Hacıllı Kayalar, İstanbul, 29-30 Temmuz 2017
Geziye Katılanlar: Yaman Özakın, Adil Ayar, Bensu Elmacı, Recep Can Altınbağ, Uğur Özkan, Emre Can Güzel, Elif Yavuz, Emel Gökgöz, Türker Türkyılmaz, Bora Efe, Kumsal Güvenli, Berker Uğur, Mehmet Özgün Demir
Pınargözü Mağarası’na yapılacak araştırma gezisine hazırlık olması için Şile’nin Hacıllı Köyü’ndeki kayalarda tırmanış pratiği yapmayı planlamıştık. Hacıllı Köyü yakın olduğu için benim de aralarında bulunduğum 5 kişilik bir ekip, bisiklet kullanarak gitmeyi uygun gördü. Bora ile ben İTÜ Ayazağa Kampüsünden yola çıktık, Sarıyer’e giderken Adil ile karşılaştık, Anadolu Kavağı’na geçip Uğur ve Özgün ile buluştuktan sonra fazla zaman kaybetmeden saat 20:30 gibi Anadolu Feneri’ nin yolunu tuttuk. Boray’ın eski okul çantalarından yaptığı heybeleri diğer tüm heybelerden güzeldi. Hayallerimizde Karadeniz sahili boyunca deniz manzarası eşliğinde gitmek vardı lakin Google Maps bize güzel bir şaka yapmıştı. Haritada görünen yol gerçekte bulunmuyordu (Askeri bölge olduğu için).
İndiğimiz tepeleri tekrar çıkarak Polonezköy’e gittik, yolumuzu mantık sınırları dışında epey uzatmıştık.
Buralarda köpek salınağı varmış, hayatımda gördüğüm tüm köpeklerden daha fazla sayıda köpek yoldan biri geçse de kovalasak diye bekliyormuş. Tasmalı köpek, tasmasız köpek, sıska köpek, havlamadan avına koşan köpek, havlayıp yerinde duran köpek, tellerin altından fişek gibi çıkan köpek, ne olduğunu anlamamasına rağmen arkadaşlarını taklit eden köpek, koşamayan köpek, çok iyi koşan köpek, yaşlı köpek, yavru köpek, Adil’in aşırı yüksek lümenli ışığından epilepsi krizi geçiren köpek… Neyse ki aramızdan bir cengaver önden köpeklerin arasına dalarak diğerlerini peşini taktı ancak Boray’ ın ayaklarının yalanmasına engel olamadı.
Saat gece 2’ye yaklaştığında kamp yapmak için uygun bir yer arıyorduk ama bulamıyorduk bir türlü. Köpeklerin olmadığı tek bir köşe yoktu sanki. Sarıpınar’a vardığımızda yolun sağ tarafında fena olmayan bir alan gördük, biraz daha ilerleyince ise düz ve çimlerle kaplı bir ağaç dibi bulduk. Geceyi burada geçirmeye karar verdik. İki kişilik çadırda Bora ve Uğur ile beraber biraz yemek yiyip, balık istifi şeklinde yattık. Sabah 8:30 gibi kalktığımızda çadırın güneş ışınlarını aşırı derecede emmesi yüzünden alev alev yanmaya başladık adeta. Çok zaman kaybetmeden yola koyulduk lakin dün geceki gibi serin havada gitmek ile güneş altında gitmek gerçekten baya fark ediyormuş. Özellikle Şile otoyolundaki yokuşu çıkarken alnımdaki terler peşinden güneş kremini de sürükleyerek gözlerimin içine girip yakıyordu. Yanımızdan geçen kamyonların çıkardığı tozlar da ayrı bir dertti. Daha sonra otoyoldan çıktık, Bıçkıdereye doğru yola koyulduk. Burada bir mola verip dondurma yedik. Darlık barajından sonra %10 eğimli yokuşlarda bisiklet üzerinde hayatta kalma mücadeleleri veriyorduk. Öğlen 2 miydi 3 müydü bilemiyorum ama Hacıllı’ya vardık.
Biz gittiğimizde haliyle çoktan tırmanmaya başlamışlardı. Hemen birkaç şey atıştırıp kayanın oraya vardık. Allah var ya da yok ama kaya baya güzeldi açıkçası kim yarattıysa eline sağlık. Kurulan rotalarda güzel güzel tutungaçlar ve ayak basılacak büyük çıkıntılar vardı. Çıktığımız rotalar kolay sayılabilecek türdendi ancak bisiklet yüzünden bileğimde oluşan ağrılar beni zorluyordu baya. Herkes bol bol tırmandı, kayada dokunmadık yer bırakmadık. Hava kararmaya başlayınca yavaş yavaş kampa döndük. Baya yorulduğumdan çadıra geçip yattım. Ben mışıl mışıl uyurken kamp eski kovboy filmlerine dönmüş. Ortalıkta kurşun kovanları uçuşurken hiç bir ses duymamışım. Rivayetlere göre genelde sürüler halinde dolaşan grup, bir araya gelince oluşan güven aurasından gelen enerji ve karpuz arayışının verdiği ilginç bir güç ile coşmuş. Kampta, çalınan karpuz bahanesiyle baya olay çıkarmış. Sabah kalktığımda anlatılanları duyunca baya şaşırmıştım. İnkese gezisinde mağara tabelasının yıkılarak kurşunlandığının görülmesi, Gürlek Mağarası yakınlarında gece kampı basmaları… Sanırım bize artık gelmeyin demek istiyorlardı. Buraların ilk araştırıldığı vakitlerdeki o samimi ortam kalmamış anlaşılan.
Yemek yiyip yine kayaların dibine ulaştık. Biz kayalara giderken Uğur, Bensu, Kumsal ve Elif ise Gürlek mağarasına bir şift atmaya gittiler. Şelalenin bulunduğu bölge biraz kalabalıkmış ve Uğurların mağaraya doğru çıktığını görenler “Onlar çıkıyorsa biz de yaparız” diyerek kendilerine macera yaratmaya başlamış. Anlattıklarına göre mağaranın içinde de telefon ışığı ve günlük kıyafetlerle mağaraya girmiş olan bir grup ile karşılaşmışlar (Kamu Spotu: Eğer gerekli teknik ekipmanınız ve eğitiminiz yoksa bu tarz girişimlere kalkışmanız hayati risk taşımaktadır.).
Bir yandan bunlar yaşanırken diğer yanda ise kayaların dibinde Yaman bize Aid Climbing anlatıyordu. Daha sonra teker teker bolt çakıp perlondan yapılmış merdiveni kullanarak tırmanmaya başladık. Sıranın sonuna kaldığım için son boltu çakmak bana kaldı lakin açı tutmadığı için hanger’ı takmak başarısızlıkla sonuçlandı. Bu sırada ise kayanın diğer tarafında tırmanmaya devam ediliyordu. Öğle saatlerine doğru işimizi bitirip kampa geri döndük ve toparlanmaya başladık.
Bora ile beraber bisikletleri alıp acaba evlerimize gidebilecek miyiz düşünceleri içinde yola çıktık. Geri kalanlar ise otobüse binip okula doğru ilerlemeye başladı. İnkese’nin yanından geçerken keşke biraz daha zaman olsa da şuraya da bir baksaydık diye iç geçirdik ama geceye kalmadan eve gitmek istiyorduk. Özellikle Bora’nın baya yolu vardı çünkü Bostancı’da ikamet ediyordu. Ama yol çok güzeldi. Asfalt yeni dökülmüştü. Köy yolları deyince akla gelen o tozlu toprak yoldan eser olmayan, beyaz çizgileri bile daha çekilmemiş, araba trafiği neredeyse hiç olmayan, hafif yokuşlu bir yoldu. Yolun etrafındaki büyük ağaçların sağladığı gölgeler eşliğinde pedal çevirmek gerçekten zevkliydi. Yiyecek satan bir yer bulana kadar baya bir yol gitmek zorunda kaldık. Yağcılar köyüne vardığımızda yolun kenarındaki gözleme yazısını görünce durup hemen ikişer gözleme yedik. Daha sonra ise Mollafenari’nin içinden geçip (bu arada bir yerde marketten muz alıp psikolojik bir enerji takviyesi yaptık) Sabiha Gökçen tabelalarını takip ederek Kurtköy’e ulaştık. Saat 22.00’a yaklaşıyordu, burada Bora ile yollarımız ayrıldı. Eve gelip bir güzel yattım ama Bora 20 km’ye yakın bir mesafe gittikten sonra anca evine varabilmişti.
Ekipler:
30 Temmuz Pazar:
[Gürlek Mağarası]: Uğur, Elif, Bensu, Kumsal (10.30 – 13.00)
Recep Can Altınbağ