Kategori arşivi: Gezi Yazıları

8

BEN BUNU ÇEVİREYİM Mİ YA?

Dupnisa Mağarası, Kırklareli, 12 – 14 Kasım
2021

Geziye Katılanlar: Eren
Kenan, Uzay Atasoy, İrem Güzel, Aybike Durmuş, Murathan Dernekli, Yeliz Ergöl,
Aleyna Cingöz , Ömer Faruk Sağdıç, Bülent Efe Temür , Niyazi Karacalar,
Kardelen Nurdoğan, Oğuzhan Altıntaş,  Umut Can Geler, Işıl Türkmen ,
Beyzanur Aybek,İrem Kapucuoğlu, Ümit Alp Özkaya, Pablo Guerrero , Diego
Fernandez Rueda , Simon Meyer , Sena Türkü Çakmak, Halil Atıcı, Beliz Aydın,
Enes Mutta , Yusuf Taha Kımırtı, Yağmur Aleyna Alptekin, Yağmur Köseoğlu, Anıl
Alyanak, Anıl Özrenk, Özlem Kaya, Hilal Kartal, Egemen Sönmez, Tuğba Demir,
Ferahim Cabalar, Uğur Özkan, Eylül Horoz, İbrahim Öğütcü, Melih Ede, Mustafa
Can Nacak, Selin Erman, Buket Yürekli, Emre Can Güzel, Kardelen Nurdoğan,
Niyazi Karacalar, M. Enes Karaçizmeli, Oğuz Ege Saraoğlu, Elvan Gökgür, Dilge
Dağ, Erdi Şencan, Şahbaz, Ümit Alp Özkaya, Mert Bozkurtlar, Funda Yıldırım,
Duygu Kaya, Anıl Alyanak,  Melisa Zeybecik, Ahmet Kemal Arapoğlu, Nehir
Güler, Eren Eraşçı,  İbrahim Öğütcü, Hüzeyfe Burak Arslan, Muhammed Habib
Hazneder, Emine Göksu Yıldız, Bilal Karadağ, Erhan Gügerçinoğlu, Afra Korkmaz,
Uğurcan Kurtuluş, Emirhan Kaplan, Halil Atıcı, Anıl Özrenk, Özlem Kaya, Meva
Dündar, Ali Koçak, Buğra Yüren, Can Seferoğlu, İbrahim Öğütcü, Mehmet Erdem
Denli, Barış Yılmaz, Emir Yusuf Korkmaz, Mehmet Mir Said Elçi, Uğur Özkan,
Beytur Cendey, Abdullah Gazi Çoban, Muhammet Batuhan Çapar, Samet Işık, Onur
Özgür,  Fatih Akbal, Uğur Erkan Bol, Batuhan Alkaya.

Katıldığımız 3 eğitim ardından beklenen gün gelmişti. Kulübe benim gibi yeni giren çoğu kişinin ilk mağarası olan Dupnisa’ya gitme vakti gelmişti hatta belki de yine benim gibi bazılarının ilk ve daha sonra gezi toplantısında söylenenlere bakılırsa en kalabalık kamp deneyimi de bu olacaktı (80 kişi).

Cuma günü kulüp önünde buluşuldu, her şey ayarlandı ve otobüslere binildi. Artık yola çıkmıştık. Uzun bir otobüs yolculuğunun ardından -tam olarak kaç saat sürdü bilmiyorum, uyumuşum- kamp alanına vardık. Önce malzeme ve yemek çadırının kurulmasının ardından insanlar kendi çadırlarını kurmaya başladı. Dilge ve ben çadırımızı kurduktan sonra Sait’e de yardım ettik. Bazılarının çadırı tek tente olduğu için onların diğer çadırlara dağıtılması gerekti. Bunların ardından bir şeyler oldu mu bilmiyorum çünkü ben soğuktan kaçmak için uyku tulumuna girip direkt uyudum.

Sabah 7.30’a alarmımızı kurmuştuk ama çoğu kişi soğuktan uyuyamayınca erken uyanmış ve ateştir, shift yemeğidir halletmiş. 1. shiftin 8.00’de mağaraya girmesiyle mesai başladı. Ben 5. shiftteydim. Shiftim gelene kadar yemek yapılmasına falan yardım ettim, bir de Kemal’in hamağını kurduk ve ilginçtir, kampta zaman acayip yavaş akıyor yani o kadar iş yapıyorsunuz bir bakmışsınız daha bir- bir buçuk saat falan geçmiş.

Zamanı da bir şekilde geçirdik, saat 13.00 oldu ve sıra benim shiftime geldi. Tulumlarımızı giydik, kasklarımızı taktık ve mağaraya girdik. Dupnisa normalde de turistik bir mağara olduğu için içeride belli bir yol yapılmıştı ama biz orayı kullanmadan mağaranın içine girmeye başladık. Daha sonra gezi toplantısında Murathan’ın da söylediği gibi bu durum insana kendini özel ve özgür hissettiriyor.

Dupnisa sulu bir mağara, biz de mağaranın hemen başlarında suya girmeye başladık ki su çok soğuktu ama neden toplantılarda içliklerin illa yün olması gerektiğinin söylendiğini anlamış oldum çünkü gerçekten sıcak tutuyordu. Yarasaları görüp, mağaranın bir bölümünde belimize kadar suya battıktan sonra artık suyla olan işimizi bitirdik, botlarımızda biriken suyu boşalttık ve tırmanmaya başladık. Tırmanırken ve bazen bazı yerlerden inerken her ne kadar zorlanıp ben burada ölürüm herhalde diye düşünsem de ölmedim, hallettik bir şekilde. Hatta tırmanış sırasında bir fare bile gördük, başka bir shift de mavi bir salyangoz görmüş.

2 saat mağaranın içine doğru tırmanıp süründükten sonra mağara sandiviçimizi yemek için güzel bir yer bulduk ve mutlak karanlığı yaptık, ki mutlak karanlık gezinin en sevdiğim tarafı olabilir, gözümü kırptığımda karanlık miktarının hiç değişmemesi çok hoşuma gitti. Hani bilmesem gözüm ne zaman açık ne zaman kapalı anlayamazdım. Ardından fotoğraf çekmeye başladık. Özlem ilk defa flaşlarla fotoğraf çekiyormuş, bunun için çok mutluydu. Kıkırdayışlarından anlayabiliyordunuz.  Ve dönüşe başladık. Aslında daha hiç yorgun hissetmiyordum ama çıkışa yaklaştığımızda artık ayaklarımın suya karşı koyacak gücü kalmamıştı. Mağaradan üç- üç buçuk saat sonra çıkmış olduk. Ve ben 13 Kasım öğleden sonra 2 sularında doğmuş bir şahsiyet olarak yeni yaşıma mağaranın içinde girmiş bulundum. Benim mağara işim bittikten sonra artık geri kalan kamp işlerine yardım etmekti. Önce annemi arayıp hâlâ hayatta olduğumu belirttim. Sonra yemeğe, oduna, bulaşığa yardım ettim ve geceyi getirdik.

Kamp
ateşinde de takıldıktan sonra ben yatmaya gittim. Ve biz de böylece pazar
gününe yani son günümüze girmiş bulunduk. Artık son shiftler mağaraya
giriyordu. Yapacak işi olmayanlar ve shiftlerine girmiş olanlar çadırlarını
toplamaya başlamışlardı. Dilge ve ben de çadırımızı toplayıp diğerlerine yardım
ettik. Son shift de mağaradan çıktı ve artık gerçek toplanma başladı. Ekipman
ve yemek çadırları toplandı, kamp alanı temizlendi, otobüsler geldi ve biz kamp
alanından ayrıldık. Ben yine bir süre uyudum. Uyandığımda ise uçmayı öğrendim.
Böylece ilk kamp ve mağara deneyimimi güzel ve keyif alarak bitirmiş oldum.

Ekipler

13 Kasım
Cumartesi

  • Eren Kenan, Uzay Atasoy, İrem Güzel, Aybike Durmuş,
    Murathan Dernekli, Yeliz Ergöl, Ömer Faruk Sağdıç (08.20-11.20) Kurtarma saati:
    13.20
  • Bülent Efe Temür, Niyazi Karacalar, Kardelen
    Nurdoğan,Oğuzhan Altıntaş,Umut Can Geler, Işıl Türkmen Beyzanur Aybek
    (09.15-12.00) Kurtarma Saati: 14.15
  • İrem Kapucuoğlu, Aleyna Cingöz, Ümit Alp Özkaya, Pablo Guerrero,
    Diego Fernandez Rueda, Simon Meyer, Sena Türkü Çakmak (10.20-13.00) Kurtarma
    saati: 15.20
  • Halil Atıcı, Beliz Aydın, Enes Mutta, Alperen Özkaya, Yusuf
    Taha Kımırtı, Yağmur Aleyna Alptekin, Yağmur Köseoğlu (12.05-14.55) Kurtarma
    saati: 17.05
  • Anıl Alyanak, Anıl Özrenk, Özlem Kaya, Hilal Kartal, Egemen
    Sönmez, Tuğba Demir, Ferahim Cabalar (13.00-16.00) Kurtarma saati: 18.00
  • Uğur Özkan, Eylül Horoz, İbrahim Öğütcü, Melih Ede, Mustafa
    Can Nacak, Selin Erman, Buket Yürekli (13.50-17.00) Kurtarma saati: 18.50
  • Emre Can Güzel, Kardelen Nurdoğan, Niyazi Karacalar, M.
    Enes Karaçizmeli, Oğuz Ege Saraoğlu, Elvan Gökgür, Dilge Dağ (15.30-18.40)
    Kurtarma saati: 21.00
  • Erdi Şencan, İrem Güzel, Şahbaz, Ümit Alp Özkaya, Mert
    Bozkurtlar, Funda Yıldırım, Duygu Kaya (16.40-20.20) Kurtarma saati: 21.40
  • Anıl Alyanak, Enes Mutta, Uzay Atasoy, Melisa Zeybecik,
    Ahmet Kemal Arapoğlu, Nehir Güler, Eren Eraşçı (17.45-21.00) Kurtarma saati:
    22.45
  • Beliz Aydın, Bülent Efe Temür, İbrahim Öğütcü, Hüzeyfe
    Burak Arslan, Muhammed Habib Haznedar, Emine Göksu Yıldız, Bilal Karadağ
    (19.10-22.30) Kurtarma saati: 00.30
  • Eren Kenan, Erhan Gügerçinoğlu, İrem Kapucuoğlu, Aleyna
    Cingöz, Afra Korkmaz, Uğurcan Kurtuluş, Emirhan Kaplan (21.00-23.20) Kurtarma
    saati: 02.00
  • Halil Atıcı, Anıl Özrenk, Özlem Kaya, Meva Dündar, Ali
    Koçak, Buğra Yüren, Can Seferoğlu (21.40-01.00) Kurtarma saati: 02.40

14 Kasım
Pazar

  • İrem Kapucuoğlu, İbrahim Öğütcü, Mehmet Erdem Denli, Barış Yılmaz, Emir Yusuf Korkmaz, Mehmet Mir Said Elçi (10.05-12.25) Kurtarma saati: 15.05
  • Uğur Özkan, İrem Güzel, Enes Mutta, Beytur Cendey, Abdullah Gazi Çoban, Muhammet Batuhan Çapar, Samet Işık (11.00-14.20) Kurtarma saati: 16.00
  • Eren Kenan, Eylül Horoz, Niyazi Karacalar, Onur Özgür, Fatih Akbal, Uğur Erkan Bol, Batuhan Alkaya (11.45-14.30) Kurtarma saati: 16.45

Yazan: Hilal Kartal

Düzenleyen: Beliz Aydın

12

Döşemeye Giden Döner Mi, Dönmez Mi?

Mencilis (Bulak) Mağarası, Safranbolu/Karabük, 9-11 Nisan 2021

Katılanlar: Bülent Efe Temür, Beliz Aydın, Eren Kenan, Eylül Horoz, Enes Mutta, Anıl Alyanak,Erkan Giray Arat, M.Enes Avukat, Mehmet Niyazi Karacalar, Kardelen Gülbenay Nurdoğan, Halil Habip Atıcı, İbrahim Öğütcü, Mustafa Ayanoğlu, İrem Kapucuoğlu, Tarık Doğan, Ümit Alp Özkaya.

Uzun zamandır merak ettiğim ve araştırdığım İTÜMAK’ın katıldığım ilk gezisi oldu Mencilis Mağarası. Niyazi, Giray ve Halil ile beraber Esenler Otogarı’ndan 23.00’de yola çıktık. Diğer ekipler çoktan kamp alanına varmıştı. Yolda bize M.Enes’te katılmış ama ben fark etmedim uyuyordum, sahi 7 saatlik yolculuk uyumadan nasıl geçerdi? Saat sabah 06.00 gibi otogara vardık. Tarık bizi aldı ve Safranbolu’nun tarihi evleri arasından kamp alanına doğru 15 dakikalık yolculuğumuz başladı. Kamp alanına girdiğimizde Niyazi çadır kurmak için uygun bir yer arıyordu, en sonunda Efelerin çadırının yanına çadırı kurmaya karar verdik. Yaklaşık 1 saat belli belirsiz bir uykudan sonra kalktık. Niyazi döşeme ekibindeydi ve kahvaltı yapıp gitmeleri gerekiyordu. Kahvaltı alanına gittim, daha önce böyle bir ortamda pek bulunmadığım için garip gelmişti. İki tane kocaman yemek pişirilen kap ve yemek bekleyen 15 kişi.

Herkes bir işle uğraşıyordu, ben de katıldım. Yemek bittikten sonra “shift ekmekleri” diye bir şey olduğunu ve Giray ile beraber hazırlamam gerektiğini öğrendim. Salça ve peynir, fındık ezmesi ile çikolatalı olmak üzere iki farklı versiyonu olan bu shift ekmeklerinin önemini mağarada 2 saatlik bir macera yaşayana kadar tam kavrayamadım. Shift ekmekleri hazırdı, döşeme ekibi hazırlandı ve 10.00 gibi yola çıktı. Benim olduğum shift ise 1 saat sonra yola çıkıcaktı. Saat 11.00’de Halil, Kardelen, İbrahim, Eren ve ben hazırlandıktan sonra shift fotoğraflarımızı çekip yola çıktık.

Mağaraya
vardığımızda Kardelen yedek pillerini unuttuğu için tekrar kampa dönüp geri
geldik ama sorun yoktu, daha zaman vardı. Rescue saatimizi 18.00 olarak
belirlemiştik. Yaklaşık 160 tane merdiven çıkarak mağaranın ağzına ulaştık.
Arkamı dönüp baktığımda vadinin tatlı bir esintisi yüzümü okşadı, saat 11.20
civarıydı. Mağaraya girdiğimizde ani bir soğuk çarptı ama ilerledikçe ısındık.
Yaklaşık 250-300 metre sonra ‘tehlikeli girilmez’ yazısını geçip mağaranın
derinliklerine doğru ilerledik.

 Oldukça sulu bir mağaraydı, her çamurlu suya adımımı attığımda çizmemin içine su girip girmediğini merak ediyordum. Mağarada ilerledikçe etrafıma bakınıp tadını çıkarmaya başladım, zaten eğitim shifti idi yani çok hızlı ilerlemiyorduk ve vakit boldu. İlerlerken dar ve dik olan çeşitli yerlerden geçtik. İşte oralarda keyif aldım. 2 saat sonra mağaranın sonuna ‘bizim gidebileceğimiz sona’ gelmiştik. Buradan sonrası sadece SRT eğitimi alanlar içindi. Bir kayanın üzerine yiyeceklerimizi çantadan çıkararak koyduk. Daha önce de dediğim gibi shift ekmeklerinin değerini o an anladım ve hayatımda yediğim en güzel salçalı ekmeği orada yedim. Shift ekmeklerimizi bitirdikten sonra geri dönmeye başladık ama bir sorun vardı. Döşeme ekibi ismini tam bilmediğim bir şeyleri kamp alanında unutmuştu ve getirilmesi gerekiyordu. Bu yüzden bir plan yaptık ve hızlıca mağaradan dışarı çıktık. Kardelen kamp alanıyla iletişime geçti. Kamp alanına dönerken Halil ile ben aşırı utanıyorduk çünkü tulumlarımızı arabayı kirletmemek için çıkardık ve üzerimizde sadece yün iğrenç renkteki içliklerimiz vardı.

Kamp alanına girdiğimde hızlıca çadırıma gidip üstümü değiştirdim, yemek alanına gelip yemeğimi yiyip günün yorgunluğunu biraz olsun atmak için çadırıma dönüp bir kaç saatliğine kestirdim. Uyandığımda saat 20.30’du, hava kararmıştı ama shift hala dönmemişti. gerçi rescue saatlerine daha vardı ama mağaraya gireli yaklaşık 10 saat oluyordu. Shift sıkıntısız bir şekilde 22.00 civarlarında geldi çok yorgun gözüküyorlardı. Tabii kolay değildir 12 saat mağarada vakit geçirmek. Yemeklerini yediler. Biraz eğlenmek için oyun oynadıktan sonra uyumak için çadırlara dağıldık. Gece saat 04.00 gibi uyandım çünkü kafamı koyduğum montum ıslanmıştı. Sebebini montumu kaldırınca anladım.. çadır kenarlarından su alıyordu dolayısıyla ayaklarımı koyduğum yerde biraz ıslanmıştı. Biraz kıvrılıp ıslak olmayan yerde uyumaya çalıştım. Sabah kalktığımızda çok güzel bir kar manzarası karşımızdaydı. Biraz kartopu oynayıp kahvaltıya indik.

Kahvaltıdan sonra shiftler mağaraya gidince Niyazi ile birlikte çadırın akıbetini öğrenmek için çadırın yanına geldik. Ve durumu orda daha iyi anladık çünkü Niyazi’nin kaldığı taraf benimkine göre daha düşük seviyede olduğu için bütün su onun altında toplanmış, matı sırılsıklam olmuştu. Benim tarafımda sadece kenarlarda biraz birikinti vardı. Çadırı kaldırıp uyku tulumlarımızı kurutmak için sobanın yanına geldik. O günde hızlıca geçti. Shiftler geldi, yemeklerimizi yedik ve çeşitli oyunlar oynadık.

Ama ayrılık vakti yaklaşıyordu. Saat 23.30’a M.Enes, Halil ve ben dönüş bileti almıştık, diğerleri yarın dönücekti. 23.00 gibi kamp alanından otogara doğru yola koyulduk. 23.30’da harekete geçen otobüste 15 ve 16 numaralı koltuklarda yan yanaydık M.Enes ile. Artık bitmişti, tatlı bir gezi olduğunu ve farklı deneyimler yaşadığımı düşünürken uyuyakaldım.

Yazan: Mustafa Ayanoğlu

Düzenleyen: İrem Güzel

Resim6

“Bir çanta ve anılar koyuldum yola, Akdeniz, merhaba….”

Mersin/Bozyazı-Anamur Bölge Araştırması, 24.07.2020-13.08.2020

Katılanlar: İrem Güzel, Bülent Efe Temür, Eren Kenan, Beliz Aydın, Ezgi Özgen, Anıl Özrenk, Aleyna Cingöz, Ömer Coşkun (BÜMAK), Niyazi Karacalar, Tarık Demirtutan (), Giray Arat, Burak Çelikci (), Saygın Gençer, Aykut Emre Albayrak (BÜMAK), Eylül Horoz, Hanife Nurbahar Kurtlu, Pavel Kasztan, Kardelen Gülbenay Nurdoğan, Halil Habip Atıcı, Mehmet Özdere (BÜMAK), Tarkan Atak Kan, Özlem Kaya.

Dağ yollarında kıvrılarak yukarı çıkarken otobüste bu şarkı çalıyordu. Şimdi o otobüsün içini zihnimde canlandırırken, şarkının sözlerindeki gibi nostaljik bir şekilde hatırlıyorum olanları. Ama o zaman bu şarkı benim için yeniydi. Akdeniz’in dikenli yapraklı ağaçlarıyla henüz tanışmamıştım. Çantamın içi anılarla dolu değildi, sadece içimde, içimizde, umutlar dolu yola çıkmıştık.
Akdeniz sahilinden yukarı, Mersin ilçesi Bozyazı’nın dağlarına çıktık. Beykonağı adı verilen bölgede bir yol ayrımı vardır. Dağ köylerine giden yol tam bu noktada ikiye ayrılır. 

Tam ayrıldığı yerdeki mescidin yanına, 20 kişi çadırını kurdu. Renk renk muşamba çadır, panayır yeri gibi etrafa dağılmıştı. Daha ilk günden yoldan geçenler merak edip kampta durmaya başladı. İlk gün boyu, aşağıdaki şehirden yukarı köylere çıkan köylüler kamp yerimize kuşkuyla bakıyorlardı. 
Yaz gezisine gitmeden önce hayalimde ne vardı bilmiyorum. Geziden önce hepimizin katıldığı büyük bir Zoom toplantısı yapılmıştı. Covid dönemiydi ve hepimiz aylardır evimizden çıkmıyorduk. Şimdi ise sınır ötesi bir göreve gönderilen askerler gibi — veyahut işin doğası gereği — bilinmeyen bir gezegene gönderilen, daha önce ayak basılmamış yerleri hayatlarını tehlikeye atma pahasına keşfetmeye gönderilen araştırmacılar gibiydik. Bize görevimizin detayları anlatılıyor, karşılaşacağımız zorluklar madde madde sıralanıyor ve talimatlarımız veriliyordu. O Zoom’dan kalan ekran görüntüleri hala bilgisayarımdadır.

Bu bizim düşmanımız. Bu bizim araştırma görevimizin ana hedefi, mutlak gayemiz.

Bu, Taşeli’nin karstik toprağında suyun yararak oluşturduğu mağara.

Hepimizin amacımı bu mağaraları bulmaktı. Bundan sonraki bir ay için yegane derdimiz mağara olacaktı — sabah kalkınca düşündüğümüz ilk şey, bütün gün peşinde koştuğumuz, her taşın ardında aradığımız, yatmadan önce konuştuğumuz son şey… Tek hedefimiz, mağaraları bulmak, ve bulunmuş olanların en derinine inmek. 

Daha önceki yılların yazında küçük araştırma grupları bölgeye gidip bazı mağaraları belirlemişti. Kafalarında ne yapılacağına dair belirli fikirleri vardı ve önceki araştırma gezilerinde çizdikleri haritalar, oluşturdukları bilgi havuzu, bize bu mağaraları nerede araştırmamız gerektiğini söylüyordu.

Grubumuzun esas ilgisini çeken, herkesin dilinde dolaşan Börtecin ve onun yanında umut vaadeden Ötüken… Geri dönülünce, daha önceden keşfedilmiş bu mağaraların devam ettiği anlaşılacaktı. Sonlarında ne var bilinmiyordu. Biz  çömezler için ise ilk günler yapılacak tek şey, dağın taşın ardına bakıp, bütün gün yol tepip yokuş çıkıp, bu bölgede yeni mağaralar aramaktı. Bu işe verilen ad :Yüzey araştırması.

Bu talimatları ve anlatımları dinlerken, yüzey araştırmasının nasıl olacağıyla ilgili aklımda nasıl bir resim vardı bilemiyorum. Gezinin ilk günü, bir ay boyunca neredeyse her gün saatlerce uğraşımı alacak bu işin ne olduğunu tam olarak anlayacaktım. Sabah saat 07.50’de yola çıktık. Toprak yollardan yukarı yürüdük. Güneş canavar gibi, şeytan gibi kafamızın üzerinde çığlık atıyordu. Şapkalar ve eşarplar suratlarımıza sarılı, derilerimizi yırtan dikenlerin arasından kayaların üzerine tırmandık. Kayalar daha önce gördüklerim gibi değildi. Bundan sonra aylar, ve sanıyorum ki yıllar boyunca sürekli görmeye devam edeceğim beyaz kayalardı. Akdeniz bölgesinin karakteristiği bu kayaları daha sonraları Kaş’ta sahil sıcağından bunalıp yükseklerde kamp yapmaya çıktığımda da görecektim. Sonra Antalya’nın dibi başında Tabak mağaralarına girerken de onları gördüm. Mersin kıyı şeridinin ilk ilçesinde tanıştığım bu kayalar, Akdeniz’i boydan boya saran dağlarda sonsuza dek yükseliyordu.

Bu kayaları Antalyalılar çok iyi bilir. Bu kayalar sivri olur. Sanki bıçak gibi bilenmiş, ve sanki balık pulu gibi bir sürü çıkıntıları vardır. Üzerinde yürürken ayakkabınız, sanki buzpateni yapıyormuşsunuz gibi tek bir keskin ucun üzerinde durmak zorundadır. Üzerine düşünce acıtır. 

Bütün gün bu kayaların üzerinde hoplaya zıplaya yürüdük. Beş kişilik ekibimizde iki gruba ayrılıyorduk. Telefon çekmediği için herkes “ses kontağını” koruyordu. Periyodik olarak birbirini çağırman gerek ve sesleri gelmezse onları aramaya başlamak ve tekrar yaklaşmak gerekiyor.

Grubumuzu gezdiren Halil, bulduğumuz küçük oyuklara bakıp bize heves veriyordu. Küçük oyuklardan mağara olacak değildi ama daha büyük bir şey de bulabilmiş değildik. Öğlenin sıcağı altında iyice kuruduktan, suyumuz yemeğimiz bittikten ve yaklaşık dört saat yürüdükten sonra dönüşe geçtik.

Kampa geldiğimizde güzel karşılandık. Bizim için yemek hazırlanmıştı. Yokluğumuzda kampı bekleyen arkadaşlarımızın hepsi kendi hallerinde bir şeylerle uğraşıyorlar, bazıları kendilerini yıkıyor, bazıları hamakta yatmış kitap okuyor, bazıları beraber kart oyunları oynuyor, bazıları da spor yapıyordu. Önümüzdeki bir ay böyle geçecekti.

 Biz de üzerimizi değiştirip onlara katıldık. Öğle vaktinde yakan sıcak, akşamında yerini yüksek rakımın getirdiği soğuğa bırakıyordu. Biz yüzey araştırmasındayken başka bir grup bizden iki saat sonra kamptan çıkıp Börtecin Mağarası’na gitmişti. Biz kampa geleli 5 saat olmuşken, hava tam soğumaya başladığında kampımızın solundan yukarı kıvrılan toprak yolda 4 kişi göründü. Yüksek Antalya dağlarının mavileşen akşamında yorgun ve sakin bir bitkinlik içinde, mağara tulumları çamur olmuş, yanlarındaki çekiç, matkap gibi döşeme malzemeleri sallanarak kampa geldiler. Mağarada inmeye yarayacak ip hattının döşemesinin ilk kısmı yapılmış, mağaranın sonuna doğru yolculuğun ilk adımı atılmıştı. 

Yoldan Gelen Hediyeler

Günler bu şekilde gelip geçiyordu. Biz yüzey araştırmalarına giderken, diğer gruplar ise mağarayı her gün biraz daha ilerletiyordu. Akşam olduğunda hepimiz ateş başında toplandığımızda, mağaranın kaşifleri — o gün ekibe kim dahilse — mağaranın keşfedilen en son kısmını anlatıyordu. Mağaranın bilinen kısmı çok azdı.Girişinden itibaren basacak hiçbir yer yok. Seni çevreleyen bir duvar eşliğinde ipe bağlı bir şekilde aşağı, onlarca metre aşağı inmek zorundasın (90 metre serbest iniş, bugüne dek karşılaştığım mağaralar arasında ayak basmadan sadece ipe bağlı olarak indiğim en uzun mesafe). Her gün ekip buradaki inişleri, dolanarak devam eden tünelleri iple nasıl döşediklerini anlatıyordu. Bu esnada kampa uğrayan başkaları da olmaya başlamıştı. İlk günden itibaren yukarı köylere çıkan arabalar durup sorgu sual yapmaya başladılar. Gelip hep aynı iki soruyu sorarak başlıyorlardı:

Selamınaleyküm

1-Siz burada ne yapıyorsunuz? (Necisiniz?) (Arkeolog musunuz?)

2-Nerelisiniz?

Gelenler bu şekilde mağaracı olduğumuzu öğrendiler. Sonra misafirlerimiz artmaya başladı. Artık neredeyse saat başı kampımıza gelerek aracını kenara çekip bizimle konuşmaya geliyorlardı. Sorularının cevabını alıp tatmin olana kadar konuştuklarında — yani bir bağlantı kurulduğunu hissettikleri an — bir bekleyin gençler diye bize sırtlarını dönüp koştura koştura arabalarına gidiyorlardı. Ve sonra durup izleyin, ellerinde bir hediye ile çıkagelmişler!

Bu şekilde kampımıza hediye yağmaya başladı. Öyle ki bir müddet sonra, bu durumun bende uyandırdığı minnet duygusu, gelen hediyelenlerin çokluğunun yarattığı şaşkınlıkla birleşerek beni bunları kaydetmeye teşvik etti. O zaman defterlerime geziyle ilgili yazdığım ilk yazıyı kaydetmişim. Gezinin beşinci ve eksik hatırladığım kadarıyla dördüncü günlerinde gelen hediyelerin listesi:

Bize getirilen hediyeleri getiren insanlar evlerine çıkan yöre insanlarıydı. 50 yıldır geçtikleri yoldan geçerlerken hiç beklemedikleri bir şeyi, 20 tane yabancıyı ve çadırlarını yol ayrımındaki mescidin yanında kurulmuş görüp, arabalarını bizim yanımızda kenara çekiyorlardı. Tedirgin bir şekilde bize sorular soruyorlardı ilk önce. Beş dakika konuştuktan sonra, yüzleri yumuşuyor, çizgili sert yüzlerinde çok garip, derin bir sevecenlik doğuyordu. Bu sert, yıllanmış yüzlerde böylece beliren bu güzel tebessümü ilk defa burada gördüm. Sonra bize hediye veriyorlardı. Verdikleri hediyeler yalnızca eve giderken yanlarında götürdükleri yemeklerden parçalar. Yanlarında ne var? Belki de sadece salatalık domates. İki torba kadar az varsa birini paylayıp bize veriyorlardı. Tek bir torba mı var, içinden seçip veriyorlardı. Hayatlarını geçirdikleri topraklarda araştırma yapmaya gelmiş bu gençlere içtenlik ve sevecenlik gösterdiler.

Daralda Sıkıştığını Gördüğüm İlk İnsan

Beşinci güne geldiğimizde suyumuz bitmişti. Kampımızı kurduğumuz noktada, tam mescidin yanında, bir çeşme vardı. Oradan gelen suyu hem temizlik için hem de içme suyu olarak kullanıyorduk ve civarda başka su kaynağı yoktu. Artık çeşmenin suyu bitmişti, bittiği gibi, sığlaşan ve akışı duran suyun dibinden hayvan pislikleri ve böcekler çıkmıştı. Artık kesinlikle bu suyu içmek için kullanamazdık. Kaynatsak bile nafileydi, çünkü zaten dağdan gelen borulardaki akış artık bitmişti. Akmayan beklemiş su içilmez.

Bu gün yine bir ölçüm gezisine çıktık. Ölçüm gezisinde zaten bulunmuş mağaraların ölçümü yapılır. Sonradan bilgisayar ile bu ölçümlerde toplanan veriler kullanılarak haritalar çizdirilir. Biz de yüzeyde bulduğumuz büyük sayılabilecek mağaraları ölçmek için yola çıktık. Daha kimse derine giden mağara bulamamıştı, ama birtakım kısa mesafe devam eden tüneller bulmuştuk.

Bizden önceki ekibin verdiği GPS verisini takip ederek mağara bulduklarını söyledikleri bölgeye geldik. Burası huni gibi dev bir çukurdu. Kayalar öyle bir yarılmıştı ki, akan suların bu çukurun dibinde toprağa karıştığı bariz bir şekilde anlaşılabiliyordu. Böyle bir yapı, burada mağara olma olasılığının yüksek olduğuna işarettir. Biz de çukurun yamacından inerken her köşesine bakabilmek için dağıldık. Ben Mehmet ile beraber devam ettim. Mehmet, Boğaziçi Üniversitesi’nde Fizik Öğretmenliği okuyor. Kendisi Kayserili. En sonunda beraber bir mağara bulduk. Tam çukurun tabanına yakın, büyük bir kayanın altından, ancak sürünerek girilebilecek bir açıklık, içeriye doğru devam ediyordu. Diğerlerine haber verdik, onları bulunduğumuz konuma çağırdık ve kasklarımızın lambalarını yakarak dirseklerimizin üzerine çöktük. Sürünme başlıyor. 

Tünel sağa doğru dönerek devam etti. Sonra karşımıza küçük bir oda çıktı. Bu odanın duvarlarında asılı bir halde bekleyen güveler ve onların dışında etrafta uçan binlerce küçük sinek havaya kalktı. Burada sinekler suratımıza çarpıp duruyordu. Tek çare eşarplarımızı; ağzımızı ve burnumuzu örtecek şekilde çekip devam etmekti. Bulunduğumuz oda sağa doğru bir açıklığı olan, soldan ise bir delik ile devam ettiğini görebildiğimiz küçük bir yerdi. Ancak ayakta durabiliyorduk, ama aynı anda sığabildiğimiz ve ikimizin de oturacak yerinin olduğu bir yere varabildiğimiz için rahattık. Tam önümüzdeki deliğin etrafındaki kayalara yaslanıp sohbet ettik bir süre. Delik, karanlığa doğru devam ediyordu. Ben girmeyi düşündüm ama bunun kararını verecek bir deneyime sahip değildim. Mehmet’in ne yapacağını bekledim. O, deliğe girmeye karar verdi. Ve Mehmet delikten çıkamadı. Kendisini deliğin iki yanından tutunup içeriye doğru alçalttıktan sonra ayaklarının basmadığını hissetti — böyle olunca çıkmanız gerekir çünkü tabanın ne kadar aşağıda olduğunu bilemezsiniz — ve tekrar yukarı çıkmaya karar verdi, ama çok geç, sıkışmıştı!! Beli girerken sığdığı yerden çıkmaya çalışırken geçemedi ve sıkışıp kaldı. Onu çekmeme rağmen santim oynamıyordu. İlk başta bu durum bizi güldürdü. Aniden kendimizi içinde bulduğumuz “daraldan” dolayı sesimiz yükselmişti. Kavga edecek insanların ilk önce bağırarak konuşmaya başlaması gibi biz de korkmaktan ziyade çok keyiflenmiştik. Hatta şakalar bile yapıyorduk. “Bu delikten sığsa sığsa Ezgi sığar” bile dedik. Çünkü aramızda bu delikten geçebilecek bele sahip tek kişi odur. 

Mehmet, bu şekilde uğraşmaya devam etti. Normalde mağarada birisinin tırmanışında onlara yardım etmemeniz gerekir. Çünkü onu çekmeye çalışırken kendinizi de tehlikeye atarsınız. Fakat bu farklı bir durumdu. Mehmet ellerini bıraksa bile ne aşağı düşüyor, ne de yukarı hareket edebiliyordu, ve içinden aşağı düşülebilecek tek deliği beliyle tamamen kapatmıştı. Durum böyle olunca ben de onu çekmeye başladım. Kolumu dirseğinden doladım, diğer elimle de göğsünden sarıldım, ama çek babam çek, adam milim oynamıyordu. Bu noktada sessizleştik. Mehmet artık gerçekten sessizdi ve deli gibi ellerini başka taşlara koyup kendini başka açılardan ittirerek yukarı çıkmaya başlıyordu. Debelenme başlamıştı. Artık kaygı ve korku yüzünden okunuyordu. 

Böyle olunca insanın kafasında bazı senaryolar belirir. ‘Tehlikedeyim, şimdi ne olacak?’ sorusu insanın zihnini istemsiz tamamıyla kaplayan, başka bütün fikir ve istekleri yutan bir hale gelir. İnsan açlığını unutur. Aklında sadece pratik sorular kalır, tek bir istekle, içgüdüsel bir güdüyle kendini kurtaracak yolu aramaya başlar. Böyle olduğu bir anda Mehmet ayak basacak yer buldu. Aşağıda göremediğim açıklıkta ayaklarını sağa sola deliler gibi sallıyor olmalıydı ki bir anda duvarda basacak bir yer bulmuş. Ayağını oraya koymuş, dizini içeri kırmış ve tırmanışçıların “bayrak” diye tabir ettiği bu pozisyonla ayağının üzerine basacak kuvveti oluşturup kendini yukarı çekmiş. 

Bir rahatlama anı… Kimsenin bir şey söylemediği, Mehmet’in yüzünde terler, rahatlığının, bütün sinirlerinin bir anda boşaldığının yüzünden okunabildiği bir an. Sonra gülüştük. Mehmet dedi ki, “Bir an kurtarma ekibinin gelmesi ne kadar sürer diye düşünmeye başlamıştım.”

Bu esnada Börtecin’de olanlar

Bozyazı araştırma gezisi, benim katıldığım ilk araştırma gezisiydi. Daha ipten nasıl çıkılır inilir bilmiyordum. Tek İp Tekniği hakkında eğitim almamıştım. Biz bütün gün mağara ararken, ve akşamları yavaş yavaş eğitilirken, yılların mağaracıları dostum arkadaşlarım, cengaverler gibi Börtecin’de mağara döşüyorlardı. Ben o zamanlar ne yaptıklarını anlayamıyordum. Her akşam hava karardığı gibi yapılan, saat sekiz civarı ateş başı toplantılarında o günün değerlendirilmesi ve ertesi günün planlanması yapılıyordu. Mağarada yapılanlar konuşuluyor, yarın nereyi kimin nasıl devam ettireceği tartışılıyordu. Şimdi ne diyorlarmış daha iyi anlıyorum.

İlk günün mağara ekibinin notları:

Mağara Ekibi Yapılanlar:  Amaç yan kola girmekti. Ondan vazgeçilip ana koldan döşemeye devam edildi. Son bırakılan hattan yaklaşık 15 m aşağıdan iki bağlantı alınarak inildi. Ardından 20 m sonra bir bolt ve ondan sonra 15 m tekrar bir bolt çakıldı. Son bolttan sonra yaklaşık 10 m inip dibi gözükmeyen inişin ağzına varılıyor. Biraz sallanılarak deliğin sağındaki çarşak odaya ulaşıldı. Malzemeler bu odaya bırakılıp çıkıldı.

Anlaşılan o ki ilk gün gelenler, eski hesaba göre gitmeleri gereken yerden vazgeçmiş. Mağaranın başından ipe bağlanmış, aşağı doğru devam etmiş, içinde bulundukları tünel ikiye ayrılınca da planlandığı gibi yan koldan değil, ana koldan inişe devam etmişler. 

Grup bundan sonra bir dipsiz inişten daha bahsediyor. Anlaşılacağı üzere aynı hattan inmeye devam ederken karşılarına — daha doğrusu altlarına – bir başka iniş çıkmış. Aynı gün bu inişten devam edecek belki de ipleri yoktu, veya devam ettirmeye mecalleri yoktu. Mağaracılar grubu bu noktada nasıl bir vaziyette? Yerin 15+20+15+10=60 metre aşağısında, kapkara bir tünelin içinde, sadece kasklarındaki lambadan yayılan ışığın aydınlattığı bir tüneldeler. Mağaracılar, kuşamları sayesinde ipe bağlılar ve boşlukta sallanıyorlar. Saat olmuş dört. Sabah onda girmişlerdi mağaraya. Ve altlarındaki iniş, küçük bir dönemeç yapıp, başka bir inişe bağlanıyor. Bu yeni inişin sonu ise, görünmüyor… Kapkaranlık. Uzadıkça uzayacak gibi…

Bu noktada ilginç bir şey oluyor. Yeni inişin yanında bir oda var. Bu bizim anladığımız gibi bir oda değil. Hatta belki de daha önce anlattığım, Mehmet ve benim sıkıştığımız odaya da benzemiyor. Belki de sadece, dipsiz boşluğun kenarında, küçük bir balkon. Her ne ise, ipteyken ayak basılabilecek, ve üzerine bir şey konulabilecek bir yüzey. İpteki mağaracı, en son derinliğe ulaşmış kişi, yukarı bakıp, “Devam ediyor burası, napalım?!” diye bağırıyor. Yukarıdakilerden cevap geliyor, “Dibi görünüyor mu?” “Yok!” sessizlik….  Aşağıdaki bağırıyor “Sağ tarafta ayak basacak bir yer var, eğer kendimi sallayıp oraya ulaşabilirsem, duvara bolt çakıp döşemeyi odadan devam ettirebilirim!” cevap geliyor: ”Yap!”

İpin sonundaki kişi duvardan tuttu ve kendini sallamaya başladı. Eğer kendisini bu şekilde ittirerek hız kazanabilirse, eski bir saatin sarkacı gibi sallanmaya başlar, ve sonunda odanın hizasında yukarıda bir yerlere ulaşabilir. Buraya kadar sallandıktan sonra yapması gereken şey ise çok basit, tut! Eğer hizaya geldiğinde duvardan kendini tutabilir ve geri sallanmasını engelleyebilirse, olduğu konumda sabit kalıp, duvara yeni bir bolt çakabilir. Mağaracılıkta kullanılan bolt vida benzeri bir malzemedir. Bolt çakarak, tekrar ip takabileceğiniz bir bağlantı noktası yaratırsınız. İpi buraya bağladığınızda, ipin ucu artık yukarıda bir yerlerde değil, tam olarak da çaktığınız yerde olur. Eğer buraya bir bolt çakabilirse, ipten inen kişi boşluğa devam etmek yerine doğrudan sağa doğru kıvrılan ip üzerinden odaya inecektir.

Kendisini duvardan ittiren mağaracı hız kazandı, boşlukta korkunç bir insan sarkacı gibi sallanmaya başladı. Sallandı, sallandı ve tam odanın üzerindeyken bir çığlık atıp duvarı tuttu… Şimdilik bir şey yok. Eli kayarsa olduğu gibi bütün yolu geri sallanacak ve belki kendisini karşı duvara çarpacak. Temkinlice ayaklarını duvara yaklaştırdı. Basacak bir yer yok, ama ayaklarını duvara dayarsa daha dengeli olur. Sonra göz ucuyla, sağ elini bırakmamak için olanca yavaşlığıyla, sol elini çantasına götürdü ve bir kanca çıkardı. Bu kancayı elini koyduğu çıkıntının üzerine yine aynı yavaşlıkla yerleştirdi. Kancanın çıkıntıya iyice saplandığından emin olunca usulca göbek bağını kancanın ucundaki deliğe taktı. Göbek bağı olarak adlandırılan malzeme, mağaracının belindeki kuşama bağlanmış bir iptir. İpin ucunda bir karabin vardır, yani ipi başka yerlere bağlamaya yarayan bir köstek. Böylece bu ipi kullanarak mağaracı kendisini bir yerlere bağlayabilir. Göbek bağını kancaya yavaşça geçirdi. Temkinlice kendini alçaltmaya başladı. Eğer kanca tutmazsa kayıp karşı duvara çarpabilir. İndirdi, indirdi, göbek bağının ipi gerildi, ve sağ elini çekti… Kaymadı. Artık iki eli de boşta. Şimdi boltu çakmaya başlayabilir. Ama dikkatli olmalı, kanca hala sağlam değil, ve boltu çakamadan çıkarsa duvara çaktığı bolt ve bütün malzemeleri aşağı düşer, kendisi de boşluğa geri sallanır…

Bu şekilde gerçekleştiğini hayal ettiğim bağlantı başarıyla kurulmuş olmalı. Döşeme günlüklerindeki bir sonraki kayıtta mağaranın bu odaya doğru devam ettirildiği yazıyor. Bu odanın devamı yukarıdaki bir tırmanışa çıkıyor, ve bu tırmanıştan sonra başka bir boşlukla, mağara başka bir yerden aşağı inmeye devam ediyor. 

 Türk mağaracılığında bu kancaya gudu* denir. Kelime Petzl markasının ürününün Fransızca adı olan goutte d’eau kelimesinin Türkçe telaffuzundan türetilmiş. Fransızca su damlası demektir.

Ötüken Yolları Yokuştur

Börteçin ekibinin ilk günleri böyle geçti. Belki de dikkatli okuyucularımız (ve gezinin planlamasını yapmış ama bizzat katılamamış arkadaşlarımız) bahsettiğimiz Ötüken Mağarası’nın akıbetini merak ediyordur. Ötüken Mağarası, gelirken daha önceden varlığı bilinen ve umut vadeden iki mağaradan birisiydi. Gezinin altıncı günü mağaraya keşif ekibi gönderildi. Ekibin amacı mağaranın yerini tespit etmek ve mağaraya giden yolu sonradan geleceklerin rahat bulabilmesi için renkli şeritlerle işaretleyip belirlemekti. O gün ben de bu ekiple yola çıktım. Mağaraya giden yol Börtecin’den geçiyor, sonra yükselip civardaki en güzel manzarayı sunan bir uçuruma çıkıyor. Bu uçurumdan bakarken aşağıda Bozyazı görülebiliyor, ötesi Akdeniz. Sağdaki diğer dağın en tepesinde Kaş Yaylası var. Oraya doğru devam ediyoruz. Yamaçta bir patikaya giriyoruz. Bu patikadan 150 metre inmemiz yarım saatimizi aldı. Yamacın en sonundaki üç büyük ağacı arıyoruz. Bu üç ağacı uzun süre aradık. Onları bulana kadar yamaçta ine çıka çapraz çizmemiz gerekti. Ömer en sonunda üç ağacı gördü. Buraya gelince yolu hatırladı.

Ömer Boğaziçi’nde Endüstri Mühendisliği okuyor. Daha önce gelip mağaraları belirleyen BÜMAK* ekibinde o da varmış. Yukarıdaki resimde parmağıyla işaret ettiği yer, mağaranın olduğu yer. Ömer’in anlattığına göre, Ocak ayında gelen BÜMAK ekibine Ötüken Mağarası’nı bir çoban göstermiş. Çoban ilk önce onları dik yamaçtan indirmiş sonra da resimde görünen düzlüğe varmış. Buraya geldiğinde bir an bile tereddüt etmeden sağ yamaçtaki taşların arasına dalmış.

Dağ yamacında kıvrılan taştan ince bir kemer Ömer’in işaret ettiği yerde mağaranın ağzına varıyor. Burada ayakta durması gerçekten güç, çünkü ağırlık merkeziniz hep dışarıda kalıyor ve düşmemek için taşları sürekli kucaklamak zorundasınız. Düzlüğe kadar inmesi zor, ama anlattığım ince kemer daha da zor. Ocak ayında buraya gelen ekipten bir çoğu çobanın beklemeden kemere daldığını görünce takip etmekten vazgeçmiş.  Kemere gelene kadar düşerseniz biraz yuvarlanıp ağaçlara takılıp durursunuz ama kemerdeyken düşerseniz boşluğa yuvarlanırsınız. Belki de en aşağıdaki kayalara kadar düşersiniz. Toros Dağları’nın bu en yüksek yamacının aşağısında kayalar kadim bir sessizlik içinde bekliyorlar.

Boğaziçi Üniversitesi MAğaracılık Kulübü, BÜMAK*

Bu manzara karşısında grubumuz kalakaldı. Bir süre boyunca kimse o yola girmeyi bile düşünemedi. En sonunda Burak gözünü kararttı ve onun peşinden Ötüken’e ulaştılar. Bu kadar zor bir yamaçtaki bu mağaraya kesinlikle ilk gelen insanlar olmalıyız, öyle değil mi? Fakat öyle değilmiş. Ali ve Tutku size aksini söyleyebilir. Zira onlar bizden çok önce buraya el ele gelmişler!

Bu şaka ekibimizdeki Anıl arkadaşımızın mağarada gördüklerini anlatırken yaptığı bir latifeden doğdu. Mağara duvarında boyayla yazılmış iki isim varmış. Mağaranın girişine daha yakın bir yerinde Ali Tutku yazıyormuş. Biraz ileride, duvarın ipsiz ulaşılamayacak bir yüzünde ise  Yusuf Tutku ve daha ileride Hacı İmam yazıyormuş. Tabii ki bu yazılar daha önce mağaraya girmiş insanlar tarafından yazılmış. Fakat mağaraya ilk giren Burak, mağaranın duvarlarını boş bulmayı bekliyorken bu yazılarla karşılaşınca, o anki şaşkınlığıyla Anıl’a dönüp “Ali Tutku ne lan?” demiş. Anıl da cevaben “Ali Tutku’nun yavuklusuymuş.” demiş. Bundan böyle Ali ve Tutku’nun mağarası olarak kalmış bu mağaranın adı.

Halil’e Veda ve “Sıkıntı” Jandarma ve En Güzel Hayvan Taklitlerimiz

Kampın kaçıncı günündeydik bilmiyorum ama defterimde yazılanlara göre Halil gideli dört gün olmuş. Onu anmak için bir yazı yazmak istemiş olmalıyım. Bu bölümün adı Halil’e veda. “O gittiğinden beri semaver ateşimiz eskisi gibi yanmadı” *, diyerek başlıyor.

Onu son gördüğümde yüzey gezisindeydik. Halil’le çok kez yüzey araştırmasına çıkmıştım. Ona bakınca tren gibi kondisyonu olduğunu anlarsınız. Ama şimdiye dek bu kondisyonu kullandığını hiç görmemiştim. Beraber son yüzeyimizde tam hava kararırken iki büyük mağara bulduk. Yatay gidiyor gibi görünen mağaraya ölçüm için girsek mi girmesek mi diye düşünürken hava karardı ve biz dönüşe geçtik. 

Halil’in basıp gittiğini ilk defa o zaman gördüm. Gece saat 20:30’da, üzerinde 2018 İstanbul Maratonu yazan, patlak turuncu renkte fosforlu bir likra tişört, önümde bir tren gibi gidiyordu.

 Halil müptelası olduğu filtre kahve için semaver ateşini sürekli yanık tutardı. Kampta geçirdiği sürenin çoğu semaver başında geçmiştir.*

Taşlara vura vura çıkan zırhlı bir makine gibiydi. “Sıkıntı jandarma” ile de o gün tanışmıştık. Bazıları onu “omurga” olarak bilir. Sıkıntı ve omurga lakaplarıyla anılan bu jandarma kampımıza uğradıktan sonra böyle çağrılmaya başlanmış. Kendisi biz yokken kampa uğrayıp misafirimiz olmuş. Bizimkiler jandarmaya ve peşinden gelen iki arkadaşına çay ikram etmiş. Üç jandarma ateş başı bankımızın üzerinde taş askerler gibi dizilmiş. Güzel bir sohbet edilmiş. Jandarmalar canayakın bir şekilde bizimkilere mağaracılık hakkında sorular sormuş. Çaylar bitip saatler geçmeye başlayınca, bölgenin güvenliği üzerlerine vazife olan jandarmalar, kalkmaları ve yola dönmeleri gerektiğine karar vermiş. Fakat karar vermeleri çok ani gerçekleşmiş. Sohbet daha devam ederken ortada oturan lider jandarma yanındakilere doğru hafif dönüp, sıkıntı yoksa kalkalım demiş. Bunun üzerine otururken de koruduğu dimdik duruşunu hiç bozmadan tek bir hamleyle doğrulmuş ve aynı anda yanındaki diğer jandarmalar da çelik gibi ayağa dikilmişler. Arabalarına binip yukarı giden yola doğru uzaklaşmışlar.

İşte bu yol sonunda bizim önümüze çıktı. Gece ormanın karanlığından yine ışıksız olan dağ yoluna çıkan 4 kişilik yüzey araştırma grubumuz, kamptan gelen jandarmalarla karşılaştı. Bizimle yolda karşılaşıp şüphelenip durdular. Biz de onları görüp durunca  yanımıza yaklaşıp sorgulamaya başladılar. Arabalarının üzerindeki dev spot ışığı gözlerimizi kör ediyordu. Mağaracı olduğumuzu anlayınca rahatlamış olmalılar çünkü konuşmayı bitirip yollarına devam etmeye karar verdiler. Arabayı en öndeki jandarma kullanıyordu. Bize bir sorunumuz olup olmadığını sordu. Fakat bunu kendine has karakteristik sorusuyla yaptı. Sıkıntı var mı diye sordu. Biz önce anlayamayıp “niye olsun?” diye düşündük. Sonra gece vakti dağ yolunda, sırtlarında kocaman çantalar, ağır ağır yürüyen dört kişinin sıkıntısı olabileceğini düşünmüş olmalarının, ne kadar doğal olduğunu anladık. İçlerini rahat ettirmek adına herhangi bir yerde herhangi bir şekilde sıkıntı olmadığını söyledik. Sonra yolumuza devam ettik.

Yolumuz bizi tekrar kampa çıkardı. Artık gece vakti zifiri karanlık içinde vardığımız bu kamp, dağların karanlığının içinde alev alev parlayan bir yuva gibiydi. 

Sıcak kahvemizi ve çayımızı içtikten sonra diğerlerinin yanında, ateş başı toplantılarımıza katıldık. Sohbetin keyfi boldu. Neşeli sözler aramızda dolaşıyor, gülen yüzler birbirlerine içtenlikle bakıyordu. 

Bu masada otururken gece içinde bir ses yavaşça yanıma sokuldu. Yumuşak, sakin bir guguk sesi duydum solumdan. Oraya döndüğümde hiçbir şey göremedim. Ses çok yakından geliyor gibi duyulsa da o tarafta hiçbir şey yoktu, sadece solumda oturan Tarık vardı. Küçük bir baykuş yukarıda göremediğim dalların birine mi tünemişti? Hayır, gece gibi sessiz Tarık, gece gibi sessizce süzülüp solumdaki tabureye konmuştu. Bir süre baykuşu nafile aradığımı görünce yüzünde mûzip bir gülümseme belirdi. Ellerini dudaklarına götürdü ve çok yumuşak, karanlıkta çimenleri kıpırdatan bir esinti gibi gelen bir guguk sesi yaptı. 

Bundan çok etkilenen bizler, sırayla hayvan taklitlerimizi sergilemeye başladık. İyiden kötüye! Maymun Kardelen fişek gibi zıpladı açığa. Kollarını açtı ve zıplayarak üç kez saldırgan, tiz bir çığlık attı. Hiç fena bir taklit değildi ve hepimiz etkilendik. Sonra Mehmet geldi. “Bah hele, bir mağara var piyuvv!” gibi efsanevi sözlerin atası, “nörüyon” sosyolojik olgusunu hayatımıza kazandıran bu Kayserili harika insan geldi ve “bak kurt yapacam” dedi. Durdu, boynunu kurt gibi yukarı kaldırıp eşşek anırmasına benzeyen bir “Auu” yaptı. Herkes sustu. Garip bir sessizlikten sonra “Valla bak ben buna çok çalıştım. Valla bak iyice sesini tizleştirip tavan yapınca da çatallandırman gerekiyo. Memlekette yapardık yav.” diyip tekrar denedi. “Auu”. Masadakilerde yine beklediği etkiyi yapamayınca durdu, bir dirseğini masaya dayadı ve “Aaağbi, ben buna çok çalışmıştım ya” dedi. Gülmekten yıkıldık elbette.

Börtecin’in Sonu

Börtecin Mağarası’nda en son ne olmuştu ? İlk iniş tamamen döşenmiş ve yeni bir inişle karşılaşılınca sağdaki odadan devam edilmişti. Sonradan keşfedildiği üzere, varılan odadan mağara devam ediyormuş. Odanın sonunda mağara yükseliyor, yükseliyor, sonra yeni bir boşluk ortaya çıkıyordu. “O çarşağın yanındaki odadan, oluşumun içinden böyle geçtik” diye anlatılan geçiş burasıydı. Böylece mağara iki farklı koldan devam etmiş oldu.

Kısa süre sonra ilk inişin sonundaki ikinci iniş de keşfedildi. Burası dibi görünmüyen yeni bir inişti. Dibi görünmediği için kara delik olarak adlandırılmıştı. Çok korkutucu bir adı olsa da, sonuna kısa sürede vardılar. Sadece 25-30 metre derinliğinde bir iniş olduğu ortaya çıktı. Hiç mağaraya girmemiş ve hayal etmekle yetinen benim zihnimde, bu inişin korkutucu adı büyük bir yer edinmişti. Mağarada kara delik adı verilen bir iniş vardı ve her akşam ondan bahsediliyordu. Akşam kampa gelenler, mağaranın diğer koldan devam ettiğini anlatırken bile, bir çok kişi “kara deliğe ne oldu?” diye soruyordu. Sonra bir anda kısacık olduğu ortaya çıktı ve bu hayal kırıklığının üzerine adı unutuldu.

Fakat mağara, şimdi anakol olduğu anlaşılan, oluşumun içinden geçilerek ulaşılan inişten devam ediyordu. Bu inişten başlayan küçük bir tünelden sonra mağara iki kola ayrıldı. İlk kol çok dar ve çamurluydu, diğer kol ise daha geniş bir şekilde devam ediyordu. Bu kol da kısa bir süre devam edip bitti. 

Araştırdıkları geniş büyük kol bittikten sonra mağara araştırma ekibinin yapabileceği tek şey geriye dönüp dar çamurlu kolu keşfetmekti. Ertesi gün bu iş için üç kişilik bir ekip yola çıktı. Yola çıkan üç kişi de darallardan sığabileceği düşünülen insanlardı. Daha önce girilmez denilen, şimdi son umut olarak kalmış bu darala zar zor sığdılar. Ilerlediler ve küçük bir odaya vardılar. Oda topraklı ve çamurluydu; ve tam karşı duvarında toprağın arasında küçük bir aralığı vardı. Bu aralık mağaranın devam ettiğini söylüyordu. Fakat bu açıklığın yüksekliği bir el boyutundan daha büyük değildi. Belki bir fare bile zor sığar. Araştırma ekibinin tek yapabileceği, bu deliği genişletmeye çalışmak oldu. Bir süre elleriyle, yıkılmış ve aralığı tıkamış taşları çektiler, çamuru kazıp genişletmeye çalıştılar, fakat nafile, bu delikten mağaranın devam etmesi mümkün değildi. Kasklarındaki küçük lambaların ışığının, aralıktan süzülüp minnacık dönemece vurduğunu görebiliyorlardı sadece…

Börteçin’e giden son mağara araştırma ekibi böylece geri döndü. Ekip kamptan gezinin 9.gününde saat 10:30’da ayrılmıştı. Geri dönüş saatleri 21:40 idi. Her ekip kamptan ayrılmadan önce dönebilecekleri en geç saati söyler. Bu saate kurtarma saati denir. Eğer bu saate kadar ekip dönmezse onları aramak ve gerekiyorsa kurtarmak için ikinci bir ekip, kurtarma ekipmanlarını alarak kamptan ayrılır. Kurtarma ekibi, kurtarma saatine bir saat kala kamptan ayrılmak zorundadır. Son ekibin kurtarma saati 23:00 idi. Kurtarma ekibinin çıkışına 20 dakika kala kampa vardılar. Geldiklerinde çamur içindeydiler. Dolunay ışığı altında gümüşi parlayan suratları yolda belirdiğinde ateş başındaki herkes onları karşılamaya koştu…

Börtecin Mağarası bu şekilde bitmişti. Börtecin bittikten sonra kamptakiler yeni mağaralar aramaya koyuldu. Ötüken’den ümit yoktu. Zaten yolu çok kötüydü ve keşfedilmeye gönderilen diğer iki bir grup da içerisinde umutları yükseltecek bir şeyler bulamadı. Bunun yerine bu bölgedeki bir çok insandan konuşarak edindiğimiz bilgilerin değerlendirilmesine karar verildi. Bozyazı dağlarında kampımızın popülerliği iyice artmıştı. Bize bildikleri mağaraların nerelerde olduğunu ihbar etmek isteyen birçok kişi çıktı. Bu insanlardan aldığımız bilgiler ışığında birçok mağarayı görmeye gittik. Bazıları büyük olsa da ilerlemiyordu. Fakat bir tanesi, tehlikeli adında bir mağara ilerledi. Yaklaşık ???? metre derine giden bu mağaranın da sonu, gezi bitmeden gözüktü.

Birçok mağara bulduk, birçok mağaraya girdik… Benim bir mağarada gördüğüm en uzun serbest düşüş buradaydı. Bu gezi esnasında Tek İp Tekniği eğitimi aldım. Kulüp arkadaşlarımı burada tanıdım. Yöre insanıyla ilk defa bu gezide tanıştım. Artık dönüşe geçme zamanı gelmişti. Bozyazı’dan Adana’ya muz taşıyan bir tıra otostop çektiğimde, başka biriydim. Artık çantamın içi gerçekten anılarla doluydu…

GEZİ GÜNLÜĞÜ

24 Temmuz Cuma:

19.09’da Bayrampaşa’dan servis kalkış.

21.33’da 20 dakika mola verildi.

21.56 Hanife Nurbahar Kurtlu katıldı.

21.58’de yola çıkıldı.

25 Temmuz Cumartesi:

00.20 – 00.43 Mola verildi.

00.45 – 01.38 Yemek molası verildi.

11.10 Bozyazı’ya varıldı. Mehmet Niyazi Karacalar ve Tarkan Atak Kan katıldı.

12.10 Kamp alanına doğru yola çıkıldı.

12.52 Kamp yerine varıldı.

26 Temmuz Pazar:

Yüzey Ekibi: Giray, Tarık, Ömer, Mehmet, Halil

Kamptan Çıkış Saati: 07.50 Kurtarma Saati: 18.00 Kampa Varış Saati: 12.45

Börtecin Mağara Ekibi: Ezgi, Efe, Anıl, Beliz

Kamptan Çıkış Saati: 09.50   Kurtarma Saati: 18.00 Kampa Varış Saati: 17.15                                    

27 Temmuz Pazartesi:

Kampta Kalanlar: Beliz, Giray, Atak

Yüzey Ekibi: Tarık, Bahar, Mehmet, Ezgi, Efe

Kamptan Çıkış Saati : 07.10  Kurtarma Saati:15.00   Kampa Varış Saati:12.40

Börtecin Mağara Ekibi: Eren, Aleyna, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 08.50 Kurtarma Saati: 19.00  Kampa Varış Saati: 20.13

14.50 Efe Börtecin’e gitti. Kurtarma saati 21.00’a uzatıldı (Kurtarma Saati: 21.00).

15.57 Burak kampa katıldı.

Ölçüm Ekibi: Halil, Enes, Niyazi, Anıl

Kamptan Çıkış Saati: 07.50 Kurtarma Saati:16.00  Kampa Varış Saati:14.00

28 Temmuz Salı :

Kampta Kalanlar: Aleyna, Mehmet, Niyazi

Yüzey Ekibi: Burak, Atak, Bahar, Anıl, Enes

Kamptan Çıkış Saati: 07.15  Kurtarma Saati:16.00  Kampa Varış Saati:13.00

Ölçüm Ekibi: Giray, Ömer, Eren, Tarık, Beliz

Kamptan Çıkış Saati: 08.00  Kurtarma Saati:16.00  Kampa Varış Saati:12.50

Börtecin Mağara Ekibi: Efe, Ezgi, Halil

Kamptan Çıkış Saati: 09.45   Kurtarma Saati: 20.00   Kampa Varış Saati:

18.50’de Halil kampa geldi.

21.00’da Ezgi ve Efe kampa geldi.

29 Temmuz Çarşamba:

Kamp ekibi: Bahar, Enes, Tarık, Burak, Efe, Atak

Ölçüm ekibi: Aleyna, Giray, Mehmet, Halil

Kamptan Çıkış Saati: 17.00  Kurtarma Saati:22.00  Kampa Varış Saati:21.08

Börtecin mağara ekibi: Anıl, Eren, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 10.00 Kurtarma Saati: 22.00  Kampa Varış Saati: 21.01

Sıtmalı araştırma ekibi: Ezgi, Beliz, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati: 10.20   Kurtarma Saati:19.00  Kampa Varış Saati:16.25

30 Temmuz Perşembe:

Kampta kalanlar: Ezgi, Atak, Enes

11.54’te Enes kamptan ayrıldı.

15.35 Kardelen, İrem, Saygın kampa katıldı.

Börtecin mağara ekibi: Aleyna, Mehmet, Beliz, Efe, Halil

Kamptan Çıkış Saati: 10.00  Kurtarma Saati: 23.00  Kampa Varış Saati: 21.42

Dereköy ekibi: Burak, Ömer, Tarık, Eren

Kamptan Çıkış Saati: 10.00   Kurtarma Saati: 22.00 Kampa Varış Saati: 21.01

Ölçüm ekibi: Giray, Niyazi, Bahar, Anıl

Kamptan Çıkış Saati: 16.20   Kurtarma Saati: 21.00   Kampa Varış Saati: 20.30

Ölçülen Mağara: GIM

31 Temmuz Cuma:

Kampta kalanlar: Halil, Atak, Beliz, Saygın, Bahar

Börtecin ölçüm ekibi: İrem, Ezgi, Aleyna, Mehmet

Kamptan Çıkış Saati: 10.20 Kurtarma Saati: 21.00  Kampa Varış Saati:20.10

Börtecin döşeme ekibi: Efe, Eren

Kamptan Çıkış Saati: 12.30   Kurtarma Saati: 21.00 Kampa Varış Saati: 18.05

Ötüken mağara ekibi: Ömer, Anıl, Burak, Giray

Kamptan Çıkış Saati: 10.00  Kurtarma Saati: 17.00   Kampa Varış Saati:15.23

Yüzey Ekibi: Burak, Niyazi, Tarık, Giray

Kamptan Çıkış Saati: 07.00  Kurtarma Saati:20.00  Kampa Varış Saati:09.15

1 Ağustos Cumartesi:

Kampta kalanlar: Ezgi, Aleyna, Beliz

9.40 Halil, Mehmet, Atak kamptan ayrıldı.

14.00 Aykut kampa geldi.

Yüzey Ekibi 1 : Saygın, Ömer, Giray, Bahar, İrem

Kamptan Çıkış Saati: 06.30  Kurtarma Saati:15.00  Kampa Varış Saati:11.04

Yüzey Ekibi 2 : Kardelen, Niyazi, Tarık

Kamptan Çıkış Saati:08.10 Kurtarma Saati:09.10  Kampa Varış Saati:19.00

Yüzey Ekibi 2 yapılanlar: Mağara bulunamadı.

Börtecin ölçüm ekibi: Anıl, Eren

Kamptan Çıkış Saati: 10.10   Kurtarma Saati: 22.00     Kampa Varış Saati:19.11

Börtecin Mağara Ekibi: Efe, Burak, Kardelen, Aykut

Kamptan Çıkış Saati: 16.15   Kurtarma Saati: 21.00 Kampa varış saati: 19.11

Aykut-Kardelen Kurtarma Saati: 22.00 Aykut-Kardelen Varış Saati: 20.00

2 Ağustos Pazar:

Kampta Kalanlar: Burak, İrem, Aykut, Eren, Bahar

Yüzey Ölçüm Ekibi 1: Tarık, Ezgi, Anıl, Efe

Kamptan Çıkış Saati: 09.30 Kurtarma Saati: 19.00  Kampa Varış Saati: 11.30

Yüzey Ölçüm Ekibi 2: Aleyna, Beliz, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 09.15   Kurtarma Saati: 19.00 Kampa Varış Saati: 12.45

Yüzey Ekibi 3 : Saygın, Giray, Kardelen, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati: 06.55  Kurtarma Saati:15.00  Kampa Varış Saati:13.30

21.00 Özlem, Eylül, Enes kampa geldi.

3 Ağustos Pazartesi:

Kampta Kalanlar: Kardelen, Saygın, Giray, Eylül, Anıl, Efe

Börtecin Mağara Ekibi: Eren, Aykut, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 10.00  Kurtarma Saati: 22.00 Kampa Varış Saati:18.28

Tehlikeli Mağara Ekibi: Ezgi, Beliz, Aleyna

Kamptan Çıkış Saati: 09.50  Kurtarma Saati: 21.00 Kampa Varış Saati:15.05

Yüzey Ekibi  : İrem, Enes, Niyazi, Özlem

Kamptan Çıkış Saati: 06.20  Kurtarma Saati:15.00 Kampa Varış Saati:10.30

Muhtar Yüzey Ekibi : Giray, Özlem, İrem

Kamptan Çıkış Saati: 13.40  Kurtarma Saati:20.00  Kampa Varış Saati:17.31

Ölçüm ekibi: Ezgi, Beliz, Anıl, Efe

Kamptan Çıkış Saati: 18.40 Kurtarma Saati: 00.00  Kampa Varış Saati:21.40

4 Ağustos Salı:

Kampta Kalanlar: Ömer, Giray, Enes, Bahar, Tarık, Kasztan

Börtecin Mağara ekibi: Anıl, Aykut, Eylül

Kamptan Çıkış Saati: 10.30  Kurtarma Saati: 23.00  Kampa Varış Saati: 21.40

Tehlikeli Mağara ekibi: Ezgi, Beliz, Efe, Aleyna

Kamptan Çıkış Saati: 10.42  Kurtarma Saati:24.00  Kampa Varış Saati:21.40

Ağalıca ekibi: İrem, Özlem, Saygın, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati:10.30  Kurtarma Saati:17.00   Kampa Varış Saati:13.30

OM ekibi: Eren, Saygın, Niyazi, Burak

Kamptan Çıkış Saati: 17.23  Kurtarma Saati: 20.23  Kampa Varış Saati: 19.30

5 Ağustos Çarşamba:

Kampta Kalanlar: Enes, Saygın, Eylül, Kardelen

Tehlikeli döşeme ekibi: Eren, Beliz

Kamptan Çıkış Saati: 09.00  Kurtarma Saati:17.00    Kampa Varış Saati:15.45

Tehlikeli ölçüm ekibi: İrem, Özlem, Ezgi, Anıl

Kamptan Çıkış Saati:12.30   Kurtarma Saati:23.59 Kampa Varış Saati:21.00

Börtecin eğitim ekibi: Efe, Aleyna, Tarık, Burak

Kamptan Çıkış Saati: 11.07  Kurtarma Saati: 20.00  Kampa Varış Saati:17.00

Yüzey ekibi:Ömer, Aykut, Kasztan, Giray, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati:06.30  Kurtarma Saati:15.00

Kampa Varış Saati:11.30 Ömer, Aykut, Giray, Niyazi kampa geldi.

11.40 Kasztan kampa geldi.

6 Ağustos Perşembe:

Börtecin eğitim ekibi: Ezgi, Eren, Giray, Enes, Niyazi, Kasztan

Kamptan Çıkış Saati:10.00   Kurtarma Saati:19.00  Kampa Varış Saati:15.42

Yüzey ekibi: Aykut, Kardelen, İrem, Eylül

Kamptan Çıkış Saati:07.00  Kurtarma Saati:15.00   Kampa Varış Saati:12.15

Börtecin toplama ekibi:Ömer, Eylül, Anıl

Kamptan Çıkış Saati:11.05  Kurtarma Saati:00.00  Kampa Varış Saati:16.15

Sürmene ekibi:Burak, Saygın, Özlem, Bahar

Kamptan Çıkış Saati:06.45  Kurtarma Saati:15.00

Kampa Varış Saati:08.09 Özlem, Bahar geldi. 08.47 Burak, Saygın geldi.

7 Ağustos Cuma:

Kampta kalanlar: Ezgi, Eren, Beliz, Enes, Giray

Börtecin toplama ekibi: Eylül, Anıl

Kamptan Çıkış Saati:10.20 Kurtarma Saati: 17.00 Kampa Varış Saati: 13.30

Ötüken mağara ekibi: Ömer, Aykut, Burak, Kasztan

Kamptan Çıkış Saati: 10.20 Kurtarma Saati: 23.00  Kampa Varış Saati:13.20

İhbar ekibi: Özlem, Niyazi, İrem, Saygın

Kamptan Çıkış Saati: 11.05 Kurtarma Saati:18.00    Kampa Varış Saati:15.05

Tehlikeli ekibi: Aleyna, Efe, Tarık, Kardelen

Kamptan Çıkış Saati: 11.15 Kurtarma Saati:00.00   Kampa Varış Saati:22.16

Mustafa abi ekip: Aykut, Burak, Eren

Mustafa abi ekip kamptan çıkış saati: 16.00

8 Ağustos Cumartesi:

Ardıç ihbar ekibi: Saygın, Enes

Kamptan Çıkış Saati: 11.00 Kurtarma Saati: 18.00 Kampa Varış Saati: 14.40

Ardıç ihbar ekibi yapılanlar: Gps alındı (Kocaağaç).

Karlık ekibi: Efe, Eylül, Giray, Ezgi, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati:10.45  Kurtarma Saati:23.00  Kampa Varış Saati:18.40

Kasztan mağara ekibi: Anıl, Ömer, Beliz, Kasztan, Tarık

Kamptan Çıkış Saati: 15.15  Kurtarma Saati:22.00  Kampa Varış Saati:19.30

Mustafa abi ekip kampa geliş saati: 13.10

Mustafa abi ekip yapılanlar:

05.30 Bozyazı’dan araba yolculuğu.

06.00 Mağaraya gidiş.

07.00 Mağara ağzına varıldı ve mağara döşenip, incelenip ve ölçülüp toplandı.

9 Ağustos Pazar:

Kampta Kalanlar: Giray, Ömer, Burak, Niyazi, Saygın, Tarık

Kızılyokuş Ekibi: Aykut, Aleyna, İrem, Anıl, Kasztan

Kamptan Çıkış Saati: 08.30 Kurtarma Saati:18.00 Kampa Varış Saati:13.08

İhbar Ekibi:Ezgi, Beliz, Eylül

Kamptan Çıkış Saati: 09.40 Kurtarma Saati:22.00  Kampa Varış Saati:18.00

Tırmanış Ekibi: Eren, Efe, Enes

Kamptan Çıkış Saati: 09.38 Kurtarma Saati:22.00  Kampa Varış Saati:17.28

10 Ağustos Pazartesi:

Kampta Kalanlar:Tarık, Saygın

Eğitim Ekibi: Ezgi, Eylül, Niyazi, Giray, Kasztan

Kamptan Çıkış Saati: 08.23 Kurtarma Saati:20.00  Kampa Varış Saati:19.05

Ardıç Ekibi: İrem, Enes, Eren, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 08.50 Kurtarma Saati:16.00  Kampa Varış Saati:16.13

Çamalanı Ekibi:Aykut, Efe, Aleyna, Anıl

Kamptan Çıkış Saati:12.00 Kurtarma Saati:03.00    Kampa Varış Saati:02.20

11 Ağustos Salı:

Kampta Kalanlar: Burak, Aleyna, Eren, Tarık, Niyazi, Saygın

Dikey Ekibi: Beliz, Ezgi, Ömer, Anıl, Eylül, Enes

Kamptan Çıkış Saati: 17.27 Kurtarma Saati:23.00  Kampa Varış Saati:20.20

Ötüken Ekibi: Efe, Aykut, Giray

Kamptan Çıkış Saati: 17.10 Kurtarma Saati:03.00  Kampa Varış Saati:23.30

12 Ağustos Çarşamba:

Kampta Kalanlar: Ezgi, Anıl, Beliz, Aleyna, Saygın, Ömer, Kasztan, Tarık

Yeni Mağara Ekibi: İrem, Niyazi, Enes, Aykut

Kamptan Çıkış Saati: 15.40   Kurtarma Saati:19.15  Kampa Varış Saati:01.00

Tehlikeli tırmanış ekibi: Eylül, Efe

Kamptan Çıkış Saati: 12.52  Kurtarma Saati:22.00    Kampa Varış Saati:19.00

Tehlikeli Eğitim Ekibi: Eren, Burak, Giray

Kamptan Çıkış Saati: 14.00 Kurtarma Saati: 23.00  Kampa Varış Saati: 19.00

13 Ağustos Perşembe:

Tehlikeli toplama ekibi: Eren, Efe, Anıl

Kamptan Çıkış Saati: 09.00  Kurtarma Saati: 17.00  Kampa Varış Saati: 15.30

12.40 Enes kamptan ayrıldı.

14 Ağustos Cuma:

14.40 Kamp toplanıp dönüş yoluna geçildi.

Yazan: Giray Arat

Düzenleyen: İrem Güzel

18

Alo Alo Alo!

Mersin/Anamur Morca Düdeni Araştırması, 16-22 Ağustos 2020

Geziye Katılanlar: Bülent Efe Temür, Eylül Horoz, Anıl Özrenk, Beliz Aydın, Ezgi Özgen, Eren Kenan, Aleyna Cingöz, Kardelen Nurdoğan,  Enes Mutta, Tarık Demirtutan

Yıl 2020 ve her gezi yazısında bahsi geçen bir pandemi… Herkes gibi biz mağaracıların da en zorlandığı dönemlerden biri olan karantina dönemi bitiminde gerçekleştirdiğimiz yaz gezisi olan Bozyazı araştırması biz İTÜMAK mağaracılarını doyuramamıştı. Biz de hali hazırda araştırması devam eden Morca Düdeni mağarasına katılmaya karar verdik. Bozyazı’daki ekibin büyük bir çoğuyla birlikte Morca faaliyetine dahil olduk.

Ekspedisyona bir önceki sene de Eren Kenan ile birlikte dahil olmuştuk. Geçen sene de Taşeli Platosu’nun üzerine çıktığımızda içimi kaplayan o heyecan tekrar etrafımı sarmıştı. bu bölge benim için bir mabet niteliğindeydi. Türkiye’nin enlerine ev sahipliği yapan bu platoya vardığımda izlediğim bütün belgeseller, dinlediğim bütün hikayeler içimdeki ses tarafından bana tekrar tekrar hatırlatılıyordu. Belgesellerde gördüğüm kayalara bakıyor ve geçmişte orada yaşanmış olabilecek olayları, edilmiş olabilecek sohbetleri tahmin etmeye çalışıyordum. Bu duygular eşliğinde kamp alanına vardık. Geçtiğimiz seneden farklı olarak tuvalet olayına upgrade gelmişti. Bu yüzden pek yabancılık çekmedik. Haftalardır Bozyazı’da olan ekibimiz de ortama hemen adapte oldular. Morca Düdeni’ne ve çevredeki mağaralara peşi sıra giriyor ve yapılması gereken işlere koşturuyorduk.

Faaliyetin bizim için ilk aksiyonu Eren, Enes ve benim ısınmak (!) için Morca’ya girişimiz oldu. Temiz suyun ilk çıktığı yer olan 120 metreye kadar inip takılıp çıktık. Burada su içip bir şeyler atıştırdıktan sonra döndük. Su içme sırasında Enes’in ellerini mağaranın buz gibi suyunda üşümesini istemediği için tavuk gibi eğilerek su içmesi, bunu yaparken kafa üstü suya düşme riskini göze alması viral olmuştu. Bu ses getirecek olayda uzaktan farkedilemeyen su içinde çok küçük ve şeffaf karidese benzeyen canlıları farketmesi de takdire şayan. Enes’in enteresan su içme stilleri herkesin aklına kazınmış olacak ki bahsettiği canlıyı daha önce gören olmamış. (!)

Günlerden birinde ATM adındaki mağaranın döşemesi ve ölçülmesi için yola koyulduk. Mağaranın kocaman bir ağzı ve içerisinde de karanlığa uzanan kar tabakası vardı. Ezgi, Anıl, Eylül ile birlikte ağzından içeri doğru döşemeyi düzelterek ilerlemeye başladık. Eylül boltları ararken neredeyse kafasına ayağım kadar bir taş indiriyordum. O da bu konuda çok hevesli olacak ki “Taaaaş” diye bağırdığım anda kafasını kaldırıp üzerine gelen taşın yüzüne bir karış mesafeden geçişini izledi. Daha sonra ilk bağlantıları aldı ve peşinden ben kaynak yaparak ipe girdim. Çantamdaki diğer iple eğimli karın üzerinde inmeye başladım. Diğer bağlantı noktalarını bağlayıp diğer iple inişe devam ederken karların üstünde çukurlar gördüm. Bunların mağaraya girmeden attığımızda yuvarlanan taşlar olduğunu anlayana kadar bir ayıyla karşılaşmayı bekleyerek inişime devam ediyordum. Elimizdeki son ip olan bu ip de bitince tırmanış yapacağımız yere kadar ulaşamadan bitirmek zorunda kaldık. En azından tırmanılacak yere kadar gereken ip miktarını öğrenmiş olduk ve kamptan başka bir ekibi bu durumda bilgilendirebilecektik. İpleri bırakarak kamp alanına döndük. Gidişte ve dönüşte birkaç delik daha bulup koordinatlarını almıştık.

Ara ara mağarayı tanımak ve iş yapmaya başlamadan önce ısınmak için ekibimizden birileri ikide bir Morca’ya girip çıkıyordu. Bunun yanında civar mağaraların döşenmesi ve ölçülmesi işleriyle de ilgileniyorduk. Morca’ya giren Ezgi, Anıl, Beliz ve Kardelen’in peşinden Aleyna ile birlikte ben de girdim. Ezgiler dönerken karşılaştık ve selamlaşıp devam ettik. Kardelen fıtık beliyle mağarada bastonlu teyzeler gibi iki büklüm geziyordu. Biz de Aleyna ile hatırlayamadığım bir derinliğe kadar ilerleyip üşüyünce dönüşe geçtik. Dönüşümüz esnasında Morca bizim ufak tartışmalarımıza şahit olduysa da iki zıt kutbun nasıl uzlaştığına da tanık olmuş oldu.

Bir gece tepenin birinde yıldızların altında uyumak için bir ekip uyku tulumlarıyla yatmaya karar verdi. Bu ekiptekilerin anlattığı kadarıyla, bolca sohbet muhabbetin ardından oldukça soğuk ve rüzgarlı olan tepeden kimse (muhtemelen üşengeçlikten) inmeye yeltenmemiş ve penguenleri andıran bir şekilde tulumlarını dip dibe koyarak o tepeden ertesi gün canlı bir şekilde inebilmiş. Ender’in güzel bir jest yapıp herkesi gündoğumuna uyandırması da atlanmaması gereken güzel bir noktaymış. Ertesi gün mağaraya gireceğim için ben buna dahil olamadım. Ertesi gün mağaraya gireceğim diye yıldızların altında uyumadığımı düşünmeyin. -1000 metreye mağara telefonunu kontrol etmek ve kusurlu noktaları tamir etmek için girecektik. Bu sebeple en azından son kez sıcak çadırımda uyumak istedim. Evet yanlış duymadınız 100 değil 200 değil tam 1000 metre aşağıya telefon hattını ulaştıracaktık. Bu ekspedisyonun benim için anlam ve önemi tam olarak bu ekip ve bu ekiple yaptığım işti. Anıl, Eren, ben ve Graham… Elimizde kutu gibi bir telefon, kablo soyacağı, çakı ve desandörümüzle iniyorduk. Telefon hattındaki sorunu çözerek 1000 metreye ulaştırmak için yapmamız gerekenler basitti: Kablonun bir mağaracıyla temas ihtimalinin yüksek olduğu yerlerdeki kabloyu kesip telefon bağlayarak kontrolünü yapıp tekrar birleştirmek. Pek çok noktada bunu yaparak ilerledik. En son Cennete Giden Takılgeç’ in (!) sonunda kontrol ettik ve dışarıdaki kampa zor da olsa ulaştık. Daha sonra shiftimizin adı olacak olan “Alo…aloo…alo” diyaloglarının ardından dışarıda bizi bekleyen biriyle iletişime geçip -450 metre derinlikte bulunan Zavallılar Kampı’nda yatacağımızı bildirdik ve kabloları birleştirip inişe devam ettik. Kampa son bir ip kaldığında Eren’le beraber Anıl’a dönüp baktık ve son ip olmasaydı işimizin uzun olacağını anlayarak gülüştük. Kampımız yokluk içinde varlığı hissettiren türdendi. Az eğimli zemin, rüzgar kesen bir duvar ve en iyisi tyrolean manzaralı mutfak… Yemeğimizi yiyip uyumaya çalıştık. Anıl için ilk mağara kampıydı ve bana da zamanında “İlk mağara kampında çok zor uyuyacaksın” dendiği gibi ona da aynısını söyledim. “Ama ben fosur fosur uyumuştum” diye de ekledim. Anıl sanırım sadece “ama”dan sonrasını dinlemiş olacak ki ben en az kayarak sabit yatabileceğim yeri bulana kadar horlamaya başlamıştı. Yine Eren’le göz göze geldik ve gülmeye başladık. Tabi bu gülüşmeler daha sonra yerini “Keşke Anıl horlamaya başlamadan biz uyusaydık” sözlerine bıraktı. Gecenin her 45 dakikasında bir kayarak Anıl’ın kafasına dayandığım için uyanıp geri tırmandım. Gariptir ki bunlar olurken Anıl hala horluyordu. Neyse bir şekilde geceyi sabah ettikten sonra (tabii ki bunu güneşin doğuşundan değil öten saatlerimizden anladık) şaşılacak bir olaya daha tanık olduk. Tek öten kol saatinin sahibi olan Anıl alarmına uyanıp ertelemeye başlamış. Bırakın mağara kampında zor uyumayı horlayarak uykuya hemen dalmış üstüne bir de uyanmamak için alarm ertelemeye başlar olmuştu. Neyse bizi biraz rötarlı da olsa uyandırdıktan sonra kahvaltımızı yaptık. Su kaynağına ulaşmak için ipe girmek gerektiğinden elimizdeki suyu en idareli şekilde kullanmaya çalışıyorduk. Bu yüzden noodle’ı yemeden önce suyunu süzüp o sıcak su ile kendimize kahve yaptık. Körili kahvemizi içmek için telefon hattının kontrolü esnasında sıyırdığımız kablolardan kendime pipet yaptım. Ne de olsa covid diye bir virüsle karşı karşıyaydık. (!) Kahvemizi de içtikten sonra inişe başlamadan kampın yakınındaki kabloyu keserek dışarısı ile iletişim kurmaya çalıştık. Cennete giden takıl-geçte çalışan telefon biraz aşağıda çalışmıyordu. Geri dönüp acaba bağlarken hata mı yaptık diye kontrol etmeye döndük ve yine en son bıraktığımız yerden dışarısı ile konuşabiliyorduk. Tekrar daha kontrollü bağladıktan sonra kampımızın yanından tekrar bir deneme yaptık ve başaramadık. Telefonda biraz azar işittikten sonra çıkışa geçtik. İlk defa mağara telefonu için mağaraya girmiş üç kişi için bence gayet başarılıydık. Çünkü daha mağaranın ağzından dışarıdaki kampa kadar iletişim kurulamıyorken artık dışarıdaki kamp ile -450 m aşağısı arasında iletişim kurulabiliyordu. Çıkışa geçtiğimiz anda Cennete giden (!)takıl-geçte çanta vs. çıkarmak için -525 metreye giden Beliz, Eylül, Ezgi ve Enes ile karşılaştık. Bilen bilir o daracık takılgeç tek şerittir ve tam ortasında gidiş dönüş çakışınca mahalle kavgası gibi “Hayır kardeşim yol benim sen gideceksin geri” benzeri tartışmalardan sonra bir şekilde geçip gittik ve mağaradan çıktık. 

Bunların dışında bu faaliyette unutmadığım bir diğer shiftse Eren ile beraber -525 metrede Bulgarları karşılayıp çanta çıkarmalarına yardım edeceğimiz shift idi. Saat 19.00’da -525 metre derinlikte olmamız gerekiyordu. Mert’in rekorun 2,5 saat olduğunu ve bizim de en fazla 3 saatte ineceğimizi öngörmesi üzerine biz saat 16.00’da mağaraya girdik. Bilin bakalım ne oldu. Biz Eren’le saat 18.10’da -525 metredeki mağara kampına ulaşmıştık ve 50 dakika kadar Bulgarları bekleyecektik. Mağara kampına inen son ip üzerindeyken Batu ve Büşra ile karşılaştım. İkisi mağaradan örnek almak için birkaç gün önce 1000 metreye girmişlerdi. Büşra’nın ben ipteyken bana sorduğu ilk iki soruyu asla unutamıyorum. Birincisi “Saat kaç?” ve gayet normal bir soru olduğu için hiç garipsemeden altıyı on geçtiğini söyledim. Ancak ikinci sorusuyla beynimden vurulmuşa döndüm. Soru şuydu “Sabah mı akşam mı?”. Bu iki arkadaş yanlarına saat almadıkları için kaç gündür içeride olduklarından bir haber yorulunca uyuyup uykularını alınca uyanarak ilerlemişler. Tek eksikleri saat olsa neyse. Yanlarında çakmakları da olmadığı için taşıdıkları tüpü, dolu bir şekilde yanlarında gezdiriyorlarmış. Uyumadan önce bacak aralarına koyup ısıttıkları konserveleri tüketiyorlarmış. Şanslılar ki Eren ile bende her zaman bir çakmak vardır. Size çakmak lazım espirilerinden sonra dolu tüplerini yakıp mağara kampındaki çadıra girdik, yemek yedik, çorba ve kahve içtik. Bulgarlar o kadar yoklardı ki İTÜMAK kamp oyunlarının yarısından fazlasını Büşra ve Batu’ya öğretip içerde birkaç tur oynadık. Daha sonra ikisi çıkışa devam ettiler ve Eren’le birlikte beklemeye devam ettik. Saat 21.00’e yaklaşıyordu. Eğer 21.00 olsaydı son bir “Heyooo” çığlığı atıp çıkışa başlayacaktık. Üstelik çanta ve Bulgar görmeden… Tam 20.55’te ‘’Heyo’’muza bir karşılık geldi ve ilk olarak Kotze (umarım adı böyle yazılıyordur) 525 kampına ulaştı. Gerisin geri bütün Bulgarlar kampta toplandı ve Eren’le birlikte çantalarından bazılarını alıp çıkışa geçmemiz saat 22.00’yi buldu. Tamı tamına 3 saat 50 dakika mağara kampında uyumadan sadece oturarak bekledik. Çok organize bir organizasyonsuzlukla bu durumu yaşadık. En azından mağarada birini beklerken ne kadar dayanabildiğimizi öğrenmiş olduk. Daha sonra hızlarıyla ün salmış Bulgar mağaracılara elveda diyerek mağaradan çıktık. Tabi bu bir ekibin çanta sayısını azaltmak için girip çanta alıp çıkma işleri öyle bedava olmayacağından Bulgar mağaracılardan çantalarını aldığımız ikisi Eren’le bana ikişer şişe borçlandılar. 

İki senedir -525 metreden döndüğüm için her ne kadar içim içimi yese de o daracık -750 metrelere girmediğime de içten içe seviniyor gibiyim. İleride belki oralara da giderim. Nasipte varsa…

Kardelen:

Türkiye’nin en derin mağaralarından birine girecek olmanın heyecanı ile birlikte bir ısınma shifti atmanın güzel bir fikir olduğu düşüncesindeydik. Çünkü böyle bir mağarada gidebileceğimiz en derine gitmek hepimizin hedefiydi. Ama öncesinde kendimizi denemek için daha az bir derinliğe girmek gerekiyordu. Bu yüzden Ezgi, Beliz ve Anıl’la kuşanıp mağaraya doğru yola çıktık. Heyecanlıydık fakat benim biraz da korkum vardı çünkü belimde fıtık başlangıcı olduğunu daha yeni öğrenmiştim ve daha da kötü bir hale sokarım diye geriliyordum. Başlarda güle oynaya şarkılar türküler eşliğinde mağaranın derinliklerine ilerliyorduk. Tutmasalar mağara sonuna varacak bir motivasyon vardı ekipte ama benim belim ufak ufak sinyaller veriyordu “Kardelen gidiyorsun da bunun bir de dönüşü var.” Daha fazla ilerlemeden ekibe artık çıkışa geçsek iyi olacağını belirttim ve onlarda hiç söylenmeden onayladılar ve çıkışa geçtik. Her şey güzel  giderken ilk defa giydiğim iç tulum yüzünden oturtamadığım kuşam, kapısı sürekli açılan göğüs cumarım ile birlikte belim gittikçe artan bir şiddetle ağrımaya başladı. Son 80 metrede belimi dikleştirmeye çalışırken bir anda kitlendim ve yere çöküp kaldım. Mağaradan çıkabileceğime dair tüm inancım bir anda kayboldu. Kafamda “Asla çıkamayacağım” düşünceleri dönüyordu. Ama sağ olsun ekibin geri kalanı -özellikle Beliz- öyle bir gaz verdi ki mağaranın geri kalanında uçuyorduk resmen. Artık son çıkışa geldiğimde son bir gayretle cumarlayıp çıktım. Mağaradan çıkmıştım , yeryüzündeydim ve vücudumdaki fazla gazın vermiş olduğu hissizlik kaybolmuştu. Son emniyetlerimi de ipten aldığımda yine bir kitlenme geldi ve yüzüstü yere kapaklandım. Ağlamaya başlamıştım ama bunun sebebi canımın acısı değildi. Aklımdaki tek soru “Artık mağaracılık yapamayacağım” idi. Yine canım ekip arkadaşlarımın sarılmalı duygusal destekleriyle birlikte kamp alanına geri döndük. Ve korkulan olmadı hala mağaracılık yapabiliyorum. :)

Beliz:

Önceki sene katılamayıp yiğitlerimi yolcu ettiğim Morca’ya 2020 yılında katılacak olmanın heyecanı içindeydim. Birkaç gece önceden rüyalarımda mağaranın nasıl olduğunu görüyor, kendimi içeride ilerlerken buluyordum. İlk defa bu kadar derin bir mağaraya girecektim, neler yaşayacağımı bilmiyordum.

Ender çöpleri ve telefon kablolarını çıkarmak için Ezgi’yle -525 metredeki mağara kampına inmemizi söylediğinde başka isteyen olup olmadığını sorduk. Binbir kararsızlıkla gelen Eylül ve net bir şekilde gelirim diyen Enes ile birlikte hazırlanıp mağaraya girdik. Ezgi de ben de birkaç gün önce -230 metreye inmiştik ve buradan sonrasını ip hatlarını koklayarak bulacaktık. Bildiğimiz yere kadar birlikte indikten ve sorun olmadığını gördükten sonra Ezgi’yle biraz daha hızlandık. O kadar çok ip o kadar çok hat geçmek bir yerden sonra insanı zihinsel olarak etkiliyordu, bu etkiyi anlatabileceğimi sanmıyorum ancak durup önce Eylül’e daha sonra Enes’e gaz vermek için içinde “gel” kelimesi geçen bütün şarkıları söylerken o etkiden eser kalmamıştı. Enes ve Eylül de geldikten sonra ilerlemeye devam ettik. Kaçıncı metrede olduğumuzu tahmin etme yarışları artan hızıyla devam ederken bir gecedir içeride olan Efe, Eren ve Anıl Özrenk ile karşılaştık. Efe’nin “Şu Hacıyatmaz’ı geçince bir ip iniyorsun bir ip çıkıyorsun sonra mağaraya inen iniş geliyor…” anlatışıyla kampa az kaldığını öğrendiğimizde mutlu olduk. Dar bir ip hattında her türlü şekle girerek yol verip onlarla vedalaştık ve devam ettik.

Hızlıca devam ederken bir anda Ezgi bana bakıp serçe parmağını hissetmediğini söyledi. Artık yorgunluk ve işte o zihinsel etki bizi zorlamaya başlamıştı, enerji toplamamız gerekiyordu. Bir anda Ezgi “Çadır görüyorum, kamp görüyorum.” diye bağırmaya başladığında hepimiz mutlu olduk. Baktığı yere bakıp bir şey göremediğimde kendini sorgularcasına halüsinasyon gördüğünü düşündü ama gördüğü şey gerçekti, daha da aşağı indikçe net bir şekilde parlayan mağara kampı gözüküyordu. Keyifli keyifli aşağı indiğimizde önceki tecrübelerimden oturursam kalkamayacağımı bildiğim için öncelikle mağara çantalarına çöpleri ve telefon kablolarını doldurdum. Enes ve Eylül de gelince hep birlikte çadıra girip ocağı yaktık ve sonrasında çok pişman olacağım o an geliyordu. Önce güzelce çorbalarımızı içtik, sonra ise o lanet soslu noodle ı yaptık ve bir kaşığı aramızda dönerek yedik. Noodle ın acı sosu Enes ve benim midelerimize oturmuştu ve hassas midem bunu kaldıramadığını mağaradan çıkana kadar belli edecekti.

Enes biraz mağaradaki telefon hattını kurcalarken bir anda aşağıdan rock müzik sesleri gelmeye başladı. Birkaç gündür -1000 metrelerde olan ekipten iki kişi çıkmaya başlamıştı. Sessiz bir mağarada bir anda öyle bir ses gelmeye başlayınca irkilmenin normal olduğundan bahsetmeme gerek yok herhalde. Onların geliyor olması ve bizim işimizi bitirip enerji toplamamızla birlikte Ezgi’yle birlikte çıkışa doğru basmaya başladık. Eylül ve Enes de arkamızdan geliyordu ancak aşağıdan gelen ekibin tek isteği hızlıca çıkmaktı. Bu sebeple eğer bize yaklaşırlarsa onlara ip hattı üzerinde olmadığımız bir yerde bekleyip yol verecektik. Arkada bizi takip eden bir rock müzik ile birlikte hızlıca ilerliyorduk. 60 metrelik çok boltlu inişin olduğu yerde artık can sıkıntısından kaç bolt olduğunu sesli sesli saymaya başlamıştım. Taşıdığım çantada mağara telefonu vardı ve zarar vermemek için ip hatlarındayken de sırtımda taşıyordum. Onun beni artık sıkmaya başlaması ve sürekli cumarlamaktan noodle ın etkisini daha fazla hissetmemle birlikte midem bulanmaya başlamıştı. Artık arkadan gelen bir rock müzik yoktu, mağara sessizdi ve her halimden belli olan bulantım vardı.

Her ip hattını çıktığımda durup midemin toparlanması için soluklanıyordum, kusmayacaktım inat etmiştim. Ben soluklanmak için durup gözlerimi kapattığımda Ezgi de benim için endişeleniyor ama aynı zamanda da “midem bulanıyor” cümlesine rağmen kendi midesini zapt edebiliyordu (Biri midem bulanıyor diyince Ezgi hep kusar). Artık mağaradan çıkmamıza az kalmıştı, bunun gazına gelip hızlanmaya çalıştım çünkü saat geç olmuş, uyku hafiften bastırmıştı. Mağaranın başındaki inişleri ezbere bildiğim için kaç ip kaldığını önceden Ezgi’ye söylüyordum, hızlı hızlı (o anki bana göre hızlı(!)) gidiyorduk. Mağaranın ağzındaki çıkışa geldiğimde gökyüzü, karanlık ve son ip hattı olması beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Son çıkışı çıkıp mağaranın ağzında oturan Ezgi’nin “Beliz çabuk gel hava çok güzel yıldızlar çok güzeeeell!” bağırışlarıyla hızlıca son çıkışı çıktım ve bir süre oturup yıldızları, gökyüzünü seyre daldık.

Ah o noodle olmasa…

Yazanlar: Bülent Efe Temür, Beliz Aydın, Kardelen Nurdoğan, Enes Mutta
Düzenleyen: İrem Güzel

Yazı Başlık Fotosu

Ocak Yarası

Düzce / Tantan Kuyu Mağarası Araştırma Gezi Yazısı, 8-10 Ocak 2021

Katılanlar: Hakan Eğilmez (GALERİ), Beliz Aydın, Burak Çelikçi(CEMAK), Bülent Efe Temür, Eylül Horoz, Eren Kenan, Giray Arat.

EREN:

Eylül ayından beri hafta sonu sokağa çıkma yasağı olduğu için hiç gezi yapamamıştık. Düzce’deki mağaraları araştırmak için Hakan valilikten izni ayarlayınca çok mutlu oldum. Cuma günü sokağa çıkma yasağına yakalanmamak için geç saate kalmadan İTÜ’den malzemeleri ayarlayıp iki araba, yedi kişi yola koyulduk. Akşam saat 22.00 civarlarında kamp kuracağımız alana en yakın köy olan Eminaçma’ya vardık. Ben arabamı köyde bıraktım. Hep beraber malzemelerle birlikte Hakan’ın arabaya atladık ve bozuk toprak yolda kamp alanına yaklaşabildiğimiz kadar yaklaştık. Hafta sonu yağış gösterdiğinden ve yolun gitgide kötüleşmesinden dolayı arabayı kamp alanına 10 dakikalık mesafede bırakıp eşyaları kampa taşıdık. O gece yağmur yağmadı, biz de yol yorgunu olduğumuzdan kendi çadırlarımızı kurup biraz goygoy yaptıktan sonra uykuya daldık.

Sabah ilk iş yapılacakları belirlemekti. Yemekleri yiyip çay kahve içerken ekipleri oluşturduk. Efe ve Eylül Tantan’a gidip mağaranın girişindeki 70 metrelik inişi döşeyip inişin ortasında bulunan 12 metrelik paslı merdiveni ip hattından çekecekti. Ben, Burak ve Giray ise Kurtsuyu deresinde bulunan Kurtsuyu Mağarası’nı bulup ölçümünü yapacaktık. Hakan ve Beliz de jandarma ile görüşmek ve kamptaki eksikleri almak üzere köy merkezine inecekti. Planlar yapıldı, hazırlıklar tamamlandı. Kamp alanından önce Efe ve Eylül ayrıldı, biz de bodur fındık ağaçlarını kullanarak tenteyi zar zor kurup kampı yağmura hazırlıklı bir şekilde bıraktıktan sonra arkalarından gidip mağara ağzında kurtarma saatlerini öğrendik ve Kurtsuyu mağarasını aramaya başladık.

Kurtsuyu deresinin kenarından yürürken çok güzel manzaralara şahit olduk fakat bu manzaralar taş ocağının ilerlemesini durduramasaydık önümüzdeki yıllarda yok olacaktı. Bizim Tantan ve Kurtsuyu mağaralarını araştırma sebebimiz de bu ocağın ilerlemesini engellemekti. Ben bu yazıyı yazarken Tantan Kuyusu A sınıfı mağara seçildi ve şimdilik taş ocağının ilerlemesini durdurabildiğimizi söyleyebilirim.

Bu kısa açıklamadan sonra kaldığımız yerden devam ediyorum. Derenin yakınında ağzı dar ve suçıkan bir mağara bulduk ve onu Kurtsuyu sandık. Burak ve ben mağarada kah buz gibi suda sürünerek kah yürüyerek ilerledik fakat bu süreç çok uzun sürmedi. Mağara sifonla kapanıyordu. Ardından Giray ve ben mağaranın ölçümünü tamamladık ve kamerayı riske atmamak için Giray mağara girişinden çok ilerlemeden güzel fotoğraflar çekmeye çalıştı. Biz Giray ile ölçüm ve fotoğrafla uğraşırken Burak Kurtsuyu Mağarası’nı bulmuş. Kurtsuyu 2 Mağarası’nda işimiz bittikten sonra (Asıl Kurtsuyu’nu bulduğumuzda bu mağara Kurtsuyu 2 olmuş oldu.) Kurtsuyu Mağarası’nın ağzına geldik. Orada bizi Hakan, Beliz ve Metin Abi bekliyordu. ( Metin Abi, bize yardımcı olan ve mağara araştırmasının haber yapılmasını sağlayan fotoğrafçıdır.) Yine mağarayı ölçmek ve fotoğraflamak için Giray, Burak ve ben girdik. Metin Abi yanında taşıdığı kamera flaşını verdi. Biz önden Burak ile ölçümleri alırken Giray arkadan video ve fotoğraf çekerek geliyordu. Bu mağarada da buz gibi suya girmek zorunda kaldık. Ölçümün sonuna yaklaştığımızda gölün ortasındaydık ve su göğüs seviyesindeydi. Mağara devam ediyordu, su da derinleşiyordu. Ölçüm esnasında suda durmaktan üşüdüğümüzden dolayı mağaradan çıkıp biraz ısındık. Mağara ağzında meraklı yüzler bize sorular sormaya başladılar. Soruları cevaplayıp biraz ısındıktan sonra ölçümü bitirmeye geri döndük. Defteri Giray tutuyordu, lazermetre ve klino-pusulayı suya değdirmekten çekindiğim için önce lazermetreyi Giray’a bırakıp, çeneme kadar suya girip ölçümü aldım. Ardından dönüp lazermetreyi alıp aynı işlemi tekrarladım. Bu kısımda çok yavaş hareket ediyordum, soğuktan biraz titrediğim için lazermetreyi suca düşürmekden oldukça endişeliydim fakat bir sıkıntı yaşamadım. Sifona kadar ölçümü alıp tamamladıktan sonra mağaradan hızlıca çıkıp dışarıda ısınmaya çalıştık.

Biz mağaradan çıkınca Metin Abi de kamerasını çıkarıp bizlerle röportaj yapmaya başladı. Giray, Burak, Beliz, Hakan ve ben teker teker mağara hakkında konuştuk. Sonrasında eşyalarımızı toplayıp ıslak tulumlar üzerimizdeyken kamp alanına doğru yola koyulduk. Geldiğimiz yoldan dönerken tekrardan Kurtsuyu deresinin kenarında uzun uzun yürüdük. Yaklaşık 1.5 metrelik bir şelale tam kaydırak gibi gözüküyordu. Ben de daha yeni buz gibi suyun içinden çıktığım için ıslanmaktan çekinmiyordum. Kendimi şelalenin akışını bırakıp 1 saniye eğlendikten sonra soğuk suyla temas edince kendimi titremekten alıkoyamadım. Ama değdi.

Kamp alanına döndüğümüzde hemen ıslak kıyafetleri çıkarıp fındık ağaçlarına astıktan sonra kuru iç tulumumu ve üzerine montumu giydim. Bu sırada Efe ve Eylül hala mağaradalardı. Kurulanıp, sıcak bir şeyler içtikten sonra Hakan ile birlikte mağara ağzına bakmaya gittik. Vardığımızda başka meraklı insanlar ile karşılaştık. Biz Efelerin mağaradan çıkışını beklerken mağara hakkında türlü türlü define hikayeleri anlattılar. Taş ocağının sahibi gömüler bulmuş, geçen haftalarda biri bu mağaradan tonla altın çıkarmış vs vs. Efe mağaradan çıkınca aşağısı hakkında sorular sormaya başladılar. Bu sırada gözleri sarı sarı parlayan bir şeye takılmıştı: Mağara Çantası. Hakan bunu anlayınca Efe’ye işaret yaptı, çantayı boşaltıp meraklıların aklındaki soru işaretlerini gidermiş olduk. Efe mağaradan çıkarken altın değil ama definecilerin kullandığı bir merdiven çıkarmıştı. Biz şimdi bunu nasıl taşıyacağız da çöpe atacağız derken fırsat ayağımıza gelmişti. Meraklı köylülerden birine ihtiyacı varsa alabileceğini, bizim zaten bunu çöpe atacağımızı söyledik. O sırada Eylül son bolta gelmişti. 70 metrelik çıkışta biraz terlemiş olacak ki tulumunu ve iç tulumunu kollarından çıkarmış, sporcu sütyeniyle beraber köylülere selam vererek geliyordu. Umarım köy kahvesinde bu gördüklerini 1 e 1000 katarak konuşmuyorlardır. Eylül mağaradan çıktıktan sonra meraklılar merdivenle birlikte köylerine, biz de Efe ve Eylül’ün mağarayı anlatma eşliğinde kamp alanına dönüyorduk. 

Akşam tüpte yemeğimizi yaptık, tenteyi yükseğe kuramadığımız için altında iki büklüm oturarak muhabbet ettik, ertesi günün planını yaptık. Mağarada ertesi gün herkes için iş vardı: Fotoğraf ve video, ölçüm, devam eden kollara bakmak. İş planlamasını tamamlayıp Anıl Alyanak’a (Gezinin İstanbul kontağı) bilgilendirmeleri yaptıktan sonra temiz bir uyku çekmek için çadırlara dağıldık. 

BELİZ:

Pazar günü önceki güne kıyasla yağmurlu ve soğuk bir güne uyandık. Yağmur şiddeti o kadar fazlayken bir iş yapamayacağımızı fark edip azalmasını beklemeye karar verdik. Bu sırada sabah kahvaltısı ve çay/kahve sefalarımızı yapıyorduk. Mağaraya ayrı saatlerde üç ekip olarak girecektik: Eylül ve Giray önceden girip mağarayı ölçecek, daha sonra Hakan, Burak ve ben video – fotoğraf çekimi yapmak için girecektik. En sonda da Eren ve Efe gelecekti. Eylül ve Giray’ı ısıtıp mağaraya yolladıktan sonra biraz kampı toplayıp hazırlandık. Artan yağmura karşı hazırlıklı bir şekilde şemsiyemle mağara yolunu tuttum. Vardığımızda fotoğrafçı Metin Abi ve oğlu da oradaydı. Eylül ve Giray henüz mağaranın ağzında iken keyifli bir sohbete başladık. Daha sonra bu sohbete mağara ağzına gelen abiler de eşlik edecekti. 

İlk defa girdiğim bu mağarada beni nelerin beklediğini bilmiyordum. Ayrıca ilk defa fotoğraf ve video çekimi için mağaraya gireceğim için oldukça heyecanlıydım. Burak’la iletişim halinde inerken çeşitli pozlar verip aydınlatmalar yaparak yardımcı olmaya çalışıyordum. Bir zaman sonra fotoğraf çekme merakımla kamerayı ele geçirip iyi kötü fotoğraflar çekmeye başladım. Diğerleri mağara içerisinde ilerlerken biz suyun olduğu kısımda bir video çekmeye çalışıyorduk. Videoda mağarada olanları anlatmam gerekiyordu ancak kamera karşısında konuşmak sandığım kadar kolay değildi. Bir Karadenizli olarak Kurtsuyu Deresi demem gerekirken her seferinde istemsizce Fırtına Deresi dememe rağmen 10 tekrarda videoyu başarıyla tamamlamıştık. Başarılı olan bir video dışındaki diğer videolar ise o anları gülerek hatırlamamız için bize kalmıştı. 

Yavaş yavaş ilerlerken her gördüğümüz oluşumu ve tahribatı çekmeye çalışıyorduk. Artık ışık ayarlama ve daha iyi çekme konularında amatörlükten biraz çıkmıştık, en azından doğru renkleri yakalayabiliyorduk. Mağaranın sonu olduğunu düşündüğümüz yerde sağa doğru daralan kısımda ilerleyerek diğerlerine ‘’heyoo!’’ luyorduk. ‘’Heyoo!’’ larımıza yanıt aldıkça ilerliyorduk fakat önümüze çıkan yer aşağı inmesi mümkün olmayacak kadar derin ve hızlı su akışına sahip travertenlerdi. Diğerlerinde kamera vs olmadığı için travertenlerden inip ıslanarak gittiğini ve ileride olduklarını düşünüp orada bir video çekmeye çalıştık. Ancak kameranın bataryası bitmek üzereydi ve Burak’ın konuşması sırasında kapandı. Fotoğraf ekibinin davası tabii ki batarya bitene kadardı. Bundan sonra mağarada bir görevimiz yoktu ve istediğimizi yapabilirdik. Oturup sohbetler ettikten sonra dönmeye karar verdik. İlk videoyu çektiğimiz yere geldiğimizde hala nasıl diğerlerini görmediğimizi tartışırken Eren ve Efe kuru bir şekilde geldi. Bizim mağaranın sonu sandığımız yerin yukarısından aslında mağaranın devam ettiğini ve uzun bir süre ilerlediklerini söylediklerinde travertenlerden aşağı inmeye çalışmadığımız için kendimizi tebrik ettik.  

Hakan da geldikten sonra yavaş yavaş çıkışa geçmeye başlamıştık. Eylül ve Giray’ın da ölçümü bitirip geldiklerini üzerime düşen yağmur damlalarına karşı karanlıkta yukarıyı görmeye çalışırken duyabiliyordum. Islaklık, karanlık ve yorgunlukla mağaradan çıkarken Metin Abi ve oğlunun bizim için yaktığı ateşi gördüm. Daha motive bir şekilde mağaradan çıktım ve Metin Abi’ye röportaj vermeye başladık. Röportajlardan sonra Metin Abi ve oğlu evlerine döndü. Biz de herkes mağaradan çıktığında kampa gidip toparlanmaya hazırdık. 

Yağmur çamur demeden mümkün olduğu kadar hızlıca toparlandık ve eşyaları 10 dakikalık yürüme mesafesindeki Hakan’ın arabasına taşıdık. Taşıma işlemi devam ederken kolaylık olsun diye arabayı çevirmek isteyen Hakan’ın arabayla yana yattığını gördüğümüzde hepimiz konumlanıp arabayı ittirmeye başladık. Yola bulduğumuz odunları koyarak da denesek bir çözüm alamıyorduk. Araba çamura saplanmıştı. Hakan ve Eren çareyi köye yürüyüp muhtarla konuşmakta buldular. Bu sırada biz de kaçta Hakan’ın evinde olabileceğimize dair iddialara girmiş, Eylül’ün ödevini yetiştirebilmesi için çabalıyorduk. Eren ve Hakan iddiaların aksine kısa bir süre sonra traktörle birlikte döndü. Traktör şoförü hızlıca zinciri takıp Hakan’ın koskoca 4×4’ünü bir oyuncak araba edasıyla sağa sola çevire çevire çamurdan çıkarıp düz yola soktu. Bunca zaman arabasının temizliğine dikkat edip içeri çamurlu çizmeler ve kaskla kimseyi sokmayan Hakan’ın o an tek isteği gitmek olduğundan hepimiz çizmelerle arabaya girdik ve önde traktör arkada Hakan’ın arabası çamurlu yollarda pür dikkat köye varmaya çalıştık. 

Köye vardığımızda her şey bitmişti. Artık sırada otoban ve Hakan’ın Düzce merkezdeki sıcacık evine gidip sabahtan bize hazırlattığı pideleri yemek vardı. Eren’in arabasına gerekli eşya ve insan aktarımlarını yaptıktan sonra Hakan’ın abisine uğrayıp pideleri aldık. Eve vardığımızda hepimiz yorgun birer savaşçı olarak pidelere yumulduk. Gecenin ilerleyen saatlerinde kalorifer dibine koyduğum uyku tulumuma girip sımsıcak bir uyku çektim. Pazartesi sabahı erkenden İstanbul yoluna çıkmayı planlamış olsak da uyanmamız 10’u bulmuştu. Güzel bir kahvaltının ardından Metin Abi’nin gelmesiyle kendimizi fotoğraf ve videolara düşmüş bulduk. Uzuuun bir süre çektiklerimizi izledikten sonra artık yola çıkma vakti gelmişti. Tekrar eşyalar arabalara yüklendi ve yolculuk başladı. Bundan sonra bize kalan kısa sürede bitmesi gereken bir temizlik ve hazırlanması gereken bir rapor olacaktı… 

Ekipler:

8 Ocak Cuma:

  • 17.05 İTÜ’ den yola çıkıldı.
  • 22.05 Köye varıldı ve kamp alanına yürümeye başlandı.
  • 23.00 Kampa varıldı.

9 Ocak Cumartesi:

  • 08.40 Döşeme Ekibi (Efe,Eylül) kamptan çıkış (Kurtarma saati:19.00)
  • 09.30 1.ekip kamptan çıkış (Eren, Burak, Giray) (Kurtarma saati: 17.30)
  • 10.00 Köye gidildi (Beliz, Hakan)
  • 11.30 Beliz ve Hakan 1. ekibin yanına gittiler.
  • 15.30 Kampa varış (Eren, Burak, Giray ve Beliz, Hakan)
  • 17.30 Döşeme Ekibi (Efe, Eylül) kampa varış

10 Ocak Pazar:

  • 11.00 Ölçüm ekibi (Giray, Eylül) kamptan çıkış (Kurtarma saati:21.30)
  • 11.30 Beliz, Burak, Hakan kamptan çıkış (Kurtarma saati:21.30)
  • 12.00 Eren, Efe kamptan çıkış (Kurtarma saati:21.30)
  • 21.00 Tüm ekipler kampa varış
  • 22.50 Kamptan yürünmeye başlandı
  • 23.10 Araçlara varış

Yazan: Eren KENAN, Beliz AYDIN

Düzenleyen: İrem GÜZEL

Resim1

Kamp Ama 4.5G

Tabak 1- Tabak 2- Kilise Düdeni Mağaraları, Antalya/Döşemealtı,
22-28 Şubat 2021

Geziye Katılanlar: İrem Güzel, İrem Kapucuoğlu, Anıl Alyanak, Anıl Özrenk, Beliz Aydın, Tuğçe Nur İlbaş, Giray Arat, Kardelen Nurdoğan, Bülent Efe Temür, Eren Kenan, Niyazi Karacalar, Ezgi Özgün, Burak Gökyer, Aleyna Cingöz, Enes Mutta, Ahmet Ali Atalay, Tarık Doğan, Ümit Alp Özkaya, Uzay Atasoy, Tuna Demir, Mustafa Atmaca, Ulaş Tonuç.

Pandemi döneminin getirdiği gerginlikler ve şartlar sebebi ile; değil
22 kişi bir araya gelmek, 2 kişi buluşup bir kahve içmenin bile epey zor olduğu
bir dönemde uzun uğraşlar, mailler, fakslar, dilekçeler ve telefon trafiğinin sonucunda
zor olan başarılıp gezi planlaması ve organizasyonu tamamlandı. Artık geriye
sadece 22 insanın buluşması ve mağaracılık yapması kalmıştı…

İstanbul ekibi, 21 Şubat 19.40’ta 10 kişilik bir güruh halinde
Antalya’ya doğru maskeli (!) ve zorlu yolculuklarına başladılar. Antalya’dan
kampa katılacak ekip ise Antalyalıların rutin akşamüstüleri nasıl oluyor ise o şekilde
ellerinde şarapları, günbatımı eşliğinde palmiye ağaçlarının, Akdeniz’in sıcak
suları ile buluştuğu noktada jakuzilerinden İstanbul ekibinin çetrefilli
yolculuklarını WhatsApp grubu üzerinden okumaktaydılar. Tabi ki Gaziantep’ten, Mezopotamya’nın
oldukça bereketli ve ılıman iklimli topraklarından yola çıkan Niyazi’yi
unutmamak gerek. Herkesin aklında ve kalbinde özlemle büyüttüğü tek bir hayal
vardı; saatler sonra mağaradan çıkınca kendilerini bedenlerine Akdeniz’in
verimli ve anaç güneşi vururken Kırkgöz Göleti’nin serin sularına bırakmak…

22 Şubat 2021 sabah saatlerinde yorgun, halsiz, uykusuz ve maske
sebebi ile oksijensiz kalan İstanbul ekibini ve Mezopotamya savaşçısı Niyazi’yi,
uykusunu almış, dinlenmiş, sadece 15 dakika uzaklıktaki yataklarından kalkıp
gelmiş Antalya ekibi karşıladı. Hızlı, hasret dolu ama aynı zamanda ‘’Korona
olur muyum?’’ hissi ile gerçekleşen kucaklaşmalar ve yenilerin anlamsız ve
tedirgin bakışları eşliğinde otobüse yerleşildi, otobüsün kapısını yavaşça
kapatıp, alışık olduğumuz o bıyıkaltı gülüşü ile bizi karşılayan o adam…
yabancı değildi. Daha öncesinde Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği
Antalya’nın turistik mağaralarının tanıtım çekimlerinde İrem Güzel, Ahmet Ali ve
Kardelen’i turizm adı altında katledilen mağaralara götüren Cevat abinin ta
kendisiydi. Bu sefer ise mağaracılık hasreti ve sevgisi ile yanıp tutuşan
gençleri, özledikleri hasret duydukları topraklarla kavuşturmak üzere demir
atına (otobüs) binip gelmişti.

Vadedilen topraklara yolculuk başlamıştı… Tüpçü ve market gibi elzem duraklardan sonra Tabak Mağaraları’na doğru geçildi. Önceden belirlenmiş olan shiftlere göre ilk iki shift tabak-1 ve tabak-2’ ye geçiş yapmak için hazırlandı. Bu sırada Tarık bir düğün fotoğrafçısı edasıyla shiftleri “Kayalara doğru değil! Arkanızı göle verin, kayalar iyi çıkmıyor” söylemleriyle yönlendirerek güzel fotoğraflar çekti. Adeta bir keçi edasıyla, yeni yıkanmış sarı ve kırmızı tulumların renk cümbüşü yarattığı bir manzarayla, shiftler hızlıca kayaları tırmanıp, mağaralara yol aldı. Her mağarada bir shift olacak şekilde tabak-1 ve tabak-2’ye girdiler. Buradan çıkan ekip daha sonra çaprazlama yaparak diğer mağaraya girdiler. O sırada 3. ve 4. shift güneşin ve gölün tadını çıkararak, mağaradaki shiftlerin dönmesini beklediler.

Gezideki herkes tabak-1 ve tabak-2 mağaralarında girdikten sonra, asıl kamp alanımız olan orfe at çiftliğine gitmek üzere yola koyulduk. Kamp alanı demişken, gittiğimizde bizi karşılayan DÖDOSK bey ve ekibi tarafından ellerimize tutuşturulan Dağcılık Federasyonu, DÖDOSK gibi flamalar eşliğinde Princess Di (Diana) gibi patlayan flaşlar altında kaldık. Herkes ne oluyor şu an şaşkınlığındaki yüzlerini değiştirme fırsatı bulamadan sıcak pideler ve soğuk ayranları görünce yüzlere gülümseme yerleşti. Sıcacık pideleri ve buz gibi ayranları gömdükten sonra, hep birlikte malzeme ve yemek çadırını kurduk. Kendi çadırlarımızı kurduktan sonra kamp ateşi yakılarak, ateş başında hasret giderdik. Ateş başında hasret gidermenin yanında, SRT alacak olan yeni üyelerin eğitiminin planlanması, mağaraya girecek olan eski üyeler için döşemenin yapılması ve ağaçlara kurulacak olan ip hatları konuşuldu. Tok karın ve hafif bir yorgunluk ile serin Akdeniz akşamında uykuya daldık…

Ertesi sabah, erkenden mağaraya girecek bir ekip olmaması sebebiyle tüm kamp uykuyu biraz fazla kaçırdık… Kahvaltının ardından hızlıca ip hattının kurulması ve döşemeye bir ekibin gitmesi ile mağaracılık faaliyetimiz resmi olarak başlamış oldu. Efe ve Enes medeniyete yakınlıktan faydalanarak, Aleyna’yı otogardan alarak kampa getirdi. Çarşamba günü ise Tuğçe ve Anıl Alyanak kampa geldi. Döşemealtı Belediyesi’nin yemek sponsorluğu sayesinde, çeşitli yemek fantezilerimizi gerçekleştirdiğimiz bir kamp oldu. Pişi ve Niyazi’nin doğum günü için pişen puding ise kampın lezzet doruklarıydı. Adeta yeni evli gelinlerin tatlı telaşı gibi SRT alan yeni üyeleri, haftasonu mağaraya yetiştirebilmek için eğitmenlerimizin hummalı bir çabası vardı. Zaman zaman gergin, yükseklik korkusu yaşatan, kimi zaman güldüren, kimi zaman ise eğlendiren SRT sürecimizi tamamlamaya çalışırken, eski üyeler ise bir süredir hasret kaldıkları mağara ile adeta sabah sporu yapar gibi tekrar buluşuyorlardı. Tüm bu olaylar yaşanırken, kampın tam ortasından geçen atlar ve midilliler ise insanoğlunun en deli arayışlarından biri olan mağaracılığı icra eden insanlara hayretle bakıyordu. Sadece atlar ve midililer değil, Orfe At Çiftliği’ne gelen ailelerin çocukları ile mağaradan dönen shift arasında “Anne bak uzaylılar!” diyaloğu bile yaşandı. Kampın gariban yüzü Mithat (köpek) ise mamasını kamptaki köpeklerin yememesi için haklı bir mücadele içerisindeydi.

 Perşembe günü ise Bülent Genç kampa gelerek, ateş başı sohbetini şenlendirdi ve adeta bir tabur askeri doyuracak bademleri ile midelerimizi mutlu etti. Giray, her kampta olduğu gibi bu kampta kendi kendine COVID-19 teşhisi koyarak, maskeyle ateş başında oturmayı ihmal etmedi. Boş kalan vakitleri ise medeniyetin ortasında bulunan kamp alanımızın avantajını kullanıp markete giderek, atları izleyerek ve voleybol oynayarak değerlendirdik. Voleybol bir süre sonra boş vakit değerlendirmekten çok kulüp üyelerinin birbiri ile yarıştığı bir ortam haline geldi. Öyle ki karanlıkta yere düşmeli ve “GÖRMÜYORUM ABİ YA!” seslerinin yankılandığı bir savaşa dönüştü. Kampın unutulmaz enleri olarak akla kazılanlar ise Anıl Alyanak`ın yeryüzündeki cehennem simülasyonu olan palet ateşleri ve bitmek bilmeyen vampir köylü oldu.

  SRT eğitimlerimizi tamamlamamız ile beraber,
kampa gelme amacımızı gerçekleştirme vaktimiz gelmişti. İlk eğitim shifti
Eren-Ahmet-Anıl Özrenk-Ulaş-Aleyna-İrem Güzel Cumartesi saat 11.00`de Kilise Düdeni’ne
girerek adeta çocuğunu parka götürmüş ebeveynler gibi yeni üyeleri mağarayla
buluşturdu. SRT eğitimlerini tamamlayan diğer yeni üyelerde adeta denize
salınan akvaryum balıkları gibi mağarayla buluştu. Bol bol hasret giderilen,
SRT eğitimleri verilen, yeni üyeler ile kaynaşılan, eski üyelerin hikayeleri
dinlenilen eğlenceli bir kamp oldu. Kampı topladıktan sonra otogara doğru yol
alırken, İstanbul ekibi yemeksepeti’nden yemek bakarken, Antalya ekibinin
aklında ise evlerindeki sıcak yatağa 15 dakika sonra kavuşacakları gerçeği
yankılanıyordu. Ayrılık hüznü tüm otobüsün üstüne, elektrik yüklü bir
kümülünimbus gibi çöktü. İstanbul ve Antalya ekibi evlerine birlikte dönerken,
tek başına memlektine dönecek Mezopotamya fatihi, baklava ustası Niyazi ise gökyüzündeki
yıldızları izliyordu. Tüm vedaların ardından, bir başka macerada bir araya
gelmek üzere sözleşen İTÜMAK üyeleri, Redkit’in sonundaki kapanış sahnesi
edasıyla, günbatımına doğru atları ile yol aldılar.

Ekipler:

Tabak 1 – Tabak 2

22 Şubat Pazartesi

1.Shift: Bülent Efe, Uzay, Niyazi, Giray (10.45- 14.02)
Rescue: 16.00

2.Shift: Tuna, Beliz, Ulaş,
Burak (10.45- 14.05) Rescue: 16.00

3.Shift: Eren, Tarık, Ezgi,
Ahmet Ali (14.45-17.20) Rescue: 17.20

4.Shift (İrem Güzel, Mustafa, İrem Kapucuoğlu, Anıl Özrenk
(14.45- 17.26) Rescue: 17.26

Tabak’tan Çıkış: 17.50

Orfe’ye Giriş:18.30

Kilise Düdeni

23 Şubat Salı

Döşeme Shift: Kardelen, Eren, İrem Kapucuoğlu (10.30-16.20)
Rescue: 17.00

24 Şubat Çarşamba

Shift: Efe, Ezgi, Aleyna, Niyazi (16.30-21.50) Rescue: 22.30

25 Şubat Perşembe

1. Shift: Burak, İrem Güzel , Anıl Özrenk , Kardelen, Beliz
(11.00-16.45) Rescue: 16.30

2.Shift: Tuğçe, Anıl Özrenk , Enes, Giray, Bülent Genç
(17.20-23.30) Rescue: 23.59

26 Şubat Cuma

1.Shift: Ezgi, İrem Kapucuoğlu, Beliz, Niyazi, Burak, İrem
Güzel (11.40-14.45) Rescue: 17.00

2.Shift: Anıl Alyanak, Enes, Efe, Eren, Kardelen
(17.40-21.30) Rescue: 23.59

27 Şubat Cumartesi

1.Shift: Eren, Anıl Özrenk , İrem Güzel, Aleyna, Ahmet, Ulaş
(10.30-14.00) Rescue: 15.30

2.Shift: Efe, Ezgi, Niyazi, Giray (13.45-17.30) Rescue:
19.00

3.Shift: Mustafa, Beliz, Anıl Alyanak , Tuna (15.15-18.00)
Rescue: 20.30

28 Şubat Pazar

1.Shift: Beliz,Ezgi (10.30-13.05) Rescue:14.00

2.Shift: Efe, Ümit, Tarık, Uzay, İrem Kapucuğlu, Kardelen,
Enes (11.00-14.30) Rescue: 17.00

Yazan: Ahmet Ali ATALAY

Düzenleyen: İrem GÜZEL

Resim1

The CABBALLI

Antalya / Alanya – Gazipaşa Yaylaları Araştırma Gezisi Yazısı, 18-24 Eylül 2020

Geziye Katılanlar : Mehmet Niyazi Karacalar, İrem Kapucuoğlu, Bülent Efe Temur, Beliz Aydın, İrem Güzel, Kardelen Nurdoğan, Eren Kenan, Bülent Genç, Giray Arat, Enes Mutta.

Benim için gezi sabah erkenden Antalya’ya geldiğimde başladı. Geriye kalan herkesle Gazipaşa Otogarı’nda buluştuk (tabiki Antalyalılar aramıza en son katılanlardı, bunlar hep rehavetten). Belediyeden gelen araca  eşyaları yükledik ama bir sıkıntı vardı… Şoför kesin talimat aldığını ve kesinlikle aracın kasasına kimseyi alamayacağını söyledi, üstelik ön koltukta sadece 3 kişilik yer vardı. Her ne kadar ısrar etsekte çabalarımız sonuçsuz kaldı ve geriye kalan arkadaşlarımız yaylaya çıkmak için yeni yollar aramaya başladı. Otogarın hemen yanı başında bir taksi durağı vardı ama biz mağaracı adamız ya bir de öğrenciyiz, ne taksisi diyerek otostop için yer aramaya başladık. 5 kişi (2 kişi aramıza sonradan katıldı) otostop çekemeyeceğimiz için otostop body’im olan Kardelen’i alarak hemen başladık otostopa ve bir araba durdu gideceğimiz yere gitmiyordu ama ne kadar yaklaşsak o kadar iyi diyerek üstelik 2-3 araç değiştirerek ilerlerken bir çay bahçesinde durduk, bizimkilerle de burda karşılaşıp bi çay içtik.

Çay bahçesinden yukarı doğru giden bir araba bularak toplanma noktası seçtiğimiz Aydın Abi’nin yanına kolayca ulaştık. Sonrasında ise Aydın Abi bize bir araç ayarladı ve sonunda kamp alanımıza ulaştık. Kamp alanında Hasan Abi ile temas kurduk, geçen seferki ekip zaten bölgeye hakim olduğu için hemen kampımızı attık.

Hasan Abi’nin küçük bir kızı ve oğlu vardı. Kampta kalan kişiler arada onlarla oyun oynuyor, davarlarından kamp yemeklerimizi koruyorlardı. Bölgeyi temiz tutmaya çok özen gösteriyorduk. Çünkü davarlar ne bulursa yiyordu. Önceden bulunan birkaç mağara araştırılmaya ve yüzey ekipleriyle yeni mağaralar aramaya başladık. Yakın bölgelere yaya olarak gidildi, bazı ihbarlara ise otostop çekildi.

Ama  bu ekip farkında değildi… O yukarıda oturanlar bilmiyordu… Oraya oturmak kolaydı ama orada sabit kalmaktı zor olan. Bu arada ilk gelen ekip dedi ki; ‘’Burada yemek bulma ihtimalimiz yok’’ ama günde bir kere de olsa oradan dolmuş bile geçiyordu. Bu arada bunu anlatmadan olmaz: Antepliyim hayatımda çok acı biber yedim fakat  yakında bir ailenin bize verdiği bir poşette turşu biberler vardı. O kadar acıydılar ki suyunu dilime damlatınca dilim uyuştu. Daha sonrasında ise hayatımda ilk defa ağlayan bir keçi gördüm (Olayın detayları gezi videosunda mevcuttur). Çokça ilklerin olduğu bir geziydi hatta bizi kurt bile sandılar ki bunu yapan kamp alanının yanında yaşayan ve bizi dağa çıkarken gören Hasan abimiz.

Olayı anlatayım: Bir gece biz yarına iş kalmasın diye cesaretle gece karlığı toplayalım dedik, koca tepeyi çıktık ama yağmur bastırınca geri döndük. Geri döndüğümüzde karşımızda bize doğrultulmuş bir tüfek vardı. Biz tepede kangalların havlamasını duyduk ve dedik ki; herhalde kurt var, biz biraz bekleyelim. Kangallar susunca ineriz ama susmadılar. Çünkü kurt sanılan bizlermişiz… Hasan Abi’nin bize söyledikleri ise oldukça içimizi ferahlattı. (!) “Üç ışık vardı iki olsa sıkardım.” Daha sonra bir ekip Ayı İni isimli mağarayı araştırmaya gitti fakat mağaranın adından dolayı ilk giren İrem Güzel biraz korkmuş olmalı ki ,gezi videosunu izlerseniz, “Ayııı varsan çık, ayııı” dediğine şahit olduk. Bunun haricinde iyi olaylar da oldu tabii. Mesela Giray çocukluktan beri koyun gütmek istiyormuş ve bu isteğini yerine getirdi.

Cızbız Sabri vardı mesela. Bu arkadaşımız gece 23.00 sularında kamp alanına motorla yanlayarak giriş yaptıktan sonra bizden izin isteyip kamp ateşine komple elini sokarak elini ısıttı. Keşke size o anları gösterebilsem diyorum. Çünkü adam gerçekten elini ateşin ortasına soktu ve 1-2 dakika çevirdi sonra teşekkür edip uzaklaştı. Biz arkasından hayretler içinde baktık. Sonrasında ise Bülent Genç yanlayarak son ses müzik kamp alanına giriş yaptı. Sonraki gün bir ekip Bülent Genç ile Beldibi Yaylası’nda CABBALLI Boğazı’na araştırma için gitti.

İnanın bana Cabballı’yı büyük harfle yazmamın bir nedeni var. Fotoğraftaki adamın yüzüne baktığınızda bunu anlayabilirsiniz. Orada umut verici mağaralar olduğunu araştırmalar sonucunda öğrenmemiz ve kamp alanındaki bütün mağaraların ölçümünü bitirmemiz üzerine, Beldibi Yaylası’na geçme kararı aldık.

Daha sonra ise gezimizin beldibi kısmı başlıyor… bir gece vakti geçtik beldibine ama geçişimizin şahidi sadece ay ve yıldızlar. Sesimiz kısılana kadar türküler söyledikten sonra beldibi kamp alanına vardık ve neredeyse herkes sonraki gün CABBALI’ ya çıkacaktı. Bu nedenle hemen çadırları bulduğumuz ilk yere kurup uyuduk. Sonraki gün çok değişik bir çoban olan Akkuş ile tanıştık ve Akkuş ile sabah erkenden yola koyulduk. Keçi patikalarından yürümek normalde kolaydır ama eğimli ve sürekli kayan bir yüzeydeyseniz bir de sırtınızda çantalar varsa hiç de kolay değil, ki bu yüzden yazımın başında buraya CABBALLI yazmıştım. Cabballı’ya bir şekilde çıktık ve önceden bulunan mağarayı döşeyip inmeye başladık. Bu sırada diğer insanlar bir yandan yüzey yapıyor bir yandan çobanı yakalamaya çalışıyorlardı, ki bu sırada beklenen olmuş bana anlatılana göre; Eren ve İrem Güzel Akkuş çobanı kaybetmişlerdi. Tabi bir şekilde buluştular. Biz mağarayı döşedik, indik mağara harika olmasına rağmen çöküntü ile bitti.

Biz çıkarken artık ekipler dönmüştü ve mağara ağzında bizi bekliyorlardı. Morca Düdeni araştırmasında bir arkadaşımıza küçük fitillerde barut verilmişti ve biz de denemek istedik. Bu barutlar nasıl bir tahribat yaratıyor diye ama gördük ki ben osursam daha çok tahribat yaratırım… Dönüş yoluna geçtiğimizde ise yolda ağzı kapalı çok güzel bir su batan mağarası gördük. Hazır insanlar dinleniyorken başladık bu subatanın ağızını açmaya. Bu işlem oldukça zorluydu çünkü biz kazdıkça yukarıdan yeni taşlar dökülüyordu.

CABBALI’yı çıkmak kadar inmek de zordu. Bu kez yanımızda bir çoban da yoktu. İnerken sürekli birileri kayboluyor sonra bir yerlerden çıkıyorlardı. En son Giray’ı kaybettiğimizi sanıp yavaşladık ve bir süre aradıktan sonra kamp alanına vardığımızda çoktan kamp alanına varmış.

Bu aşamada artık gezimiz bitmişti ve o geceyi kamp alanında eğlenerek geçirdik. Sonraki gün herkesin gözleri yaşlıydı. Çünkü gezimiz ne yazık ki bitmişti ☹.

Neredeyse herkes İstanbul’a dönerken ben memleketim olan Antep’e döndüm. Amaaa CABBALLI’yla işimiz daha bitmedi oraya geri döneceğiz.

   Ekipler:

            19 Eylül Cumartesi:

  • 1.ekip: Giray, Niyazi
  • 2.ekip: Niyazi, Beliz
  • 3.ekip: İrem G., Efe ve Enes
  • 4.ekip: İrem K., Kardelen

20 Eylül Pazar:         

  • 1.ekip: İrem K. ve İrem G.
  • 2.ekip: Kardelen, Efe, Bülent ve Giray
  • 3.ekip: Niyazi, Beliz
  • 4.ekip: Niyazi, Enes
  • 5.ekip: Niyazi, Efe Enes

21 Eylül Pazartesi:  

  • 1.ekip: İrem G., Giray
  • 2.ekip: Kardelen, Efe, Bülent
  • 3.ekip: Niyazi, İrem K., Enes
  • 4.ekip: Eren, Enes

22 Eylül Salı:

  • 1.ekip: Beliz, İrem K., İrem G., Giray
  • 2.ekip: Niyazi, Efe, Eren, Enes

23 Eylül Çarşamba: 

  • Ekip 1: Efe, Giray ve Niyazi.
  • Ekip 2: İrem G. ve Enes .
  • Ekip 3: İrem K., Eren, Beliz ve Kardelen.

Yazan: Niyazi KARACALAR

Düzenleyen: İrem GÜZEL