“Bir çanta ve anılar koyuldum yola, Akdeniz, merhaba….”

Mersin/Bozyazı-Anamur Bölge Araştırması, 24.07.2020-13.08.2020

Katılanlar: İrem Güzel, Bülent Efe Temür, Eren Kenan, Beliz Aydın, Ezgi Özgen, Anıl Özrenk, Aleyna Cingöz, Ömer Coşkun (BÜMAK), Niyazi Karacalar, Tarık Demirtutan (), Giray Arat, Burak Çelikci (), Saygın Gençer, Aykut Emre Albayrak (BÜMAK), Eylül Horoz, Hanife Nurbahar Kurtlu, Pavel Kasztan, Kardelen Gülbenay Nurdoğan, Halil Habip Atıcı, Mehmet Özdere (BÜMAK), Tarkan Atak Kan, Özlem Kaya.

Dağ yollarında kıvrılarak yukarı çıkarken otobüste bu şarkı çalıyordu. Şimdi o otobüsün içini zihnimde canlandırırken, şarkının sözlerindeki gibi nostaljik bir şekilde hatırlıyorum olanları. Ama o zaman bu şarkı benim için yeniydi. Akdeniz’in dikenli yapraklı ağaçlarıyla henüz tanışmamıştım. Çantamın içi anılarla dolu değildi, sadece içimde, içimizde, umutlar dolu yola çıkmıştık.
Akdeniz sahilinden yukarı, Mersin ilçesi Bozyazı’nın dağlarına çıktık. Beykonağı adı verilen bölgede bir yol ayrımı vardır. Dağ köylerine giden yol tam bu noktada ikiye ayrılır. 

Tam ayrıldığı yerdeki mescidin yanına, 20 kişi çadırını kurdu. Renk renk muşamba çadır, panayır yeri gibi etrafa dağılmıştı. Daha ilk günden yoldan geçenler merak edip kampta durmaya başladı. İlk gün boyu, aşağıdaki şehirden yukarı köylere çıkan köylüler kamp yerimize kuşkuyla bakıyorlardı. 
Yaz gezisine gitmeden önce hayalimde ne vardı bilmiyorum. Geziden önce hepimizin katıldığı büyük bir Zoom toplantısı yapılmıştı. Covid dönemiydi ve hepimiz aylardır evimizden çıkmıyorduk. Şimdi ise sınır ötesi bir göreve gönderilen askerler gibi — veyahut işin doğası gereği — bilinmeyen bir gezegene gönderilen, daha önce ayak basılmamış yerleri hayatlarını tehlikeye atma pahasına keşfetmeye gönderilen araştırmacılar gibiydik. Bize görevimizin detayları anlatılıyor, karşılaşacağımız zorluklar madde madde sıralanıyor ve talimatlarımız veriliyordu. O Zoom’dan kalan ekran görüntüleri hala bilgisayarımdadır.

Bu bizim düşmanımız. Bu bizim araştırma görevimizin ana hedefi, mutlak gayemiz.

Bu, Taşeli’nin karstik toprağında suyun yararak oluşturduğu mağara.

Hepimizin amacımı bu mağaraları bulmaktı. Bundan sonraki bir ay için yegane derdimiz mağara olacaktı — sabah kalkınca düşündüğümüz ilk şey, bütün gün peşinde koştuğumuz, her taşın ardında aradığımız, yatmadan önce konuştuğumuz son şey… Tek hedefimiz, mağaraları bulmak, ve bulunmuş olanların en derinine inmek. 

Daha önceki yılların yazında küçük araştırma grupları bölgeye gidip bazı mağaraları belirlemişti. Kafalarında ne yapılacağına dair belirli fikirleri vardı ve önceki araştırma gezilerinde çizdikleri haritalar, oluşturdukları bilgi havuzu, bize bu mağaraları nerede araştırmamız gerektiğini söylüyordu.

Grubumuzun esas ilgisini çeken, herkesin dilinde dolaşan Börtecin ve onun yanında umut vaadeden Ötüken… Geri dönülünce, daha önceden keşfedilmiş bu mağaraların devam ettiği anlaşılacaktı. Sonlarında ne var bilinmiyordu. Biz  çömezler için ise ilk günler yapılacak tek şey, dağın taşın ardına bakıp, bütün gün yol tepip yokuş çıkıp, bu bölgede yeni mağaralar aramaktı. Bu işe verilen ad :Yüzey araştırması.

Bu talimatları ve anlatımları dinlerken, yüzey araştırmasının nasıl olacağıyla ilgili aklımda nasıl bir resim vardı bilemiyorum. Gezinin ilk günü, bir ay boyunca neredeyse her gün saatlerce uğraşımı alacak bu işin ne olduğunu tam olarak anlayacaktım. Sabah saat 07.50’de yola çıktık. Toprak yollardan yukarı yürüdük. Güneş canavar gibi, şeytan gibi kafamızın üzerinde çığlık atıyordu. Şapkalar ve eşarplar suratlarımıza sarılı, derilerimizi yırtan dikenlerin arasından kayaların üzerine tırmandık. Kayalar daha önce gördüklerim gibi değildi. Bundan sonra aylar, ve sanıyorum ki yıllar boyunca sürekli görmeye devam edeceğim beyaz kayalardı. Akdeniz bölgesinin karakteristiği bu kayaları daha sonraları Kaş’ta sahil sıcağından bunalıp yükseklerde kamp yapmaya çıktığımda da görecektim. Sonra Antalya’nın dibi başında Tabak mağaralarına girerken de onları gördüm. Mersin kıyı şeridinin ilk ilçesinde tanıştığım bu kayalar, Akdeniz’i boydan boya saran dağlarda sonsuza dek yükseliyordu.

Bu kayaları Antalyalılar çok iyi bilir. Bu kayalar sivri olur. Sanki bıçak gibi bilenmiş, ve sanki balık pulu gibi bir sürü çıkıntıları vardır. Üzerinde yürürken ayakkabınız, sanki buzpateni yapıyormuşsunuz gibi tek bir keskin ucun üzerinde durmak zorundadır. Üzerine düşünce acıtır. 

Bütün gün bu kayaların üzerinde hoplaya zıplaya yürüdük. Beş kişilik ekibimizde iki gruba ayrılıyorduk. Telefon çekmediği için herkes “ses kontağını” koruyordu. Periyodik olarak birbirini çağırman gerek ve sesleri gelmezse onları aramaya başlamak ve tekrar yaklaşmak gerekiyor.

Grubumuzu gezdiren Halil, bulduğumuz küçük oyuklara bakıp bize heves veriyordu. Küçük oyuklardan mağara olacak değildi ama daha büyük bir şey de bulabilmiş değildik. Öğlenin sıcağı altında iyice kuruduktan, suyumuz yemeğimiz bittikten ve yaklaşık dört saat yürüdükten sonra dönüşe geçtik.

Kampa geldiğimizde güzel karşılandık. Bizim için yemek hazırlanmıştı. Yokluğumuzda kampı bekleyen arkadaşlarımızın hepsi kendi hallerinde bir şeylerle uğraşıyorlar, bazıları kendilerini yıkıyor, bazıları hamakta yatmış kitap okuyor, bazıları beraber kart oyunları oynuyor, bazıları da spor yapıyordu. Önümüzdeki bir ay böyle geçecekti.


 Biz de üzerimizi değiştirip onlara katıldık. Öğle vaktinde yakan sıcak, akşamında yerini yüksek rakımın getirdiği soğuğa bırakıyordu. Biz yüzey araştırmasındayken başka bir grup bizden iki saat sonra kamptan çıkıp Börtecin Mağarası’na gitmişti. Biz kampa geleli 5 saat olmuşken, hava tam soğumaya başladığında kampımızın solundan yukarı kıvrılan toprak yolda 4 kişi göründü. Yüksek Antalya dağlarının mavileşen akşamında yorgun ve sakin bir bitkinlik içinde, mağara tulumları çamur olmuş, yanlarındaki çekiç, matkap gibi döşeme malzemeleri sallanarak kampa geldiler. Mağarada inmeye yarayacak ip hattının döşemesinin ilk kısmı yapılmış, mağaranın sonuna doğru yolculuğun ilk adımı atılmıştı. 

Yoldan Gelen Hediyeler

Günler bu şekilde gelip geçiyordu. Biz yüzey araştırmalarına giderken, diğer gruplar ise mağarayı her gün biraz daha ilerletiyordu. Akşam olduğunda hepimiz ateş başında toplandığımızda, mağaranın kaşifleri — o gün ekibe kim dahilse — mağaranın keşfedilen en son kısmını anlatıyordu. Mağaranın bilinen kısmı çok azdı.Girişinden itibaren basacak hiçbir yer yok. Seni çevreleyen bir duvar eşliğinde ipe bağlı bir şekilde aşağı, onlarca metre aşağı inmek zorundasın (90 metre serbest iniş, bugüne dek karşılaştığım mağaralar arasında ayak basmadan sadece ipe bağlı olarak indiğim en uzun mesafe). Her gün ekip buradaki inişleri, dolanarak devam eden tünelleri iple nasıl döşediklerini anlatıyordu. Bu esnada kampa uğrayan başkaları da olmaya başlamıştı. İlk günden itibaren yukarı köylere çıkan arabalar durup sorgu sual yapmaya başladılar. Gelip hep aynı iki soruyu sorarak başlıyorlardı:

Selamınaleyküm

1-Siz burada ne yapıyorsunuz? (Necisiniz?) (Arkeolog musunuz?)

2-Nerelisiniz?

Gelenler bu şekilde mağaracı olduğumuzu öğrendiler. Sonra misafirlerimiz artmaya başladı. Artık neredeyse saat başı kampımıza gelerek aracını kenara çekip bizimle konuşmaya geliyorlardı. Sorularının cevabını alıp tatmin olana kadar konuştuklarında — yani bir bağlantı kurulduğunu hissettikleri an — bir bekleyin gençler diye bize sırtlarını dönüp koştura koştura arabalarına gidiyorlardı. Ve sonra durup izleyin, ellerinde bir hediye ile çıkagelmişler!

Bu şekilde kampımıza hediye yağmaya başladı. Öyle ki bir müddet sonra, bu durumun bende uyandırdığı minnet duygusu, gelen hediyelenlerin çokluğunun yarattığı şaşkınlıkla birleşerek beni bunları kaydetmeye teşvik etti. O zaman defterlerime geziyle ilgili yazdığım ilk yazıyı kaydetmişim. Gezinin beşinci ve eksik hatırladığım kadarıyla dördüncü günlerinde gelen hediyelerin listesi:

Bize getirilen hediyeleri getiren insanlar evlerine çıkan yöre insanlarıydı. 50 yıldır geçtikleri yoldan geçerlerken hiç beklemedikleri bir şeyi, 20 tane yabancıyı ve çadırlarını yol ayrımındaki mescidin yanında kurulmuş görüp, arabalarını bizim yanımızda kenara çekiyorlardı. Tedirgin bir şekilde bize sorular soruyorlardı ilk önce. Beş dakika konuştuktan sonra, yüzleri yumuşuyor, çizgili sert yüzlerinde çok garip, derin bir sevecenlik doğuyordu. Bu sert, yıllanmış yüzlerde böylece beliren bu güzel tebessümü ilk defa burada gördüm. Sonra bize hediye veriyorlardı. Verdikleri hediyeler yalnızca eve giderken yanlarında götürdükleri yemeklerden parçalar. Yanlarında ne var? Belki de sadece salatalık domates. İki torba kadar az varsa birini paylayıp bize veriyorlardı. Tek bir torba mı var, içinden seçip veriyorlardı. Hayatlarını geçirdikleri topraklarda araştırma yapmaya gelmiş bu gençlere içtenlik ve sevecenlik gösterdiler.

Daralda Sıkıştığını Gördüğüm İlk İnsan

Beşinci güne geldiğimizde suyumuz bitmişti. Kampımızı kurduğumuz noktada, tam mescidin yanında, bir çeşme vardı. Oradan gelen suyu hem temizlik için hem de içme suyu olarak kullanıyorduk ve civarda başka su kaynağı yoktu. Artık çeşmenin suyu bitmişti, bittiği gibi, sığlaşan ve akışı duran suyun dibinden hayvan pislikleri ve böcekler çıkmıştı. Artık kesinlikle bu suyu içmek için kullanamazdık. Kaynatsak bile nafileydi, çünkü zaten dağdan gelen borulardaki akış artık bitmişti. Akmayan beklemiş su içilmez.

Bu gün yine bir ölçüm gezisine çıktık. Ölçüm gezisinde zaten bulunmuş mağaraların ölçümü yapılır. Sonradan bilgisayar ile bu ölçümlerde toplanan veriler kullanılarak haritalar çizdirilir. Biz de yüzeyde bulduğumuz büyük sayılabilecek mağaraları ölçmek için yola çıktık. Daha kimse derine giden mağara bulamamıştı, ama birtakım kısa mesafe devam eden tüneller bulmuştuk.

Bizden önceki ekibin verdiği GPS verisini takip ederek mağara bulduklarını söyledikleri bölgeye geldik. Burası huni gibi dev bir çukurdu. Kayalar öyle bir yarılmıştı ki, akan suların bu çukurun dibinde toprağa karıştığı bariz bir şekilde anlaşılabiliyordu. Böyle bir yapı, burada mağara olma olasılığının yüksek olduğuna işarettir. Biz de çukurun yamacından inerken her köşesine bakabilmek için dağıldık. Ben Mehmet ile beraber devam ettim. Mehmet, Boğaziçi Üniversitesi’nde Fizik Öğretmenliği okuyor. Kendisi Kayserili. En sonunda beraber bir mağara bulduk. Tam çukurun tabanına yakın, büyük bir kayanın altından, ancak sürünerek girilebilecek bir açıklık, içeriye doğru devam ediyordu. Diğerlerine haber verdik, onları bulunduğumuz konuma çağırdık ve kasklarımızın lambalarını yakarak dirseklerimizin üzerine çöktük. Sürünme başlıyor. 

Tünel sağa doğru dönerek devam etti. Sonra karşımıza küçük bir oda çıktı. Bu odanın duvarlarında asılı bir halde bekleyen güveler ve onların dışında etrafta uçan binlerce küçük sinek havaya kalktı. Burada sinekler suratımıza çarpıp duruyordu. Tek çare eşarplarımızı; ağzımızı ve burnumuzu örtecek şekilde çekip devam etmekti. Bulunduğumuz oda sağa doğru bir açıklığı olan, soldan ise bir delik ile devam ettiğini görebildiğimiz küçük bir yerdi. Ancak ayakta durabiliyorduk, ama aynı anda sığabildiğimiz ve ikimizin de oturacak yerinin olduğu bir yere varabildiğimiz için rahattık. Tam önümüzdeki deliğin etrafındaki kayalara yaslanıp sohbet ettik bir süre. Delik, karanlığa doğru devam ediyordu. Ben girmeyi düşündüm ama bunun kararını verecek bir deneyime sahip değildim. Mehmet’in ne yapacağını bekledim. O, deliğe girmeye karar verdi. Ve Mehmet delikten çıkamadı. Kendisini deliğin iki yanından tutunup içeriye doğru alçalttıktan sonra ayaklarının basmadığını hissetti — böyle olunca çıkmanız gerekir çünkü tabanın ne kadar aşağıda olduğunu bilemezsiniz — ve tekrar yukarı çıkmaya karar verdi, ama çok geç, sıkışmıştı!! Beli girerken sığdığı yerden çıkmaya çalışırken geçemedi ve sıkışıp kaldı. Onu çekmeme rağmen santim oynamıyordu. İlk başta bu durum bizi güldürdü. Aniden kendimizi içinde bulduğumuz “daraldan” dolayı sesimiz yükselmişti. Kavga edecek insanların ilk önce bağırarak konuşmaya başlaması gibi biz de korkmaktan ziyade çok keyiflenmiştik. Hatta şakalar bile yapıyorduk. “Bu delikten sığsa sığsa Ezgi sığar” bile dedik. Çünkü aramızda bu delikten geçebilecek bele sahip tek kişi odur. 

Mehmet, bu şekilde uğraşmaya devam etti. Normalde mağarada birisinin tırmanışında onlara yardım etmemeniz gerekir. Çünkü onu çekmeye çalışırken kendinizi de tehlikeye atarsınız. Fakat bu farklı bir durumdu. Mehmet ellerini bıraksa bile ne aşağı düşüyor, ne de yukarı hareket edebiliyordu, ve içinden aşağı düşülebilecek tek deliği beliyle tamamen kapatmıştı. Durum böyle olunca ben de onu çekmeye başladım. Kolumu dirseğinden doladım, diğer elimle de göğsünden sarıldım, ama çek babam çek, adam milim oynamıyordu. Bu noktada sessizleştik. Mehmet artık gerçekten sessizdi ve deli gibi ellerini başka taşlara koyup kendini başka açılardan ittirerek yukarı çıkmaya başlıyordu. Debelenme başlamıştı. Artık kaygı ve korku yüzünden okunuyordu. 

Böyle olunca insanın kafasında bazı senaryolar belirir. ‘Tehlikedeyim, şimdi ne olacak?’ sorusu insanın zihnini istemsiz tamamıyla kaplayan, başka bütün fikir ve istekleri yutan bir hale gelir. İnsan açlığını unutur. Aklında sadece pratik sorular kalır, tek bir istekle, içgüdüsel bir güdüyle kendini kurtaracak yolu aramaya başlar. Böyle olduğu bir anda Mehmet ayak basacak yer buldu. Aşağıda göremediğim açıklıkta ayaklarını sağa sola deliler gibi sallıyor olmalıydı ki bir anda duvarda basacak bir yer bulmuş. Ayağını oraya koymuş, dizini içeri kırmış ve tırmanışçıların “bayrak” diye tabir ettiği bu pozisyonla ayağının üzerine basacak kuvveti oluşturup kendini yukarı çekmiş. 

Bir rahatlama anı… Kimsenin bir şey söylemediği, Mehmet’in yüzünde terler, rahatlığının, bütün sinirlerinin bir anda boşaldığının yüzünden okunabildiği bir an. Sonra gülüştük. Mehmet dedi ki, “Bir an kurtarma ekibinin gelmesi ne kadar sürer diye düşünmeye başlamıştım.”

Bu esnada Börtecin’de olanlar

Bozyazı araştırma gezisi, benim katıldığım ilk araştırma gezisiydi. Daha ipten nasıl çıkılır inilir bilmiyordum. Tek İp Tekniği hakkında eğitim almamıştım. Biz bütün gün mağara ararken, ve akşamları yavaş yavaş eğitilirken, yılların mağaracıları dostum arkadaşlarım, cengaverler gibi Börtecin’de mağara döşüyorlardı. Ben o zamanlar ne yaptıklarını anlayamıyordum. Her akşam hava karardığı gibi yapılan, saat sekiz civarı ateş başı toplantılarında o günün değerlendirilmesi ve ertesi günün planlanması yapılıyordu. Mağarada yapılanlar konuşuluyor, yarın nereyi kimin nasıl devam ettireceği tartışılıyordu. Şimdi ne diyorlarmış daha iyi anlıyorum.

İlk günün mağara ekibinin notları:

Mağara Ekibi Yapılanlar:  Amaç yan kola girmekti. Ondan vazgeçilip ana koldan döşemeye devam edildi. Son bırakılan hattan yaklaşık 15 m aşağıdan iki bağlantı alınarak inildi. Ardından 20 m sonra bir bolt ve ondan sonra 15 m tekrar bir bolt çakıldı. Son bolttan sonra yaklaşık 10 m inip dibi gözükmeyen inişin ağzına varılıyor. Biraz sallanılarak deliğin sağındaki çarşak odaya ulaşıldı. Malzemeler bu odaya bırakılıp çıkıldı.

Anlaşılan o ki ilk gün gelenler, eski hesaba göre gitmeleri gereken yerden vazgeçmiş. Mağaranın başından ipe bağlanmış, aşağı doğru devam etmiş, içinde bulundukları tünel ikiye ayrılınca da planlandığı gibi yan koldan değil, ana koldan inişe devam etmişler. 

Grup bundan sonra bir dipsiz inişten daha bahsediyor. Anlaşılacağı üzere aynı hattan inmeye devam ederken karşılarına — daha doğrusu altlarına — bir başka iniş çıkmış. Aynı gün bu inişten devam edecek belki de ipleri yoktu, veya devam ettirmeye mecalleri yoktu. Mağaracılar grubu bu noktada nasıl bir vaziyette? Yerin 15+20+15+10=60 metre aşağısında, kapkara bir tünelin içinde, sadece kasklarındaki lambadan yayılan ışığın aydınlattığı bir tüneldeler. Mağaracılar, kuşamları sayesinde ipe bağlılar ve boşlukta sallanıyorlar. Saat olmuş dört. Sabah onda girmişlerdi mağaraya. Ve altlarındaki iniş, küçük bir dönemeç yapıp, başka bir inişe bağlanıyor. Bu yeni inişin sonu ise, görünmüyor… Kapkaranlık. Uzadıkça uzayacak gibi…

Bu noktada ilginç bir şey oluyor. Yeni inişin yanında bir oda var. Bu bizim anladığımız gibi bir oda değil. Hatta belki de daha önce anlattığım, Mehmet ve benim sıkıştığımız odaya da benzemiyor. Belki de sadece, dipsiz boşluğun kenarında, küçük bir balkon. Her ne ise, ipteyken ayak basılabilecek, ve üzerine bir şey konulabilecek bir yüzey. İpteki mağaracı, en son derinliğe ulaşmış kişi, yukarı bakıp, “Devam ediyor burası, napalım?!” diye bağırıyor. Yukarıdakilerden cevap geliyor, “Dibi görünüyor mu?” “Yok!” sessizlik….  Aşağıdaki bağırıyor “Sağ tarafta ayak basacak bir yer var, eğer kendimi sallayıp oraya ulaşabilirsem, duvara bolt çakıp döşemeyi odadan devam ettirebilirim!” cevap geliyor: ”Yap!”

İpin sonundaki kişi duvardan tuttu ve kendini sallamaya başladı. Eğer kendisini bu şekilde ittirerek hız kazanabilirse, eski bir saatin sarkacı gibi sallanmaya başlar, ve sonunda odanın hizasında yukarıda bir yerlere ulaşabilir. Buraya kadar sallandıktan sonra yapması gereken şey ise çok basit, tut! Eğer hizaya geldiğinde duvardan kendini tutabilir ve geri sallanmasını engelleyebilirse, olduğu konumda sabit kalıp, duvara yeni bir bolt çakabilir. Mağaracılıkta kullanılan bolt vida benzeri bir malzemedir. Bolt çakarak, tekrar ip takabileceğiniz bir bağlantı noktası yaratırsınız. İpi buraya bağladığınızda, ipin ucu artık yukarıda bir yerlerde değil, tam olarak da çaktığınız yerde olur. Eğer buraya bir bolt çakabilirse, ipten inen kişi boşluğa devam etmek yerine doğrudan sağa doğru kıvrılan ip üzerinden odaya inecektir.

Kendisini duvardan ittiren mağaracı hız kazandı, boşlukta korkunç bir insan sarkacı gibi sallanmaya başladı. Sallandı, sallandı ve tam odanın üzerindeyken bir çığlık atıp duvarı tuttu… Şimdilik bir şey yok. Eli kayarsa olduğu gibi bütün yolu geri sallanacak ve belki kendisini karşı duvara çarpacak. Temkinlice ayaklarını duvara yaklaştırdı. Basacak bir yer yok, ama ayaklarını duvara dayarsa daha dengeli olur. Sonra göz ucuyla, sağ elini bırakmamak için olanca yavaşlığıyla, sol elini çantasına götürdü ve bir kanca çıkardı. Bu kancayı elini koyduğu çıkıntının üzerine yine aynı yavaşlıkla yerleştirdi. Kancanın çıkıntıya iyice saplandığından emin olunca usulca göbek bağını kancanın ucundaki deliğe taktı. Göbek bağı olarak adlandırılan malzeme, mağaracının belindeki kuşama bağlanmış bir iptir. İpin ucunda bir karabin vardır, yani ipi başka yerlere bağlamaya yarayan bir köstek. Böylece bu ipi kullanarak mağaracı kendisini bir yerlere bağlayabilir. Göbek bağını kancaya yavaşça geçirdi. Temkinlice kendini alçaltmaya başladı. Eğer kanca tutmazsa kayıp karşı duvara çarpabilir. İndirdi, indirdi, göbek bağının ipi gerildi, ve sağ elini çekti… Kaymadı. Artık iki eli de boşta. Şimdi boltu çakmaya başlayabilir. Ama dikkatli olmalı, kanca hala sağlam değil, ve boltu çakamadan çıkarsa duvara çaktığı bolt ve bütün malzemeleri aşağı düşer, kendisi de boşluğa geri sallanır…

Bu şekilde gerçekleştiğini hayal ettiğim bağlantı başarıyla kurulmuş olmalı. Döşeme günlüklerindeki bir sonraki kayıtta mağaranın bu odaya doğru devam ettirildiği yazıyor. Bu odanın devamı yukarıdaki bir tırmanışa çıkıyor, ve bu tırmanıştan sonra başka bir boşlukla, mağara başka bir yerden aşağı inmeye devam ediyor. 

 Türk mağaracılığında bu kancaya gudu* denir. Kelime Petzl markasının ürününün Fransızca adı olan goutte d’eau kelimesinin Türkçe telaffuzundan türetilmiş. Fransızca su damlası demektir.

Ötüken Yolları Yokuştur

Börteçin ekibinin ilk günleri böyle geçti. Belki de dikkatli okuyucularımız (ve gezinin planlamasını yapmış ama bizzat katılamamış arkadaşlarımız) bahsettiğimiz Ötüken Mağarası’nın akıbetini merak ediyordur. Ötüken Mağarası, gelirken daha önceden varlığı bilinen ve umut vadeden iki mağaradan birisiydi. Gezinin altıncı günü mağaraya keşif ekibi gönderildi. Ekibin amacı mağaranın yerini tespit etmek ve mağaraya giden yolu sonradan geleceklerin rahat bulabilmesi için renkli şeritlerle işaretleyip belirlemekti. O gün ben de bu ekiple yola çıktım. Mağaraya giden yol Börtecin’den geçiyor, sonra yükselip civardaki en güzel manzarayı sunan bir uçuruma çıkıyor. Bu uçurumdan bakarken aşağıda Bozyazı görülebiliyor, ötesi Akdeniz. Sağdaki diğer dağın en tepesinde Kaş Yaylası var. Oraya doğru devam ediyoruz. Yamaçta bir patikaya giriyoruz. Bu patikadan 150 metre inmemiz yarım saatimizi aldı. Yamacın en sonundaki üç büyük ağacı arıyoruz. Bu üç ağacı uzun süre aradık. Onları bulana kadar yamaçta ine çıka çapraz çizmemiz gerekti. Ömer en sonunda üç ağacı gördü. Buraya gelince yolu hatırladı.

Ömer Boğaziçi’nde Endüstri Mühendisliği okuyor. Daha önce gelip mağaraları belirleyen BÜMAK* ekibinde o da varmış. Yukarıdaki resimde parmağıyla işaret ettiği yer, mağaranın olduğu yer. Ömer’in anlattığına göre, Ocak ayında gelen BÜMAK ekibine Ötüken Mağarası’nı bir çoban göstermiş. Çoban ilk önce onları dik yamaçtan indirmiş sonra da resimde görünen düzlüğe varmış. Buraya geldiğinde bir an bile tereddüt etmeden sağ yamaçtaki taşların arasına dalmış.

Dağ yamacında kıvrılan taştan ince bir kemer Ömer’in işaret ettiği yerde mağaranın ağzına varıyor. Burada ayakta durması gerçekten güç, çünkü ağırlık merkeziniz hep dışarıda kalıyor ve düşmemek için taşları sürekli kucaklamak zorundasınız. Düzlüğe kadar inmesi zor, ama anlattığım ince kemer daha da zor. Ocak ayında buraya gelen ekipten bir çoğu çobanın beklemeden kemere daldığını görünce takip etmekten vazgeçmiş.  Kemere gelene kadar düşerseniz biraz yuvarlanıp ağaçlara takılıp durursunuz ama kemerdeyken düşerseniz boşluğa yuvarlanırsınız. Belki de en aşağıdaki kayalara kadar düşersiniz. Toros Dağları’nın bu en yüksek yamacının aşağısında kayalar kadim bir sessizlik içinde bekliyorlar.


Boğaziçi Üniversitesi MAğaracılık Kulübü, BÜMAK*

Bu manzara karşısında grubumuz kalakaldı. Bir süre boyunca kimse o yola girmeyi bile düşünemedi. En sonunda Burak gözünü kararttı ve onun peşinden Ötüken’e ulaştılar. Bu kadar zor bir yamaçtaki bu mağaraya kesinlikle ilk gelen insanlar olmalıyız, öyle değil mi? Fakat öyle değilmiş. Ali ve Tutku size aksini söyleyebilir. Zira onlar bizden çok önce buraya el ele gelmişler!

Bu şaka ekibimizdeki Anıl arkadaşımızın mağarada gördüklerini anlatırken yaptığı bir latifeden doğdu. Mağara duvarında boyayla yazılmış iki isim varmış. Mağaranın girişine daha yakın bir yerinde Ali Tutku yazıyormuş. Biraz ileride, duvarın ipsiz ulaşılamayacak bir yüzünde ise  Yusuf Tutku ve daha ileride Hacı İmam yazıyormuş. Tabii ki bu yazılar daha önce mağaraya girmiş insanlar tarafından yazılmış. Fakat mağaraya ilk giren Burak, mağaranın duvarlarını boş bulmayı bekliyorken bu yazılarla karşılaşınca, o anki şaşkınlığıyla Anıl’a dönüp “Ali Tutku ne lan?” demiş. Anıl da cevaben “Ali Tutku’nun yavuklusuymuş.” demiş. Bundan böyle Ali ve Tutku’nun mağarası olarak kalmış bu mağaranın adı.

Halil’e Veda ve “Sıkıntı” Jandarma ve En Güzel Hayvan Taklitlerimiz

Kampın kaçıncı günündeydik bilmiyorum ama defterimde yazılanlara göre Halil gideli dört gün olmuş. Onu anmak için bir yazı yazmak istemiş olmalıyım. Bu bölümün adı Halil’e veda. “O gittiğinden beri semaver ateşimiz eskisi gibi yanmadı” *, diyerek başlıyor.

Onu son gördüğümde yüzey gezisindeydik. Halil’le çok kez yüzey araştırmasına çıkmıştım. Ona bakınca tren gibi kondisyonu olduğunu anlarsınız. Ama şimdiye dek bu kondisyonu kullandığını hiç görmemiştim. Beraber son yüzeyimizde tam hava kararırken iki büyük mağara bulduk. Yatay gidiyor gibi görünen mağaraya ölçüm için girsek mi girmesek mi diye düşünürken hava karardı ve biz dönüşe geçtik. 

Halil’in basıp gittiğini ilk defa o zaman gördüm. Gece saat 20:30’da, üzerinde 2018 İstanbul Maratonu yazan, patlak turuncu renkte fosforlu bir likra tişört, önümde bir tren gibi gidiyordu.


 Halil müptelası olduğu filtre kahve için semaver ateşini sürekli yanık tutardı. Kampta geçirdiği sürenin çoğu semaver başında geçmiştir.*

Taşlara vura vura çıkan zırhlı bir makine gibiydi. “Sıkıntı jandarma” ile de o gün tanışmıştık. Bazıları onu “omurga” olarak bilir. Sıkıntı ve omurga lakaplarıyla anılan bu jandarma kampımıza uğradıktan sonra böyle çağrılmaya başlanmış. Kendisi biz yokken kampa uğrayıp misafirimiz olmuş. Bizimkiler jandarmaya ve peşinden gelen iki arkadaşına çay ikram etmiş. Üç jandarma ateş başı bankımızın üzerinde taş askerler gibi dizilmiş. Güzel bir sohbet edilmiş. Jandarmalar canayakın bir şekilde bizimkilere mağaracılık hakkında sorular sormuş. Çaylar bitip saatler geçmeye başlayınca, bölgenin güvenliği üzerlerine vazife olan jandarmalar, kalkmaları ve yola dönmeleri gerektiğine karar vermiş. Fakat karar vermeleri çok ani gerçekleşmiş. Sohbet daha devam ederken ortada oturan lider jandarma yanındakilere doğru hafif dönüp, sıkıntı yoksa kalkalım demiş. Bunun üzerine otururken de koruduğu dimdik duruşunu hiç bozmadan tek bir hamleyle doğrulmuş ve aynı anda yanındaki diğer jandarmalar da çelik gibi ayağa dikilmişler. Arabalarına binip yukarı giden yola doğru uzaklaşmışlar.

İşte bu yol sonunda bizim önümüze çıktı. Gece ormanın karanlığından yine ışıksız olan dağ yoluna çıkan 4 kişilik yüzey araştırma grubumuz, kamptan gelen jandarmalarla karşılaştı. Bizimle yolda karşılaşıp şüphelenip durdular. Biz de onları görüp durunca  yanımıza yaklaşıp sorgulamaya başladılar. Arabalarının üzerindeki dev spot ışığı gözlerimizi kör ediyordu. Mağaracı olduğumuzu anlayınca rahatlamış olmalılar çünkü konuşmayı bitirip yollarına devam etmeye karar verdiler. Arabayı en öndeki jandarma kullanıyordu. Bize bir sorunumuz olup olmadığını sordu. Fakat bunu kendine has karakteristik sorusuyla yaptı. Sıkıntı var mı diye sordu. Biz önce anlayamayıp “niye olsun?” diye düşündük. Sonra gece vakti dağ yolunda, sırtlarında kocaman çantalar, ağır ağır yürüyen dört kişinin sıkıntısı olabileceğini düşünmüş olmalarının, ne kadar doğal olduğunu anladık. İçlerini rahat ettirmek adına herhangi bir yerde herhangi bir şekilde sıkıntı olmadığını söyledik. Sonra yolumuza devam ettik.

Yolumuz bizi tekrar kampa çıkardı. Artık gece vakti zifiri karanlık içinde vardığımız bu kamp, dağların karanlığının içinde alev alev parlayan bir yuva gibiydi. 

Sıcak kahvemizi ve çayımızı içtikten sonra diğerlerinin yanında, ateş başı toplantılarımıza katıldık. Sohbetin keyfi boldu. Neşeli sözler aramızda dolaşıyor, gülen yüzler birbirlerine içtenlikle bakıyordu. 

Bu masada otururken gece içinde bir ses yavaşça yanıma sokuldu. Yumuşak, sakin bir guguk sesi duydum solumdan. Oraya döndüğümde hiçbir şey göremedim. Ses çok yakından geliyor gibi duyulsa da o tarafta hiçbir şey yoktu, sadece solumda oturan Tarık vardı. Küçük bir baykuş yukarıda göremediğim dalların birine mi tünemişti? Hayır, gece gibi sessiz Tarık, gece gibi sessizce süzülüp solumdaki tabureye konmuştu. Bir süre baykuşu nafile aradığımı görünce yüzünde mûzip bir gülümseme belirdi. Ellerini dudaklarına götürdü ve çok yumuşak, karanlıkta çimenleri kıpırdatan bir esinti gibi gelen bir guguk sesi yaptı. 

Bundan çok etkilenen bizler, sırayla hayvan taklitlerimizi sergilemeye başladık. İyiden kötüye! Maymun Kardelen fişek gibi zıpladı açığa. Kollarını açtı ve zıplayarak üç kez saldırgan, tiz bir çığlık attı. Hiç fena bir taklit değildi ve hepimiz etkilendik. Sonra Mehmet geldi. “Bah hele, bir mağara var piyuvv!” gibi efsanevi sözlerin atası, “nörüyon” sosyolojik olgusunu hayatımıza kazandıran bu Kayserili harika insan geldi ve “bak kurt yapacam” dedi. Durdu, boynunu kurt gibi yukarı kaldırıp eşşek anırmasına benzeyen bir “Auu” yaptı. Herkes sustu. Garip bir sessizlikten sonra “Valla bak ben buna çok çalıştım. Valla bak iyice sesini tizleştirip tavan yapınca da çatallandırman gerekiyo. Memlekette yapardık yav.” diyip tekrar denedi. “Auu”. Masadakilerde yine beklediği etkiyi yapamayınca durdu, bir dirseğini masaya dayadı ve “Aaağbi, ben buna çok çalışmıştım ya” dedi. Gülmekten yıkıldık elbette.

Börtecin’in Sonu

Börtecin Mağarası’nda en son ne olmuştu ? İlk iniş tamamen döşenmiş ve yeni bir inişle karşılaşılınca sağdaki odadan devam edilmişti. Sonradan keşfedildiği üzere, varılan odadan mağara devam ediyormuş. Odanın sonunda mağara yükseliyor, yükseliyor, sonra yeni bir boşluk ortaya çıkıyordu. “O çarşağın yanındaki odadan, oluşumun içinden böyle geçtik” diye anlatılan geçiş burasıydı. Böylece mağara iki farklı koldan devam etmiş oldu.

Kısa süre sonra ilk inişin sonundaki ikinci iniş de keşfedildi. Burası dibi görünmüyen yeni bir inişti. Dibi görünmediği için kara delik olarak adlandırılmıştı. Çok korkutucu bir adı olsa da, sonuna kısa sürede vardılar. Sadece 25-30 metre derinliğinde bir iniş olduğu ortaya çıktı. Hiç mağaraya girmemiş ve hayal etmekle yetinen benim zihnimde, bu inişin korkutucu adı büyük bir yer edinmişti. Mağarada kara delik adı verilen bir iniş vardı ve her akşam ondan bahsediliyordu. Akşam kampa gelenler, mağaranın diğer koldan devam ettiğini anlatırken bile, bir çok kişi “kara deliğe ne oldu?” diye soruyordu. Sonra bir anda kısacık olduğu ortaya çıktı ve bu hayal kırıklığının üzerine adı unutuldu.

Fakat mağara, şimdi anakol olduğu anlaşılan, oluşumun içinden geçilerek ulaşılan inişten devam ediyordu. Bu inişten başlayan küçük bir tünelden sonra mağara iki kola ayrıldı. İlk kol çok dar ve çamurluydu, diğer kol ise daha geniş bir şekilde devam ediyordu. Bu kol da kısa bir süre devam edip bitti. 

Araştırdıkları geniş büyük kol bittikten sonra mağara araştırma ekibinin yapabileceği tek şey geriye dönüp dar çamurlu kolu keşfetmekti. Ertesi gün bu iş için üç kişilik bir ekip yola çıktı. Yola çıkan üç kişi de darallardan sığabileceği düşünülen insanlardı. Daha önce girilmez denilen, şimdi son umut olarak kalmış bu darala zar zor sığdılar. Ilerlediler ve küçük bir odaya vardılar. Oda topraklı ve çamurluydu; ve tam karşı duvarında toprağın arasında küçük bir aralığı vardı. Bu aralık mağaranın devam ettiğini söylüyordu. Fakat bu açıklığın yüksekliği bir el boyutundan daha büyük değildi. Belki bir fare bile zor sığar. Araştırma ekibinin tek yapabileceği, bu deliği genişletmeye çalışmak oldu. Bir süre elleriyle, yıkılmış ve aralığı tıkamış taşları çektiler, çamuru kazıp genişletmeye çalıştılar, fakat nafile, bu delikten mağaranın devam etmesi mümkün değildi. Kasklarındaki küçük lambaların ışığının, aralıktan süzülüp minnacık dönemece vurduğunu görebiliyorlardı sadece…

Börteçin’e giden son mağara araştırma ekibi böylece geri döndü. Ekip kamptan gezinin 9.gününde saat 10:30’da ayrılmıştı. Geri dönüş saatleri 21:40 idi. Her ekip kamptan ayrılmadan önce dönebilecekleri en geç saati söyler. Bu saate kurtarma saati denir. Eğer bu saate kadar ekip dönmezse onları aramak ve gerekiyorsa kurtarmak için ikinci bir ekip, kurtarma ekipmanlarını alarak kamptan ayrılır. Kurtarma ekibi, kurtarma saatine bir saat kala kamptan ayrılmak zorundadır. Son ekibin kurtarma saati 23:00 idi. Kurtarma ekibinin çıkışına 20 dakika kala kampa vardılar. Geldiklerinde çamur içindeydiler. Dolunay ışığı altında gümüşi parlayan suratları yolda belirdiğinde ateş başındaki herkes onları karşılamaya koştu…

Börtecin Mağarası bu şekilde bitmişti. Börtecin bittikten sonra kamptakiler yeni mağaralar aramaya koyuldu. Ötüken’den ümit yoktu. Zaten yolu çok kötüydü ve keşfedilmeye gönderilen diğer iki bir grup da içerisinde umutları yükseltecek bir şeyler bulamadı. Bunun yerine bu bölgedeki bir çok insandan konuşarak edindiğimiz bilgilerin değerlendirilmesine karar verildi. Bozyazı dağlarında kampımızın popülerliği iyice artmıştı. Bize bildikleri mağaraların nerelerde olduğunu ihbar etmek isteyen birçok kişi çıktı. Bu insanlardan aldığımız bilgiler ışığında birçok mağarayı görmeye gittik. Bazıları büyük olsa da ilerlemiyordu. Fakat bir tanesi, tehlikeli adında bir mağara ilerledi. Yaklaşık ???? metre derine giden bu mağaranın da sonu, gezi bitmeden gözüktü.

Birçok mağara bulduk, birçok mağaraya girdik… Benim bir mağarada gördüğüm en uzun serbest düşüş buradaydı. Bu gezi esnasında Tek İp Tekniği eğitimi aldım. Kulüp arkadaşlarımı burada tanıdım. Yöre insanıyla ilk defa bu gezide tanıştım. Artık dönüşe geçme zamanı gelmişti. Bozyazı’dan Adana’ya muz taşıyan bir tıra otostop çektiğimde, başka biriydim. Artık çantamın içi gerçekten anılarla doluydu…

GEZİ GÜNLÜĞÜ

24 Temmuz Cuma:

19.09’da Bayrampaşa’dan servis kalkış.

21.33’da 20 dakika mola verildi.

21.56 Hanife Nurbahar Kurtlu katıldı.

21.58’de yola çıkıldı.

25 Temmuz Cumartesi:

00.20 – 00.43 Mola verildi.

00.45 – 01.38 Yemek molası verildi.

11.10 Bozyazı’ya varıldı. Mehmet Niyazi Karacalar ve Tarkan Atak Kan katıldı.

12.10 Kamp alanına doğru yola çıkıldı.

12.52 Kamp yerine varıldı.

26 Temmuz Pazar:

Yüzey Ekibi: Giray, Tarık, Ömer, Mehmet, Halil

Kamptan Çıkış Saati: 07.50 Kurtarma Saati: 18.00 Kampa Varış Saati: 12.45

Börtecin Mağara Ekibi: Ezgi, Efe, Anıl, Beliz

Kamptan Çıkış Saati: 09.50   Kurtarma Saati: 18.00 Kampa Varış Saati: 17.15                                    

27 Temmuz Pazartesi:

Kampta Kalanlar: Beliz, Giray, Atak

Yüzey Ekibi: Tarık, Bahar, Mehmet, Ezgi, Efe

Kamptan Çıkış Saati : 07.10  Kurtarma Saati:15.00   Kampa Varış Saati:12.40

Börtecin Mağara Ekibi: Eren, Aleyna, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 08.50 Kurtarma Saati: 19.00  Kampa Varış Saati: 20.13

14.50 Efe Börtecin’e gitti. Kurtarma saati 21.00’a uzatıldı (Kurtarma Saati: 21.00).

15.57 Burak kampa katıldı.

Ölçüm Ekibi: Halil, Enes, Niyazi, Anıl

Kamptan Çıkış Saati: 07.50 Kurtarma Saati:16.00  Kampa Varış Saati:14.00

28 Temmuz Salı :

Kampta Kalanlar: Aleyna, Mehmet, Niyazi

Yüzey Ekibi: Burak, Atak, Bahar, Anıl, Enes

Kamptan Çıkış Saati: 07.15  Kurtarma Saati:16.00  Kampa Varış Saati:13.00

Ölçüm Ekibi: Giray, Ömer, Eren, Tarık, Beliz

Kamptan Çıkış Saati: 08.00  Kurtarma Saati:16.00  Kampa Varış Saati:12.50

Börtecin Mağara Ekibi: Efe, Ezgi, Halil

Kamptan Çıkış Saati: 09.45   Kurtarma Saati: 20.00   Kampa Varış Saati:

18.50’de Halil kampa geldi.

21.00’da Ezgi ve Efe kampa geldi.

29 Temmuz Çarşamba:

Kamp ekibi: Bahar, Enes, Tarık, Burak, Efe, Atak

Ölçüm ekibi: Aleyna, Giray, Mehmet, Halil

Kamptan Çıkış Saati: 17.00  Kurtarma Saati:22.00  Kampa Varış Saati:21.08

Börtecin mağara ekibi: Anıl, Eren, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 10.00 Kurtarma Saati: 22.00  Kampa Varış Saati: 21.01

Sıtmalı araştırma ekibi: Ezgi, Beliz, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati: 10.20   Kurtarma Saati:19.00  Kampa Varış Saati:16.25

30 Temmuz Perşembe:

Kampta kalanlar: Ezgi, Atak, Enes

11.54’te Enes kamptan ayrıldı.

15.35 Kardelen, İrem, Saygın kampa katıldı.

Börtecin mağara ekibi: Aleyna, Mehmet, Beliz, Efe, Halil

Kamptan Çıkış Saati: 10.00  Kurtarma Saati: 23.00  Kampa Varış Saati: 21.42

Dereköy ekibi: Burak, Ömer, Tarık, Eren

Kamptan Çıkış Saati: 10.00   Kurtarma Saati: 22.00 Kampa Varış Saati: 21.01

Ölçüm ekibi: Giray, Niyazi, Bahar, Anıl

Kamptan Çıkış Saati: 16.20   Kurtarma Saati: 21.00   Kampa Varış Saati: 20.30

Ölçülen Mağara: GIM

31 Temmuz Cuma:

Kampta kalanlar: Halil, Atak, Beliz, Saygın, Bahar

Börtecin ölçüm ekibi: İrem, Ezgi, Aleyna, Mehmet

Kamptan Çıkış Saati: 10.20 Kurtarma Saati: 21.00  Kampa Varış Saati:20.10

Börtecin döşeme ekibi: Efe, Eren

Kamptan Çıkış Saati: 12.30   Kurtarma Saati: 21.00 Kampa Varış Saati: 18.05

Ötüken mağara ekibi: Ömer, Anıl, Burak, Giray

Kamptan Çıkış Saati: 10.00  Kurtarma Saati: 17.00   Kampa Varış Saati:15.23

Yüzey Ekibi: Burak, Niyazi, Tarık, Giray

Kamptan Çıkış Saati: 07.00  Kurtarma Saati:20.00  Kampa Varış Saati:09.15

1 Ağustos Cumartesi:

Kampta kalanlar: Ezgi, Aleyna, Beliz

9.40 Halil, Mehmet, Atak kamptan ayrıldı.

14.00 Aykut kampa geldi.

Yüzey Ekibi 1 : Saygın, Ömer, Giray, Bahar, İrem

Kamptan Çıkış Saati: 06.30  Kurtarma Saati:15.00  Kampa Varış Saati:11.04

Yüzey Ekibi 2 : Kardelen, Niyazi, Tarık

Kamptan Çıkış Saati:08.10 Kurtarma Saati:09.10  Kampa Varış Saati:19.00

Yüzey Ekibi 2 yapılanlar: Mağara bulunamadı.

Börtecin ölçüm ekibi: Anıl, Eren

Kamptan Çıkış Saati: 10.10   Kurtarma Saati: 22.00     Kampa Varış Saati:19.11

Börtecin Mağara Ekibi: Efe, Burak, Kardelen, Aykut

Kamptan Çıkış Saati: 16.15   Kurtarma Saati: 21.00 Kampa varış saati: 19.11

Aykut-Kardelen Kurtarma Saati: 22.00 Aykut-Kardelen Varış Saati: 20.00

2 Ağustos Pazar:

Kampta Kalanlar: Burak, İrem, Aykut, Eren, Bahar

Yüzey Ölçüm Ekibi 1: Tarık, Ezgi, Anıl, Efe

Kamptan Çıkış Saati: 09.30 Kurtarma Saati: 19.00  Kampa Varış Saati: 11.30

Yüzey Ölçüm Ekibi 2: Aleyna, Beliz, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 09.15   Kurtarma Saati: 19.00 Kampa Varış Saati: 12.45

Yüzey Ekibi 3 : Saygın, Giray, Kardelen, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati: 06.55  Kurtarma Saati:15.00  Kampa Varış Saati:13.30

21.00 Özlem, Eylül, Enes kampa geldi.

3 Ağustos Pazartesi:

Kampta Kalanlar: Kardelen, Saygın, Giray, Eylül, Anıl, Efe

Börtecin Mağara Ekibi: Eren, Aykut, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 10.00  Kurtarma Saati: 22.00 Kampa Varış Saati:18.28

Tehlikeli Mağara Ekibi: Ezgi, Beliz, Aleyna

Kamptan Çıkış Saati: 09.50  Kurtarma Saati: 21.00 Kampa Varış Saati:15.05

Yüzey Ekibi  : İrem, Enes, Niyazi, Özlem

Kamptan Çıkış Saati: 06.20  Kurtarma Saati:15.00 Kampa Varış Saati:10.30

Muhtar Yüzey Ekibi : Giray, Özlem, İrem

Kamptan Çıkış Saati: 13.40  Kurtarma Saati:20.00  Kampa Varış Saati:17.31

Ölçüm ekibi: Ezgi, Beliz, Anıl, Efe

Kamptan Çıkış Saati: 18.40 Kurtarma Saati: 00.00  Kampa Varış Saati:21.40

4 Ağustos Salı:

Kampta Kalanlar: Ömer, Giray, Enes, Bahar, Tarık, Kasztan

Börtecin Mağara ekibi: Anıl, Aykut, Eylül

Kamptan Çıkış Saati: 10.30  Kurtarma Saati: 23.00  Kampa Varış Saati: 21.40

Tehlikeli Mağara ekibi: Ezgi, Beliz, Efe, Aleyna

Kamptan Çıkış Saati: 10.42  Kurtarma Saati:24.00  Kampa Varış Saati:21.40

Ağalıca ekibi: İrem, Özlem, Saygın, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati:10.30  Kurtarma Saati:17.00   Kampa Varış Saati:13.30

OM ekibi: Eren, Saygın, Niyazi, Burak

Kamptan Çıkış Saati: 17.23  Kurtarma Saati: 20.23  Kampa Varış Saati: 19.30

5 Ağustos Çarşamba:

Kampta Kalanlar: Enes, Saygın, Eylül, Kardelen

Tehlikeli döşeme ekibi: Eren, Beliz

Kamptan Çıkış Saati: 09.00  Kurtarma Saati:17.00    Kampa Varış Saati:15.45

Tehlikeli ölçüm ekibi: İrem, Özlem, Ezgi, Anıl

Kamptan Çıkış Saati:12.30   Kurtarma Saati:23.59 Kampa Varış Saati:21.00

Börtecin eğitim ekibi: Efe, Aleyna, Tarık, Burak

Kamptan Çıkış Saati: 11.07  Kurtarma Saati: 20.00  Kampa Varış Saati:17.00

Yüzey ekibi:Ömer, Aykut, Kasztan, Giray, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati:06.30  Kurtarma Saati:15.00

Kampa Varış Saati:11.30 Ömer, Aykut, Giray, Niyazi kampa geldi.

11.40 Kasztan kampa geldi.

6 Ağustos Perşembe:

Börtecin eğitim ekibi: Ezgi, Eren, Giray, Enes, Niyazi, Kasztan

Kamptan Çıkış Saati:10.00   Kurtarma Saati:19.00  Kampa Varış Saati:15.42

Yüzey ekibi: Aykut, Kardelen, İrem, Eylül

Kamptan Çıkış Saati:07.00  Kurtarma Saati:15.00   Kampa Varış Saati:12.15

Börtecin toplama ekibi:Ömer, Eylül, Anıl

Kamptan Çıkış Saati:11.05  Kurtarma Saati:00.00  Kampa Varış Saati:16.15

Sürmene ekibi:Burak, Saygın, Özlem, Bahar

Kamptan Çıkış Saati:06.45  Kurtarma Saati:15.00

Kampa Varış Saati:08.09 Özlem, Bahar geldi. 08.47 Burak, Saygın geldi.

7 Ağustos Cuma:

Kampta kalanlar: Ezgi, Eren, Beliz, Enes, Giray

Börtecin toplama ekibi: Eylül, Anıl

Kamptan Çıkış Saati:10.20 Kurtarma Saati: 17.00 Kampa Varış Saati: 13.30

Ötüken mağara ekibi: Ömer, Aykut, Burak, Kasztan

Kamptan Çıkış Saati: 10.20 Kurtarma Saati: 23.00  Kampa Varış Saati:13.20

İhbar ekibi: Özlem, Niyazi, İrem, Saygın

Kamptan Çıkış Saati: 11.05 Kurtarma Saati:18.00    Kampa Varış Saati:15.05

Tehlikeli ekibi: Aleyna, Efe, Tarık, Kardelen

Kamptan Çıkış Saati: 11.15 Kurtarma Saati:00.00   Kampa Varış Saati:22.16

Mustafa abi ekip: Aykut, Burak, Eren

Mustafa abi ekip kamptan çıkış saati: 16.00

8 Ağustos Cumartesi:

Ardıç ihbar ekibi: Saygın, Enes

Kamptan Çıkış Saati: 11.00 Kurtarma Saati: 18.00 Kampa Varış Saati: 14.40

Ardıç ihbar ekibi yapılanlar: Gps alındı (Kocaağaç).

Karlık ekibi: Efe, Eylül, Giray, Ezgi, Niyazi

Kamptan Çıkış Saati:10.45  Kurtarma Saati:23.00  Kampa Varış Saati:18.40

Kasztan mağara ekibi: Anıl, Ömer, Beliz, Kasztan, Tarık

Kamptan Çıkış Saati: 15.15  Kurtarma Saati:22.00  Kampa Varış Saati:19.30

Mustafa abi ekip kampa geliş saati: 13.10

Mustafa abi ekip yapılanlar:

05.30 Bozyazı’dan araba yolculuğu.

06.00 Mağaraya gidiş.

07.00 Mağara ağzına varıldı ve mağara döşenip, incelenip ve ölçülüp toplandı.

9 Ağustos Pazar:

Kampta Kalanlar: Giray, Ömer, Burak, Niyazi, Saygın, Tarık

Kızılyokuş Ekibi: Aykut, Aleyna, İrem, Anıl, Kasztan

Kamptan Çıkış Saati: 08.30 Kurtarma Saati:18.00 Kampa Varış Saati:13.08

İhbar Ekibi:Ezgi, Beliz, Eylül

Kamptan Çıkış Saati: 09.40 Kurtarma Saati:22.00  Kampa Varış Saati:18.00

Tırmanış Ekibi: Eren, Efe, Enes

Kamptan Çıkış Saati: 09.38 Kurtarma Saati:22.00  Kampa Varış Saati:17.28

10 Ağustos Pazartesi:

Kampta Kalanlar:Tarık, Saygın

Eğitim Ekibi: Ezgi, Eylül, Niyazi, Giray, Kasztan

Kamptan Çıkış Saati: 08.23 Kurtarma Saati:20.00  Kampa Varış Saati:19.05

Ardıç Ekibi: İrem, Enes, Eren, Ömer

Kamptan Çıkış Saati: 08.50 Kurtarma Saati:16.00  Kampa Varış Saati:16.13

Çamalanı Ekibi:Aykut, Efe, Aleyna, Anıl

Kamptan Çıkış Saati:12.00 Kurtarma Saati:03.00    Kampa Varış Saati:02.20

11 Ağustos Salı:

Kampta Kalanlar: Burak, Aleyna, Eren, Tarık, Niyazi, Saygın

Dikey Ekibi: Beliz, Ezgi, Ömer, Anıl, Eylül, Enes

Kamptan Çıkış Saati: 17.27 Kurtarma Saati:23.00  Kampa Varış Saati:20.20

Ötüken Ekibi: Efe, Aykut, Giray

Kamptan Çıkış Saati: 17.10 Kurtarma Saati:03.00  Kampa Varış Saati:23.30

12 Ağustos Çarşamba:

Kampta Kalanlar: Ezgi, Anıl, Beliz, Aleyna, Saygın, Ömer, Kasztan, Tarık

Yeni Mağara Ekibi: İrem, Niyazi, Enes, Aykut

Kamptan Çıkış Saati: 15.40   Kurtarma Saati:19.15  Kampa Varış Saati:01.00

Tehlikeli tırmanış ekibi: Eylül, Efe

Kamptan Çıkış Saati: 12.52  Kurtarma Saati:22.00    Kampa Varış Saati:19.00

Tehlikeli Eğitim Ekibi: Eren, Burak, Giray

Kamptan Çıkış Saati: 14.00 Kurtarma Saati: 23.00  Kampa Varış Saati: 19.00

13 Ağustos Perşembe:

Tehlikeli toplama ekibi: Eren, Efe, Anıl

Kamptan Çıkış Saati: 09.00  Kurtarma Saati: 17.00  Kampa Varış Saati: 15.30

12.40 Enes kamptan ayrıldı.

14 Ağustos Cuma:

14.40 Kamp toplanıp dönüş yoluna geçildi.

Yazan: Giray Arat

Düzenleyen: İrem Güzel