Yer / Tarih: Karlık Kuylucu, Bartın, 29 Nisan-4 Mayıs 2022
Gezi Yazısını Yazan: Sena Türkü Çakmak
Gezi Yazısı Düzenleyenler: Buse Bomin, Beliz Aydın
Geziye Katılanlar
Eylül Horoz, Recep Can Altınbağ, İbrahim Öğütçü, Mehmet Mir Said Elçi, Bülent Efe Temür, M. Enes Avukat, Oğuzhan Altıntaş, Kardelen Gülbenay Nurdoğan, Diego Fernandez Rueda, Seyyidi Kerim Parlak, Deniz Tekin, Yasin Tabakoğlu, Ömer Coşkun, Göksu Kayacılar, Uğur Özkan, Bora Efe, Selin Erman, Hüzeyfe Burak Arslan, Fatih Akbal, Asiye Şeyda Irmak, Mehmet Niyazi Karacalar, İlayda Apaydın, Talha Acar, Zeynep Doğa Ünelli, Dilge Dağ, Mehmet Özgün Demir, Nehir Güner, Rozelin Kartal, Sena Türkü Çakmak, Adil Ayar.
Gezi Yazısı
Bir gezi hayal edin. Klasik bir gezi, yolculuk, ağaçlık kamp alanı, çadırlar, güzel güneş, sonra başıboş bir ev, yolda kalan bir otobüs, ayılar… Evet evet hayal etmeye devam edin. Neyse, ben en iyisi en baştan başlayayım.
Ödevimi gönderdim ve telaşla yurttan çıktım. Saat akşam yediyi geçiyordu, otobüs gelmek üzere olmalıydı ve ben belki de eşya taşımaya bile yetişememiştim. Geldiğim gibi çantamı kaldırıma savurdum ve koşarak kulüp odasına girdim. İçeride ise tamamen tersi bir hava hakimdi, oturup telefonuyla uğraşanlardan koltukların üstünde soyunanlara kadar, ve o an anladım ki pek de geç kalmamışım :d dokuzu biraz geçe gelecek olan otobüsü bekleme merasimi başlamıştı, o sırada mağaracıların eline frizbi geçmesiyle birkaç dakika içinde üretilen ve her 5 dakikada yeni kural gelen oyunu eğlenerek izlemeye başladım. Artık biraz dinlenebilirdim.
21.30 gibi yolculuğumuz başladı. Durgun ilerleyen dakikalar ilk mola ile yerini uzun ve sistematik, üzerinde düşünülmüş bir “bu kulübe ne yapsak kolay yoldan para gelir?” tartışmasına bıraktı. Yaklaşık 1 saat süren bu fikir alışverişi yeni konular açıyor, “Uğur’a kim küfretti?” den “en uzun cami kaç metre” ye kadar uzanıyordu, valla tam emin değilim ama en son cama Allah yazıyorlardı. Tabi muhabbet sarınca ne kadar yorgun olunsa da ortam bırakılmıyor. Sonunda enerjisini tüketenler muhabbeti gözleriyle takip etmeye devam etti, dağıldılar ve ardından herkes köşesine çekildi, bir köşede hep ya film izlendi ya sohbet edildi, enerjimiz henüz yerindeydi.
Yolda alışılmış engebelerin ardından otobüsümüz ilerlerken Bartın’a girdiğimiz gibi yol artık geçmemize izin vermemeye başladı. İlk engelimize ulaşmıştık, çamurlaşmış bir çukur. BÜMAK arabası geçti ama biz kalabalık ve ağırdık. İlk denemede başarısız olarak yola battık, sonra geçmeyi tekrar denemek üzere geri geri çıktık. Ne yapsak derken şoför abinin “Herkes binsin!” komutu ile gemiyi terk etmemesi gereken bir mürettebat gibi araca yöneldik, garipti ama aracın daha ağır olması lazımmış. Biz nasıl olacak o iş demeden gemimizin gözü kara kaptanı bastı gaza. Otobüsün sallanışı ve ardından çıkan dumanlar bize tam tersini söylese de şoförlerimiz bir şey yok yok diyerek gariban okul otobüsümüzü yolculuğa devam ettirdi. Olayı daha idrak edemeden önümüze devrilerek yolu tamamen kapatmış bir ağaç çıktı, bu sefer kas gücü gerekiyordu. İki otobüsün de yarısı indi ve ağacı çekmek için abandı (Uğur’un bir Hulk edasıyla ağacı parçaladığı videoyu bu linkten ulaşabilirsiniz, 20. saniyeye dikkat https://drive.google.com/…).
Ağaç şansa tutulan yerden kırıldı. Gövdesi yoldaydı hala ama çılgın şoförlerimiz kırılan kısmın açtığı boşluktan daldı ve yola devam etti, inatla ilerliyorduk. Lunapark treninde gibi sallanarak, bir inerek bir çıkarak en sonunda sağ salim kamp alanına vardık, nasıl oldu ben de anlamadım.
Kampa vardık, çadırları kurulduk ve kampta olan klasik iki sorunla uzatmadan yüzleştik. Su ve sinyal. Tarık, ben ve Selin telefonun çektiği bir yer bulmak adına 1 saat süreceği söylenen yola başladık. Daha henüz başlamıştık ki kapının dibinde yolumuzun üstünde kocaman bir ayı ayak izi ile karşılaştık. Başımdan kaynar suların dökülmesiyle aklımdan hızlı hızlı geçen kaygılı soruları durduramıyordum, bu ayı buradan ne zaman geçmişti, bizi uzaktan izliyor muydu, ayak izi taze duruyor yani otobüs buradan geçtikten sonra yürümüş olmalı vesaire. Daha yolun bitmesine 1 saat vardı ve bunun dönüşü de vardı, 3 kişiydik, bu ayıyla nasıl başa çıkacaktık, kesin avlanacaktık… Ayı bize doğru yürürse kaçacak mıydık ölü taklidi mi yapacaktık? 1 saatlik sürede ne konuşacağımız belli olmuştu: Karlıkta bir ayı ile karşılaşmaktan nasıl sağ çıkılır? Selin, ben saldırıya uğradığım zaman onun nasıl arkasına bakmadan kaçacağını, o kaçarken benim nasıl yardım çığlıkları atmamam ve onu kötü hissettirmemem gerektiğini anlatıyordu. Burada saldırıya uğrayan insanın da kaçan kişiyi kötü hissettirmemesi gerekir, kısacası sessizce kaderine boyun eğmeli ki gelecek nesillere, yaşanılan olayı anlatması için bir kişi kalsın (Doğada Hayatta Kalma ve Kaçış Dersleri, Yazan Selin). Kurulan her senaryoda kurtulan Selin ve yenen ben olunca erkenden şu işi bitirip gitmem gerek diye düşündüm ama sinyalden hala eser yoktu. Şurayı da aşalım, sinyal yoksa döneriz dediğimiz tepede Selin’in telefonu çekti ve aynı noktada üçümüz dikilip aramaları yapmaya başladık. Aramalar tamamlanmadan yağmur başladı ama diğer otobüsü çekmek için köye inen BÜMAK otobüsü yardımımıza yetişti, ardından 5 dakikada bir değişecek duygu karmaşası serüvenimiz başlamış oldu. Köye inerken yağmurlu havada ona doğru koşan 3 insancığı arabasına alan şoförle artan sevinç, gittikçe artan mesafe ile yerini endişeye bırakıyordu. Biz yağmur altında yürümemize gerek kalmadığını düşünüp sevinirken aracın bizi kamp alanından en az 10 kat uzak bir mesafeye götüreceğini nereden bilebilirdik ki? (Şoföre sorarak:/) Bir sonraki sahnede ise kamp alanına 70km mesafedeki köydeki kıraathanede amcalarla birlikte keyifle oraletlerimizi yudumlayacaktık, yani anlayacağınız bu endişe pek de uzun sürmedi. Tabii ki bu durumu kampta telefon çekmediği için kampa bildiremedik, sonucunda bizi aramaya çıkan rescue shiftinden de habersizdik, maalesef yapacak bir şey yoktu. Dönüş yolunda karşımıza çıkacak ve bize kampı ne kadar endişelendirdiğimizi hatırlatacaklardı.
BÜMAK’ın otobüsçü amcası insafa gelip bizi kampa bırakmaya karar verdi, o kadar yolu da zaten geri yürüyemezdik. Eşyaları köyden aldıktan sonra geri döndük ve İTÜMAK aracının saplandığı yere doğru yola çıktık. Kamp alanına gelirken girdiğimiz ilk çukuru bu sefer Tarık ve Yasin şoförlerle birlikte doldurdu. Alınan ip ve baltalarla yoldaki ilk ağaç rahatça çekildi. İkinci ağaç ise çetrefilliydi, neredeyse tüm ağacı çekmek gerekiyordu ki bunu otobüs yapamazdı. Denemeler sonu bir parça koptu ama yetersizdi. Bu sefer kamp alanına yakın olduğumuzdan Tarık koşarak baltayı almaya gitti, ağacın dallarını kesecektik ve dönmesi daha kolay olacaktı. O giderken bir ekip bize doğru gelmeye başladı, biz ne ke kadar hızlı yardım geldi diye düşünüyorduk ki yardımın asıl bizi kurtarmaya geldiğini, 2. Rescue shiftiyle karşılaştığımızı anlayamadık.
12.00’da çıktığımız telefon shiftinden saat 18.00`a kadar dönmeyince bize rescue’ya 2 ekip gönderilmiş, ilki 2 saat aramış, bulamayınca dönmüş ve ikinci shifti yollamış. Bunu duyunca biraz tırstım ve kampta yiyeceğimiz azarı Selin’le acı acı hayal etmeye koyulduk. Tarık baltayla gelince azarın büyük kısmını ondan çoktan çıkarmışlardı, biz de rahatlamış bir şekilde Selin’le kampa yürümeye başladık. Bu sırada bizi almaya gelen 2. Rescue shifti şoför amcalara yardım etmek için orada kaldılar. Arkamızda bıraktığımız enkaza son bir kere dönüp baktığımızda BÜMAK otobüsü yan yoldan girip İTÜMAK servisini çekmeye başlıyordu. Uzaktan başarışlarını izledik ve iki otobüs de çıktı. Sonrasında duyduk ki, bu sefer BÜMAK servisi çamura batmış ve İTÜMAK otobüsü onu kurtarmış.
Bunca olaydan sonra ertesi gün mayıştıran sıcak güneş ile sakin başladı. Shiftler zamanında çıktı akşama kadar iyiydi. Ben de mayışma ihtiyacımı gidermek için çadıra geçmiştim. İnimden çıkışım saat 7’de çadırımın sağında solunda uçuşan top sesleriyle uyanmamla gerçekleşti. Birkaç dakika toplar bana fırlatılmıyormuş gibi davrandıktan sonra çadırdan çıktım ama etrafta ne top vardı ne insan. Sağımda bir topluluk, ayakta dikilmiş duruyorlar. Saat 8`e geliyordu, ardından uzaklarda kafa lambaları göründü, sonunda bir shift geri dönüyordu. Ateşi harlamamıza yardım ettiler. 22.15 gibi kamptan Oğuzhan Dilge ve Selin otobüsle telefon çeken bir yere gittiler. Bu sırada eğitim shifti dönmüş, mağarada yeni bir kol bulunmuştu. Olanları Tarık’ın ağzından aktarayım “Öğlen Deniz Menes Talha ve Yasin’le mağaraya girdik. Karlık’ın devasa bir ağızı var. İlk görüntüsü hayranlık uyandırıcıydı. Eğitim shiftiydik. İlk çarşaktan mağaranın ağzına inince soldaki yan koldan yükseldik. Daralımsı yerlerden geçerek ilerledik. Mağaranın ilerideki yan kollarından birindeki traverten oluşumlarıyla devam eden ve tek bir akmataşı oluşumuyla biten kolu muhteşemdi. Yasin ile bu akmataşının kapı yaptığı yerden geçtik. Menes, kesin Ahmet oraya bakmıştır dediği yeri inceledik. Yasin dar bir yerden hava geldiğini anladı ve bana gösterdi. Böylece mağaranın (haritada olmayan) bu kısmının burada bitmediğini ve devam ettiğini gördük. Ben ve Menes geçemedi ama Deniz o dar yerden geçince mağaranın devam ettiğini doğruladı. Yasin ise (keşfi yapan kişi) denemek için sona kaldığı için daraldan geçmeyi deneyemedi.
Aramadan gelindiğinde uyumuştum, haberleri biz sabah ilk shift olarak mağaraya girmek için hazırlanırken soğuktan uyuyamamış, ateşin başında uyanmamızı bekleyen Nehir’den aldık. Aksiyonların bizi bırakmadığı gezimizin 3. Gününde ilk shift olarak ben, Fatih, Deniz, Rozelin ve Özgün mağaraya girmek için hazırlanıyorduk. Hava açık ve sıcaktı, ayı ini gibi girişi olan mağaraya girip ayı çıkması korkumla bugün hafiften yüzleşecektim. Baya eğlenceli bu mağarayı sorunsuz atlattık, garip olan taraf ise mağara içinden çıkana kadar başka hiçbir shiftle karşılaşmayışımızdı. Çıkıp kamp alanına vardığımızda tam bir tatil mangal havası vardı, bizden sonra hiçbir shift girmemiş, hepsi beraber ateşin başında günün keyfini çıkarıyordu. Shiftleri yeniden ayarlayıp arkalarına yaslanmışlar :D. Hava baya güzel olunca bu keyif halini yadırgayamadım, ben de hemen piknik havasına bürünüp tadını çıkarmaya koyuldum. Sorunlar bizi bırakmış gibiydi. Ateş etrafındaki piknik tayfa kampta yapacak bir şey olmayınca tatlı denemesi yapalım dediler, anında un helvasına karar verildi ve bu görevi Recep ve bir komutan edasıyla Selin üstlendi. Selin’in saatinin dakikalarını saymasıyla bile kampta un helvası un helvası olmuyormuş, ne olduğu belirsiz bir ürün ortaya çıkınca bunu o kadar efordan sonra gülerek anladık. Selin, Recep`in yeni bir tatlı türü keşfettiğini ve bu tadın ancak gezegen tutulması kadar nadir yakalanacağı için un helvasına benzer tatlıyı bir daha asla aynı tat ve kıvamda tutturamayacağımızın üzüntüsü içinde olduğunu ve Recebin şerefine bu kutsal tatlının adının Receb-i-kasuf, yani Recep Tutulması olması gerektiğini söyledi. Hamurumsu helvayı parça parça alıp ağzımıza attık ve genelimiz yadırgamadan keyfini çıkardı, ne de olsa kamptaysan tatlı tatlıdır. Akşam 10 gibi Efe ve Enes toplamaya girdiler, sonra Eylül de onlara katıldı ve 16 saatlik shiftleri başlamış oldu. Bir sonraki gün kahvaltı shifti ben ve Yasin’deydi, girecek shiftler ve mağaradan çıkacak toplama shifti için hazır olmalıydık.
Uyandığımda Talha ve Dilge çoktan kalkmıştı. Uyananlarla bir porsiyon mantar sote ziyafeti yaptıktan sonra shift için de sucuklu yumurta yaptık, Recep de tarçınlı çikolatalı french tost denemesini geceyi mağarada geçirmiş aç tayfaya sundu, en zengin kahvaltı günü buydu sanırım çünkü elimizdeki her şeyi tüketmeye çalışıyorduk, yarın gidiyorduk. Aklımızda ise kampın en başından beri muhabbeti dönen hamama gitme hayali vardı. O gün gelmişti. Dönüş sabahı yağmurluydu, Rozelin saat 8’i vurduğunda tabağa vurarak herkesi uyandırdı. Toplanmaya başladık, zaman yoktu ve herkes hamama girmek istiyordu. Plan 10 gibi çıkmaktı ama sarktı, bundan dolayı yemek yemeden çıktık ve yemeği Safranbolu’da yeriz dedik ama kimsenin dayanacak hali de yoktu. Otobüs hareket ettiği anda etrafta birinin açtığı hangi abur cubur varsa ilk poşet hışırtısında kafalar o yöne dönerek saldırılmaya başlandı. Önden çıkan arkaya ulaşamıyor, arkadan gelen öne kalmıyordu. Birbirini doyurmaya çalışan aç bir mağaracı topluluğu olmuştuk, uyumasak yamyamlığa dönüş başlıyordu. Safranbolu’ya vardığımızda gerçek yemekle yanıp tutuşuyorduk ama o bir grup dışında kimse nereye gideceğini bilmiyordu. Adımını attıkları gibi Eylül gözüne kestirdiği birkaç kişiyi organize ederek bildiği lokantaya doğru kaçmaya başladı. İlk başta takip edebildiğimiz bu grup birkaç saniyede gözden kayboldu ve biz de sokaklarda başıboş şekilde ortada kaldık. Yeni bir yön ararken yan taraftan bir mağaracı kafilesi daha hızlanarak geçti, bu sefer onları kaçıramazdık. Hadi bu taraftan diye bağırdık ve bizi takip eden kafilemizle onların peşinden giderek en sonunda tüm İTÜMAK aynı restoranda buluştu. Bir bildikleri vardır dedikten sonra gelen menü fiyatlarıyla bir bildikleri yokmuş dedim. Geçti artık diyerek yemeği yedik, parasını da bir güzel ödedik. Gerekli miydi hiç değil, ama sanırım bir yer bilmiyorsan önüne gelene katlanacaksın. Geç çıkınca hamam da yalan olmuştu, Safranbolu’dan kalkıp İstanbul’a dönüşe geçtik, yolda Eylül mağaracı şarkıları patlattı ve beraber öğrenmeye çalıştık. Gerisi ise gayet sakin bir yolculuktu.
Ve Şimdi Haberler…
1. Gün
Su shifti Tarık, Uğur ve İbo su bulmaya çalışırken yerde ayrı borular buldular bunları birleştirip bir su akıntısı sağladılar. Onca uğraştan ve mühendislikten sonra kendini iyi hisseden grup yan tarafta akan dereyi bu uğraşların sonunda fark edebildi. Yine de grubumuzu çabalarından dolayı kutlarız.
3. Gün
Mantar olayı, Niyazi suçsuzmuş.
Uğur önderliğinde erken kalkan bir grup mağaracı açlıklarını 2 paket mantarla gidermeyi seçtiler. Kalkanlar son lokmaları görünce suçlu grup paketleri Niyazi’nin bir önceki gün yediğini savundu. Görgü tanığı olmadığından ve Niyazi’nin İstanbul’da olmasından kaynaklanan sebeplerle kampın geri kalanı Niyazi’yi suçlu ilan etti. Bu halka bir uyanış çağrısıdır. Bu şahıstan faydalanılmıştır ve suçsuzdur.
4. Gün
Ekmeğimiz yoktu. Kampın 2 günlük hunharca mantar yeme macerasında kızartılan ekmeklerin sonunun geldiğini kimse görememişti. Toplama shiftinde Deniz, Recep, İbo ve Tarık’ı aç göndermemek uğruna bir fedakârlık yapılması gerekti. Koca yürekli Oğuzhan kendine getirdiği sandviçleri kendinden daha büyük bir emel uğruna feda etti. Arkadaşımızın bu koca yürekliliğini unutmayacağız.
Ekipler
30 Nisan Cumartesi
- 09.00 Birinci döşeme ekibi (Efe, Enes, Recep) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 17.00
- 12:38 İkinci döşeme ekibi (Uğur, Özgün, İbrahim, Ömer) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 21.30
- 13.30 Üçüncü döşeme ekibi (Niyazi, Bora, Deniz) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 00.00
1 Mayıs Pazar
- 07.15 Birinci eğitim ekibi (Recep, Said, Selin, Diego, Doğa) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 13.30
- 13.15 Dördüncü döşeme ekibi (Bora, Efe, Kerim) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 02.00
- 13.40 İkinci eğitim ekibi (Talha, Enes, Yasin, Tarık, Deniz) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 23.00
- 14.40 Beşinci döşeme ekibi (Uğur, Kardelen, Eylül) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 01.00
- 15.15 Ekip (Göksu, Özgün) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 21.00
- 14.50 Düzeltme ekibi (Recep, İbrahim) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 03.00
2 Mayıs Pazartesi
- 09.00 Üçüncü eğitim ekibi (Deniz, Türkü, Fatih, Rozelin, Özgün) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 16.00
- 15.10 Ölçüm ekibi (Uğur, Eylül, Göksu) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 03.00
- 16.25 Dördüncü eğitim ekibi (Bora, Dilge, Burak, İbrahim, Şeyda) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 00.00
3 Mayıs Salı
- 11.45 Beşinci eğitim ekibi (Oğuzhan, İlayda, İbrahim, Recep) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 18.45
- 13.00 Toplama ekibi (Tarık, Deniz) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 04.00
- 18.15 Birinci eğitim ekibinin devamı ve toplama ekibi (Uğur, Bora, Kardelen, Doğa, Selin, Diego, Talha) mağaraya girdi. Kurtarma saati: 05.00
Tarih: 29 Nisan-4 Mayıs 2022
Gezi Yazısını Yazan: Sena Türkü Çakmak
Gezi Yazısı Düzenleyenler: Buse Bomin, Beliz Aydın
