimizde ortasında tekerlekler tamamen suya girdi. Hemen geri vites yapıp gölden çıktık ve bütün gölleri dönecek alan olmadığı için bir de geri vitesle geçtik.

Bu yeraltı şehrine gidemeyeceğimizi anladıktan sonra diğerine gitmeye karar verdik. Bizi yeraltı şehrine götürecek abinin köyüne gidip arkayı dörtleyerek onu da arabaya aldık ve arabayla yakınlarına vardığımız yeraltı şehrine doğru yürümeye başladık. Eren ve Efe giyinip içeriye hızlı bir bakış attılar. Daha sonra ise Enes ve Efe ölçüm yapmak için içeri girdi. Onları beklerken biz de sohbet edip fırsattan istifade dere kenarında fotoğraflar çektik. Efe ve Enes çıktıktan sonra da hızlıca dönüşe geçip tarlamsı yerlerde parendeler atarak pozlarımıza devam ettik.

Arabaya binip Tomarza merkeze vardığımızda hepimiz çok açtık ve hemen lokantaya gidip sipariş verdik. Yemekler geldiğinde masa uzun bir sessizliğe büründü. Akşam için Hasan abi bize arkadaşı Nevzat abinin sürücü kursu için kullandığı kulübede konaklama ayarlamıştı. Ama yeraltı şehrini ölçmek kısa sürmüştü ve daha vakit erkendi. Kulübeye yerleşip yeraltı şehrine giderken yanımıza aldığımız eşyaları bıraktıktan sonra tabii ki yakınlarda olan nargile cafeye gittik ve okey oynadık. Nargile okey ikilisini birkaç saat sonra bırakıp biraz atıştırmalık ve su alarak sürücü kursunun olduğu yere gittik. Çantalarımızı alıp dondurma yedikten sonra kulübeye geçtik ve sohbet, atıştırma, sonraki gün için eşyaları hazırlama ve otobüs bileti değiştirme fasıllarından sonra uykuya geçtik.

Sabah çalan alarmlar silsilesi ile uyanıp hızlıca toparlandık ve bizi almaya gelen belediye kamyoneti ile İmamkullu’ya yola çıktık. Yolda Tomarza’daki markete uğrayıp ekmek, salam, peynir, kaşar, poğaça ve birçok bisküvi alıp yola devam ettik. Belki de markete Efe ile birlikte aç iki Karadenizli olarak girmememiz gerekiyordu. İmamkullu’ya varıp muhtarı aldıktan sonra mağarayı bilen abinin yanına gittik. Muhtarı orada bırakıp abiyle mağaranın yolunu tuttuk. Çeşmenin dibine kadar gittikten sonra araba devam edemeyince dönüş saati için sözleşerek arabadan inip yürümeye başladık.

Mola vererek devam ettiğimiz yolların sonunda kısa süreli bir mağarayı bulamama sıkıntısı yaşasak da dibi kar olan ve tek inişle biten mağaraya ulaştık. Şoför abiye geri döneceğini söylediği için onu bekletmeden dönüşe geçen yol gösterici abi gidince biz de “nasıl insek nereden insek” sorularımıza yanıtlar aramaya başladık. Yaratıcı fikirler sonucu bir y-belay iki sürtünme yastığı bir de perlonla doğal bağlantıdan alınan stres yardımıyla işi çözdük. Enes ile birlikte ölçüm yapmaya başladık. Ölçüm bitince Enes toplama yaparak mağaradan çıktı. Tabii Efe’nin binbir güçlükle perlon geçirip doğal bağlantı aldığı stresi toplamak kolay olmayacaktı. “Hadi yapabilirsin çok az kaldı evet!!!” gazlamaları sonucu toplama da bitmişti.

Geri dönüş yolunda ara ara koyduğumuz üç taşları görerek bazen de sadece “sanki buradan gelmiştik” diyip içgüdülerimize güvenerek, bazen de Efe’nin “aha davşan” diyip tavşanı takip etmesiyle çeşmenin olduğu yere ulaştık. Mağaranın oradayken Hasan abiyi arayıp haber vermiştik, ancak gelen giden yoktu. Biraz beklemeye karar verdikten sonra yaklaşık 50 dakika bir kayanın üzerine taşları üst üste koyup aynı mesafede yan yana oturarak taşları düşürmeye çalışmakla geçti. Her seferinde kaybedenler de kazanan da daha hırslı bir şekilde oynuyordu. En son 1.5 litrelik şişeyi düşürme challenge ına çevirdiğimiz oyunda şişeyi de düşürdükten sonra bir de Efe ile birlikte Enes’e taş atmaca oynadık.

Artık sıkılmaya başlamıştık ve “yol ayrımında hep telefon çeker” düşüncesiyle yol ayrımına yürüdük. Hasan abiyle konuşup cenaze olduğunu ve bütün belediye araçlarının oraya gittiğini öğrendiğimizde yıkılmıştık. Çünkü yağmur da yağmaya başlamıştı. Efe’nin annesi ve Türker’le de konuştuktan sonra bekleme noktamız olan çeşmeye geri döndük. Bu sefer de eğlencemiz ağacın kırılmış olan dalını koparmaktı. Efe ve Enes ne kadar zıplasa, asılsa da dalı koparamadılar ve en son “birlikten kuvvet doğar” diyerek Eren de onlara dahil oldu. İkinci zıplayışta koparmayı başardıkları dal ile olan eğlence de sonlanmıştı.

Beklerken aynı zamanda planladıklarımızı yapamayacak olmamız da bizi düşündürüyordu. Enes’le otobüse yetişip yetişemeyeceğimizi sorgulamaya başlamıştık. Biraz daha bekledikten sonra duyduğumuz motor sesinin bu kadar mutlu edeceğini daha önce pek düşünmemiştim. Hasan abi bizi almaya geldikten sonra hızlı bir şekilde kulübeye varıp eşyaları ayarlayıp otogara gidecektik. Yolda yağmur yağınca hemen durup eşyaları içeriye, kucaklarımıza aldık.

Kulübeye varıp hazırlandıktan sonra tekrar arabaya bindik. Yoldayken tek düşündüğüm otogarın yanındaki avmde burger olup olmadığı ve yiyip yiyemeyeceğimizdi. Eren internetten baktığına göre burger olduğunu söylese de otogara varıp çantaları bıraktığımızda koşa koşa gittiğimiz avmde burger yoktu. Acı gerçekle yüzleşirken ilerideki benzincinin yanındaki burger simgesini gördük ancak artık gidip yemek için yeterli vaktimiz yoktu. En azından Enes ve benim yoktu, çünkü 20.00’daki otobüsümüzün kalkmasına 15-20 dakika kadar kalmıştı. Tabii Eren ve Efe’nin biz otobüse bindikten sonra burgera gidip yine nargile cafeye gitmesinin acısından bahsetmiyorum. Otogarda çiğköfte yiyip Morca Düdeni Ekspedisyonu’na katılacak olan Eren ve Efe ile vedalaşarak otobüsümüze bindik. Bir araştırma daha burada bitmiş ve geriye yorgunluk ile temizlik kalmıştı 🙂

Beliz Aydın