İnkese Son Görev [Fakir ama Baflı]

İnkese, İstanbul, 1-2 Temmuz 2017

Geziye Katılanlar: Ozan Küçükbağış, Uğur Özkan, Nermin Akın, Birgül Kalkan, Bensu Elmacı, Selen Özkelebek

İstanbul sınırları içinde olan İnkese Mağarası’na hem yaz gezisi öncesi pratik yapmak hem de haritaya katkıda bulunmak için klik gezi olarak gidileceği bilgisi kulaktan kulağa yayılıyordu. Ozan’ın “inkesele beni pakize” adı altında vatsap grubu kurmasıyla iş ciddileşti. Geziye Ozan’ın şahsi binek arabasıyla gidilecekti. “Beni bagaja perlonla bağlasanız, sedyeye koysanız kontrol olursa cansız olduğuma inandırsanız, arabanın üstüne bağlasanız, olma mı?” tadında taleplerle gezi kontenjanı arttırılmaya çalışılıyordu. Ama muhalesef ki istekli kadınlarımızdan biri daha geride kalmak zorunda kaldı.

Cuma akşamı 8 gibi okulda buluşup yola çıkmak üzere anlaştık. 8’de odada hazır bulunuyor olmamıza rağmen neyi beklediğimizi bilmeyerek yaklaşık 1 saat daha bekledik. Sonra eşyaları arabaya koyup yola çıktık. Henüz yarım saatlik yol gitmiştik ki sağ yanyolda McDonald’s, Burger King, market vs. görmemizle 1 saatlik mola vermek üzere yoldan çıktık. Fakat makdanıza ulaşmak o kadar kolay olmayacaktı.

Tahminen 2-3 tur döndükten sonra yolumuzu bulduk. Bu arada istemeden civardaki bütün market zincirini çözümlemiş bulunduk ve gözümüze kestirdiğimize girdik.

Yine her şey çok pahalıydı ya da biz çok fakirdik. Markette yumurta olmaması bizi derinden yaralarken, askıdaki buffları görünce dikkatimiz çabuk dağıldı. Salçaya verecek paramız yoktu ama 2 tane baf alan oldu aramızdan. Alışverişte yaptığımız harcama miktarına binaen 2×5 litrelik su kazandığımızı bildirdiler kasada, bidonları alıp marketten çıktık. Makdanısda karnımızı doyurduk, çıkarken tuvaletten bi rulo tuvalet kağıdı alarak da ritüelimizi gerçekleştirecektik fakat yoktu. Aldıklarımızı arabaya yerleştirirken soğuk durmasını tercih edeceğimiz gıda maddelerini buzluğa koyduk ama buzumuz da yoktu. O sırada parlak bir fikirle geldi Uğur. Mekdanıza tekrar girip kasadaki çalışana kibar bir şekilde bir bardak buz alıp alamayacağımızı sorduk. Beklenmedik “Şu boy yeter mi, kapak ister misiniz, bir bardak daha alır mıydınız?” gibi soru şeklinde gelen cevaplarla şaşırmıştık. Bu kadar kolay olmasının üzerine bir bardak daha buz alabilmek için şansımızı bir de börgırkingde deneyelim dedik. Bu sefer diğerlerinin umutsuz bakışlarını üzerimde hissederek içeri yalnız girdim ve biraz tedirgin bir şekilde kasadaki çalışana yöneldim. Elimde buz dolu büyük boy bir bardakla dışarı çıktığımda herkes şaşkındı. Molayı bitirdik ve tekrar yola koyulduk.

Ozan, arabasının ses sistemini yapan faça şahini olan adamdan özel olarak aldığı şarkıları açmıştı. Bu sayede o güne kadar dinlemediğimiz türkçe şarkılar dinledik hepimiz, asıl şaşırtıcı olan şarkıların hepsinin remix halini dinliyor oluşumuzdu. Havanın gittikçe kararması, yoldaki arabaların azalarak bitmesi ve şarkıların da tatsızlaşmaya başlamasıyla fazla seçeneğimiz kalmamıştı. Birilerinin artık aramızdan ayrılması gerekiyordu. Senaryo gereği ilk olarak gözlüklü olanın aramızdan ayrılmasını bekliyorduk (Nermin). Biraz bu şekilde konuştuktan sonra beyaz elbiseli kadın gördüğünü iddia eden Nermin oldukça tedirgindi. Selen küçükken gördüğü halüsinasyonlardan ve rüyalardan bahsederken yanımda oturan Bensu’nun bıyıkaltı gülümsemesiyle birlikte bakışlarını üzerimde gezdirdiğini fark ettiğimde ciddi anlamda gerilmeye başlamıştım. Bu sırada Uğur rolırkostır facialarından en sevdiklerini anlatıyordu. Işıkları açık bir market görmemizle yumurta ve mantar alacağımızı hatırlayıp arabadan indiğimizde biraz rahatlamıştım.

Saat gece yarısına geliyordu markete girdiğimizde, yumurta ve mantar için bakınırken Bensu cümle kurmaya tenezzül etmeden “Mantar?” dedi ve kasadaki insan bu kelimeyi sanki ilk defa duyuyormuşçasına “Mantar??” cevabını verdi. “Mantar yok mu?”, “Mantar olmaz burada, dağdan topluyorlar.” Bu cevaptan sonra mantarı gözden çıkarmıştık. Bensu bu sefer de “Yumurta?” diyerek derdini anlatmıştı ama aldığımız “Yumurta?” cevabı oldukça gizemliydi. “Satmıyor musunuz?”, “Yok”. Dükkanın arkalarına doğru gördüğümüz yumurtaları da alamayacağımıza ikna olduktan sonra marketten çıktık.

—Bu sırada dışarıda bekleyenler, marketin yanındaki buzlu camın ardında yaşananları hayretler içerisinde izliyormuş. Fırına atılıp kürekle vurulan insan cesetleri kanlarını dondurmuş.—

Az gittikten sonra bir market daha çıktı karşımıza. Amcanın ifadesizliği ve yerde taklalar atan böceklerinin de etkisiyle kasvetli hava hala devam ediyordu. Bensu yine “Mantar?” çıkışını yaptı, “Nasıl mantar??” cevabını alıp düşüncelere daldık, nasıl mıydı mantar? Yumurta, domates, biber alıp devam ettik. Hacıllı Köyü Camisi’ne geldiğimizde çocuklar yolda top oynuyordu, “Bu saatte ne topu, in mi cin mi bunlar?” derken oyunun ortasına daldığımız için yediğimiz küfürlerin etkisiyle kasvetli hava kaybolmuştu. Tabeladan sonra 10 dk daha giderek kamp alanına yaklaşmıştık ama Ozan nereden gireceğini her seferinde karıştırdığını belirterek olası bir yola önce Uğur’la yürüyerek gidip baktılar ve “Burası” dediler. Arabayı düzeltip indikten sonra, üzerinde mağaranın haritası vs. olan tabelanın hedef tahtası haline getirilip -sanırım- kurşunlanarak katledilmiş ve devrilmiş olduğunu görüp üzüldük. Eşyaları arabadan indirdik, alındığından beri içinde toplu kalmayı, parti yapmayı, masa koyup yemek yemeyi, kart oynamayı hayal ettiğimiz biricik malzeme çadırımızı kurduk. Üzerimize uzun kollu bir şeyler aldıktan sonra her zaman kısmet olmayan kişi sayısı/sandalye=1 oranının konforuyla çipslerimizi Uğur’un yanından eksik etmediği mumun ışığında yedik. Kendimizi biraz daha korkutmaya çalıştık ve uyuduk.

Sabahın ilk ışıklarının vuracağı yere çadırı kurmak gibi bir hata yaptığımız için sabah teker teker çadırı terk etmek zorunda kaldık ama bu süreç bazılarımız için o kadar da kısa olmadı. Güneş ilk Uğur’a vurdu ve çadırı ilk terk eden Uğur olmuştu, matını alıp dışarı çıktı. Hangi akla hizmetse o havada içliklerle ve kışlık tulumlarla uyuyan diğerleri olarak önce tulumlarımızın fermuarını açtık, ayakları çıkardık, kafamızdaki bafları çıkardık, saçımızı topladık, üşeniyor ve inat ediyorduk. Çadırın içinde güneş vurmayan yerlere yöneldik,hala mücadele halindeydik. En sonunda şort atlet giyip sırayla biz de çıktık çadırdan, bulduğumuz gölgeliklere matları atıp uyumaya çalıştık. Gölgenin alanı sürekli değişiyordu ve buna kafa yormaya üşendiğimiz için belli aralıklarla kalkıp yer değiştirmek zorunda kalıyorduk. Bazılarımız gölgenin kaydığını fark edemeyip güneşin altında uyuyakaldı. Sonra kalktık ve kahvaltı hazırladık. Hava gerçekten çok sıcaktı bir türlü çadıra gidip içlik giymeye cesaret edemiyorduk. Birkaç başarısız girişimin sonunda Nermin’in fikriyle mağara ağzında giyinmeye karar verdik.

Nermin, Bensu sulu kolu, Uğur, Selen, ben kuru kolu ölçecektik. Uğur dışında hepimiz ilk defa giriyorduk, katledilmiş tabeladan haritaya biraz bakmıştık. Ya haritadan pek bir şey anlaşılmıyordu ya da bizim kafamız karışmıştı. Uğur’un yönlendirmesiyle Nermin ve Bensu sulu kol diye ana koldan ölçüm yapmaya başlamıştı. Uğur, Selen, ben de ağzı ölçtükten sonra kuru kol diye yan koldan devam ettik. Lazermetre Uğur’da, klinopusula bendeydi, Selen ise ölçümleri yazıp çizim yeteneğini de kullanarak eskiz yapıyordu. Kol hemen bitince yan kolda olduğumuzu fark ettik, soru işareti bıraktığımız yere bakmaya gittik. Soru işareti bıraktığımız yer yukarı doğru gidiyordu ve birinin çıkabilmesi için alttan desteğe ihtiyacı vardı. İhmal edilebilir ağırlığı ve hacmi sayesinde Selen, Uğur’un desteğiyle kolayca çıkabildi -kendisine ‘daral çubuğu’ yakıştırmasını uygun görüyorum-. Sonra ben de Uğur’dan destek alarak çıktım ve ikimiz bakınmaya gittik. Yarasaların gelişi bizi heyecanlandırmıştı. Sağı solu sarkıtlı dikitli genişçe bi yere çıktık, elimizdeki eskize bakıp “Burası soldan şuraya mı bağlanıyor acaba” gibi varsayımlarda bulunup heyecanlandık. Karşımızda kalan yarıktan devam ettik ve yarasaların olduğu odaya geldik. Yarasaların uçuşuna göre ve seslerini dinlediğimizde “Burası soldan şuraya mı bağlanıyor acaba” dediğimiz yerin sağdan yarasaların olduğu odaya bağlandığını fark ettik. Biraz oyalanıp ölçümü elimizden geldiğince bitirip döndük, bu sırada Uğur bizi beklerken biraz sıkılmıştı tabi. Geri dönüp mağaranın girişindeki sağdan yukarı doğru giden yerde biraz oyalandık. Uğur çizmelerini unuttuğu için botlarıyla girmek zorunda kalmıştı. Üstü çamurla kaplı basamaklar vardı sanki. Uğur’un botları kaydığı ve ben de biraz ağır olduğum için yine Selen’in ihmal edilebilir ağırlığından faydalanarak kendisini yukarı doğru uzattık.

—Anakoldan sessiz ve sakin bir şekilde ilerleyen Nermin ve Bensu ilk defa 2 kişilik şiftte bulunmanın ve bu olayın bilmedikleri bir mağarada gerçekleşmesinin tedirginliğini yaşıyorlarmış. Sulu kol olarak vadedilen anakol gittikçe gidiyormuş. Mağara bellerini bükmüş doğrulmalarına izin vermiyormuş. Gel zaman git zaman mağara ikiye ayrılıvermiş. Nermin’in “Ben sağa bakayım, sen de sola bak.” demesi üzerine, Bensu gerçek sulu kolda, Nermin de gerçek kurukolda tek başlarına ilerlemeye başlamış. Mağaranın beklenilenden farklı şekillenmesi kafaları karıştırmış. Akşamki korku hikayelerinin de etkisi olacak ki, Bensu bi oyukta içinde ceset olduğunu düşündüğü bir çuval görmüş. Merak ve korku duyguları arasında gidip gelmiş lakin bir türlü çuvala yanaşamamış. Nermin, kurukolun da ikiye ayrılmasıyla biraz daha bakınıp, hayvan kemikleri ve mistik seslerin üzerine geri dönme kararı almış. Birbirlerine doğru biraz koşar biraz uçar hareketlerle ilerleyen ikili, aslında gitmeleri gereken yolu içten hissederek sulu koldan devam etmiş. Boş çuvalı etkisiz hale getirdikten sonra, sulu kolun yarısına kadar ölçüp çıkışa geçmeye karar vermişler.—

Derken Nermin ve Bensu da yanımıza geldi. Durumu konuşup yeni bir plan yapmak için çıkıp bir şeyler yemeye karar verdik. Çıktığımızda Ozan’ın ortalığı toplayıp yemek yapmış olduğunu gördük, Nermin, Uğur, ben yemeğimizi katledilmiş tabelanın üzerinde yedik. Tabela ne için yapılmıştı bilmiyorduk ama fikri sevdik. Mağaracılıkla ilgili yazıların ve mağara haritasının üzerine oturarak bir yandan saygısızlık yaptığımızı düşünüp vicdan azabı duyuyor bir yandan da yiyorduk. Tekrar mağaraya girip ölçüme devam etmek üzere plan yaptık. Ozan’la Uğur köye su almaya gitti. Biz de çay, süt, çokomiks gibi şeylerle eğlenirken biraz uyuklayıp güneşlenerek dinlendik. Uğur’la Ozan’ın gelmesiyle hazırlandık. Uğur, Nermin, Selen, ben kuru kolu ölçmek üzere girdik.

Hızlıca devam edip bacanın oraya gelmiştik. İrice bir kaya, kayanın altından geçeceğimiz yerde örümcek ağı ve ağda da küçük olmayan bir örümcek vardı. Uğur örümceğin karadul olduğuna neredeyse ikna edecekti bizi. O örümceği ilk defa görüyordum ve kendisiyle yüzleşmem kolay olmadı. İlk kurban olarak seçilmiştim, kayanın altından geçtim ve silkelenmeye başladım, üstümde göremediğim bir yerimde dolanması düşüncesine tahammül edemiyordum. Nermin geldiğinde örümceklerden biri sırtındaydı, yere atıp izlemeye başladık. O sırada Selen geldi, üzerimde örümcek olmadığına emindim ama Selen bir tanesinin üzerimde olduğunu söyledi, yüksek desibelli bir çığlık attım, ben çığlık atınca Nermin de çığlık attı, saçma bir an yaşadık. Solda durgun kötü kokulu suyu geçtikten sonra mağaranın sonu olan çıkışa geldik, bir yerde yatarak ölçüm alırken kafamızın sağından solundan fındık faresi geçiyordu. Her tavanda sürekli burun buruna geldiğimiz sinekler vardı. Çıkışında çöpler vardı, hava kararmıştı, sıcak ve boğucuydu. Dönüşe geçtik. Kötü kokulu suyun olduğu yere bakma işi Uğur’a kaldı. Örümcekli kayanın üstünden geçmeye karar vermiştik bu sefer. Soru işareti bıraktığımız birkaç yere de baktıktan sonra Uğur ve Nermin’den sulu kola bağlanan daralın olduğu yerde ayrıldık. Selen eskize eklemeler yapacaktı fakat defterin suya düşmesiyle birlikte mağaradan çıktık. Uğur’la Nermin de daralın ölçümünü yaptıktan sonra ateş başında aramıza katılmıştı.

Ertesi sabah mat uyumalarımızı yaparken arabayla köye gidip gelen Ozan ve Uğur uyuduğumuz bölgeye faça şahinli abimizin koleksiyonundan “Sana vermezsem kime vereceeeğğiim…kalbimi” parçasıyla daldılar. Bu minik şoku atlattıktan sonra kahvaltımızı ettik. Uğur, Bensu sulu kola devam etti, Nermin, ben girişte suyun geldiği yere gittik. Ölçüm almak için dururken yanımızdan geçen yarasalarla romantik bakışmalar yaşadık. Yarasalar kafam kadardı. Nermin duyduğu seslerin kanat seslerinin yankıları olduğunu tam anlayamadığı için birileri çekiçle kayaya vuruyor sanıp önceki ceset vakasını hatırlayıp tedirgin oldu.

Mağaranın bu kısmı da ara ara süründürüyordu ve diğer kısımlara kıyasla bayağı etkileyiciydi. Bir süre daha iki büklüm gittikten sonra doğrulabildiğimiz beş yol ağzı bir yere geldik. Sağda ve solda yukarı doğru birer kol vardı ve yarasalar sol yukarı gidiyordu. Sonraki gelişimizde devam etmek üzere son istasyonu alarak döndük. Mağaranın girişinde karadullardan bir tane daha vardı, dik dik baktıktan sonra kendi haline bırakıp çıktık. İnsan yün içlikle de amele yanığı olabiliyormuş onu gördük. Dönüşte mola yerinde mantı yemeye heveslendik, mantılar hem geç geldi hem de az geldi, kendimizi ekmek arası tabak yerken bulduk.

…ve bir kere daha, insanlık tahin-pekmez oranında uzlaşmaya varamadı.

Not: Fotoşoklar için Recep Can Altınbağ’a teşekkür ederiz.

Ekipler:

1 Temmuz Cumartesi:

  • Nermin, Bensu (14:30 – 17:00)
  • Uğur, Birgül, Selen (14:30 – 17:15)
  • Uğur, Nermin, Birgül, Selen (20:30 – (Birgül, Selen 23:45, Uğur, Nermin 00:30))

2 Temmuz Pazar:

  • Nermin, Birgül (13:30 – 15:00)
  • Uğur, Bensu (13:30 – 15:00)

Birgül Kalkan