Meyvalıcilis

Meyvalıköy, Balıkesir, 22 Şubat 2020

Katılanlar: Uğur Özkan, Eren Kenan, Beliz Aydın, Gamze Baydemir, Bülent Efe Temür, Aleyna Cingöz.

Her dönemin başlangıcında olduğu gibi bu dönem de kulübe yeni başlayan üyelerin mağara ortamını tanıyabilmesi için ilk yatay mağara gezisini yapmanın zamanı gelmişti. Fakat bu sefer gezi tarihi yaklaşmasına rağmen hangi mağaraya gideceğimizden hala emin değildik. Benim gönlüm Mencilis’ten yana olmasına rağmen nispeten uzak bir mağara olduğu için alternatif bir mağara arayışına koyulduk. Zaten son zamanlarda eğitim mağarası değerlendirme kriterlerinin başında otobüs ücreti geliyordu. Biz gidebileceğimiz mağara ararken Beliz Balıkesir’de bulunan Meyvalıköy mağarasına gidelim önerisinde bulundu. “DEUMAK zaten senelerdir gidiyormuş bu mağaraya, biz de gidebiliriz.” dediler. Evet çok mantıklı bir argümandı fakat küçük bir sorun vardı. Bizim kulüpten kimse daha önce o mağaraya girmemişti. Bu yüzden ilk geziden önce küçük bir grubun mağaraya giderek ilk eğitim gezisine uygun olup olmadığına bakmasına karar verdik. 

Ben de bu sırada işsiz olduğum için hemen gitmek istediğimi söyledim. Eren arabayla gelecekti bu yüzden içim baya rahattı ama sabah çok erken yola çıkacağımız için kulübü açtırıp malzemeleri alacak kadar zamanımız olmayacaktı. Ben de hangi akılla söylediğimi bilmiyorum ama malzemeleri yurda koymayı teklif ettim. Ekiptekiler belli ki eğlence istiyordu. Normalde yatay bir mağara için almayacağımız fakat “belki” tırmanış çıkar diye alınan döşeme setleri, ipler, Hilti vs. yurda eşyaları götürmeyi teklif ederken düşündüğüm şeyler değildi. Doğal olarak canım eşyaları ve beni gören resepsiyondaki ablalar kafayı yiyordu.

Eşyaları ve beni yurda bıraktıktan sonra “yarın seni çeyrek geçe kapıdan alacağız” dediler ve gittiler. Ben de “herhalde 07.15’tir” deyip rahat rahat hazırlanırım diye düşünerek alarmı 06.00’a kurup uyudum. Sabah uyandığımda hiç hoş şeyler olmadı. Sonradan öğrendim ki bana dedikleri çeyrek uyanma saatimden 15 dakika sonraki çeyrekmiş. Neyse ki bütün eşyalarım hazırdı. Ultra hızlı bir şekilde hazırlanıp, o kadar eşya yüzünden asansör ile odam arasında birkaç tur gidip geldikten sonra arabaya oturunca baya bir rahatladım. 

Feribota kadar sessiz sakin bir yolculuk oldu. Feribotta sonunda arabadan çıktığımızda sabahtan beri bir şey yemediğimiz için açlıktan ölmek üzereydik. Sonra Beliz annesinin sabah yaptığı peynirli tostlarıyla bize gülümsedi. Efe de çantasından açma çıkarttı. “Bugün de iyiyiz” dedik ve kahvaltı yaptık. 

Saat 10 gibi Bigadiç merkeze vardık. Millet markete gidip daha sonra yemek için bir şeyler alacaktı. Ben de bu süreçte arabada kalmayı tercih ettim çünkü arkadaki o küçük koltuğa girip çıkmak çok zordu. Veee tekrar yollara düştük. 

Mağaranın bu kadar uzak olmasını beklemiyordum. Ki bence kimse beklemiyordu. Yolda birinin daha önce bana köyünde bir mağara olduğunu söylediğini hatırladım. “Bir denemekten zarar gelmez” diyerek aramaya karar verdim. Telefon bağlantısı sürekli gidip geldiği için iletişim kurmak oldukça zordu. Sonuçta aldığım cevap ise beni hiç mutlu etmedi. Bahsedilen mağara köyden biraz uzak olduğu için 7-8 km kadar yürümek gerekiyormuş, o yüzden de bizi götürebilecek olan adam ancak sabah gidersek olur dedi. Tabi ben bu konuşmayı saat 13.00 civarında yapıyordum ve daha asıl bakmamız gereken mağaraya bile varamamıştık. Ben de nasip değilmiş diyerek vazgeçtim. 

Araba sürekli olarak yukarıya doğru ilerledikçe giderek gözüm korkmaya başladı. Çünkü karşımda görebildiğim dağlardaki tek renk beyazdı. Kendimi sadece az yolumuz kaldığını düşünerek sakinleştiriyordum. Sonunda köye vardığımızda saat üçe geliyordu. Ve aynı zamanda mağaraya gidişle ilgili bildiğimiz yolun da sonuna gelmiştik. Bundan sonra köyden birinden bize mağarayı göstermesini isteyecektik. Köy yolunda ilerlemeye başladığımızda tek tek bize dönen gözler baya bir ürkütücüydü. İnsanlar daha önce hiç böyle bir varlık görmemişçesine bize bakıyordu. Sonradan derdimizi anlattığımızda aralarından birini bize mağarayı göstermesi için görevlendirdiler. Biraz garip bir abiydi ama -her ne kadar Eren reddetse de- bize yemek yaptırmayı teklif ettiğini öğrendiğimde bir sempati oluşmadı değil. 

Mağaraya girmeden önce bir şeyler atıştırmaya karar verdik ve giyinip hazırlandık. Az kişi olduğumuz için mağaraya hep beraber girecektik. Aslında daha önce eğitmenlerimin de bilmediği mağaralara çok girmemiştim bu yüzden heyecanlıydım ama mağaranın içine girer girmez bütün heyecanım paramparça oldu. Meyvalıköy mağarasının da suçu yatay karakterli ve belli kollarda fosilleşmekmiş demek ki diye düşündüm. İnsanlar “madem girebiliyoruz neden girmeyelim” diye düşünmüşler belli ki, çünkü mağaranın duvarlarına bıraktıkları işaretler sağ olsun kaybolmak mümkün değildi. Daha önce hiç bu kadar tahrip edilmiş bir mağara görmemiştim. Buradan emeği geçenlerin …… Kuru kolun tamamına baktıktan sonra saat epey bir geç olmuştu. Yine de sulu kola da bir bakalım kararı çıktı. Bazı yerleri Parsık’a çok benziyordu. Epey bir ilerledikten sonra baktık sulu kol da gittikçe gidiyor. Bu seferlik geri dönmeye karar verdik. Zaten herkes yeterince eğlenmişti.

Mağaradan çıktığımızda saat dokuza geliyordu. Artık geriye kalan tek şey evlere ulaşabilmekti. Ama beklemediğimiz şekilde ilk başta bize uzaylı gibi bakan insanlar bizi bırakmıyordu. 

Kahvede çay ikramından sonra nihayet yola çıkmayı başarabildik. Tekrardan gecenin bir vakti Bigadiç’e vardığımızda hepimizin karnı zil çalıyordu. Fakat saat yüzünden yemek imkanımız baya kısıtlıydı. İlk önce bir kokoreççi gözümüze çarptı. Beliz’in “Iyy kokoreç mi?!” tepkilerine aldırmadan fiyat sormak için içeri daldım. Ama Beliz şanslı olacaktı ki fiyatlar cep yakacak düzeydeydi. Biz de başka bir yer bulmak üzere arabayla Bigadiç’in o ışıl ışıl (!) sokaklarında fink atıyorduk. Pastane, çorbacı, o, bu derkeeen tavuk tantunici bulduk. Bir anda Taksim takılmacaları öncesinde veya sonrasında fark etmeksizin yediğimiz tantunici anılarımız ortamdaki o mağara yorgunluğunu, gece yolculuğunun verdiği yorgunluğu ve uyku mahmurluğunu aldı götürdü. 

Güzelce karnımızı doyurduktan (tabi ki tıka basa yemek yedikten demek istiyorum) sonra Eren’in çiğ köfte krizi üzerine mekanda olmayan ancak mekan işletmecisinin ısrarla “Oturun bir çay için ben size çiğ köfte söyleyeyim” demesiyle biraz daha misafir edildik. En sonunda da durmaksızın yola çıktık. Eren’in yorgun hissedip arabayı bir yerde bana vereceğini söylemesi üzerine yol boyunca uyudum. En son araçlı feribotta bir uyanır gibi oldum ancak Eren bir kez daha “inince belki verebilirim” dedi ve uyumaya çalıştı. Bir sonraki gözümü açtığımda Uçak Uzay Fakültesi’nin önünde Aleyna’yı uğurluyorduk. 

Eren, saatin geç olmasından ötürü herkesi evlerine araç eşliğinde bıraktı.

Güzeldi…

Yazanlar: Aleyna Cingöz, Bülent Efe Temür