Ayvaini, Bursa, 10 – 12 Mayıs 2019
Geziye Katılanlar:Anıl Alyanak, Anıl Özrenk, Bülent Efe Temür, Gamze Baydemir, Halil Habip Atıcı, Mahmut Ebrar Açık, Muhammed Enes Avukat, Ozan Küçükbağış, Türker Türkyılmaz, Uğur Özkan
Dört saat sürer gidişi
Var kısacık bir inişi
Ne güzel bota binişi
Keyiflidir Ayvaini
Suyu bol, düzlük kamp yeri
Her zaman yaş çimenleri
Tükenmek bilmez gölleri
Sabır ister Ayvaini
Ayvaini, 5 kilometreyi aşan uzunluğuyla sadece Marmara bölgesinin değil, Türkiye’nin en uzun mağara sistemlerinden birisidir. Ben dahil birçok mağaracı ilk bot deneyimini burada edindiğinden ilk göz ağrılarımızdandır. 5 saate yakın mağarada kalmak, bota binmek, kürek çekmek yeni mağaracılar için çok değerli bir deneyim olacağından hemen her mağaracılık topluluğu senelik rutin eğitim gezilerinde mutlaka Ayvaini’ni de bulundurur.
Baharın ardından yaz yaklaşmış, havaların ısınması ve yağışların azalmasıyla artık Ayvaini’ne gitme vakti gelmişti. Başta yirmiden fazla kişinin ismini görsek de zamanla sınav vb. mazeretlerle bu sayı çok azalmış, elde sadece 11 kişi kalmıştı. Her zamanki gibi botlar kampüs içerisindeki bir havuzda test edildi, az kişi olsak da alışveriş ve çantalama işleri kısa sürede halledilerek yola çıkıldı. Yola çıktığımızda artık alınacak bir şey kalmıştı: ekmek. Bursa civarlarında pek saygıdeğer gezi başkanı Enes çok yakında bir fırın olduğunu söyleyerek otobüsü durdurdu ve ben, Türker, Enes ve sarı Anıl’ın bulunduğu 4 kişi Enes’in Google Maps’te bulduğu fırına doğru yola koyulduk. 7-8 dakikadır yürüyorduk fakat fırın hâlâ karşımıza çıkmamıştı. Türker’den nihayet “Enes bu mu yakın fırın” diye bir hayıflanma geldi. 10 dakikanın sonunda haritadaki konuma gelmiştik, fakat o da ne, fırın kapalıydı! Sonrasında 600 metre aşağıda başka bir fırın bulduk ve şoföre 5 dakika dememize karşın 25 dakika sonunda otobüse geri dönebildik. Mağaraya çok yaklaşmıştık, fakat kullandığımız yollardan birinin ralli dolayısıyla kapatıldığını gördük. Neyse ki çakıllı da olsa kullanabileceğimiz bir yol daha vardı. Biraz ilerledik ki yolun yarısının kazıldığını gördük. Yolun normal eni iki otobüsün rahatça geçebileceği genişlikteydi, fakat yarısı kazılmıştı, diğer yarısının bir kısmına da kazınca çıkarılan toprak atılmıştı. Biz tam da şoför ile otobüsün geçip geçmeyeceğinin münakaşasını yaparken yanımızda bir minibüs belirdi ve rahatça daralan yoldan geçti. Minibüsün geçişinin ardından bizim de, şoförün de otobüsün geçebileceğine ilişkin inancımız arttı ve otobüs dikkatli bir şekilde ilerlemeye başladı. Yoldan o kadar küçük bir farkla geçtik ki, 10-20 cm daha geniş kazmış olsalar geçiş çok riskli olacağından geri dönmemiz gerekecekti. Bu sıradışı yolculuğun ardından, yaklaşık 4.5-5 saat sonra kamp alanına vardık ve eşyaları indirmeye başladık. Bir önceki gün yağmur yağmış olacak, her taraf çamur içindeydi. Kamp alanına öylesine bakınıp gelen herkesin ayakkabısı çamurla kaplanmıştı. Biz henüz kampı kurarken lacivert 4×2 aracıyla Ozan da yanımıza ulaştı. Sonunda bulabildiğimiz en müsait alanlara çadırlarımızı kurup uykuya çekildik.
Sabahleyin de arabanın minimum git-gel yapacağı ve shiftlerin erkenden biteceği bir şekilde mağaraya giriş planımızı oluşturduk. Ben, Gamze, Anıl ve diğer Anıl gidip mağaranın diğer ağzından girip kampa doğru gelecek, diğerleri de iki ekip peş peşe girerek mağaradan çıktıktan sonra köyde buluşacaklardı. Erkenden kahvaltımızı yapıp araca doluştuk ve mağaranın diğer ağzına doğru yola koyulduk. Geldiğimizde kısmen ayak pompası, kısmen de ciğerlerimizin gücüyle botu şişirip mağaraya doğru tırmanmaya başladık. Çarşakta geçen sene botla oradan nasıl indiğimiz ve Gamze’nin elini yaralayışı aklıma geldi ve bastığım yerlere daha çok dikkat etmeye, diğerlerinin de emniyetli bir şekilde çıkıp çıkmadığını yoklamaya başladım. Su sesinin artmasıyla çalılardan pek bir şey görünmese de mağaraya yaklaştığımızı anladık, hemen akarsuyun karşısına geçip mağarada ilerlemeye başladık. Mağaranın başlarında tepede bir ışık görünce çok şaşırdım, meğerse mağaranın dikey bir ağzı daha varmış, geçen sene gece çıktığımızdan ötürü bunu fark edememişim. Dikey ağzın hemen ardından beklediğimiz göller geldi ve birer birer bota binmeye başladık. Botun dördümüzü de alacağından bir şüphem yoktu, çünkü geçen sene aynı bota beş kişi binmiştik! İlk başlarda çok keyifli gelen göl geçişleri bir süre sonra sıkmaya başladı. Artık o kadar çok göl geçmiştik ki sayamıyorduk. Her ilerleyip derin bir suyla karşılaştığımızda “Yine mi bot” diye içten içe hayıflanıyorduk. Ayvaini’nin de olayı buymuş zaten, o kadar çok göl geçiyorsun ki artık bota binmede ve kürek çekmede ustalaşmış oluyorsun. Bu işi sana zorla öğretiyor. 4 saatin sonunda 2.shift olan Uğur, Efe ve Mahmut’la karşılaştık ve mağaranın sonuna geldiğimiz müjdesini onlardan aldık. Son gölün kenarını baştan başa kaplayan girintili kaya gözüme çok güzel göründü, bir an bota binmeden boulder yaparak o gölü geçebileceğimi düşündüm. Tam yarısını geçmiştim ki kaya artık ilerlememe müsade etmedi, devamında tutunacak güvenli bir yer göremeyip kısa bir müddet asılı kaldım. Sarı Anıl’a seslendim “Asılı kaldım! Alın beni buradan!” Sağ olsun hemen botla gelip imdadıma yetişti ve mağaranın bitişindeki SRT gerektiren yere hepimiz ulaşmış olduk. Yukarı çıktığımızda güneş tam tepedeydi, akşam çamur olan yerlerin çoğu kurumuştu. Diğer ekibin de yola çıkmasıyla kamp dördümüze kalmıştı, ve çok sakinleşmişti. Bu sükunet yaklaşık 4-5 saat sürdükten sonra nihayet 7 kişi aynı arabaya doluşup kamp alanına geri dönüş yaptı ve haftalardır beklenen akşam yemeğinin hazırlıkları başladı. Ozan gelirken tavuk da almıştı, diğer gezilerden farklı olarak bu sefer ET yiyecektik! Daha ızgaralar hazırlanırken hepimizin gözleri fal taşı gibi açıldı ve o müthiş manzarayı izleyip tavuğun derisinden süzülerek damlayan yağın közle buluştuğunda çıkarttığı sesi dinlemeye başladık. Kişi başı 3 parça et düşse de hepimiz açlığın verdiği psikolojiyle kızaran etlerin yarısını hüpleteceğimizden emindik. Herkesin sonlarda tıkanacağını öngören Uğur haklarını sona sakladı ve artan miktardan da faydalanmış oldu. Kamp alanında yalnız da değildik. Bizi izleyen, yemekten artanları atmamızı bekleyen 3 tane de köpek vardı. Onlardan büyük olanı daha çevik olduğundan atılan kemiklerden çoğunu kapmıştı. Oradaki adaletsizliği fark eden ekibimiz büyük köpeği yanıltarak diğerlerini beslemek üzerine strateji üretmeye başladı. Neyse ki çıkan kemik çok fazlaydı, bekleyen köpekler de ama az ama çok bir şekilde faydalandı. Malzemeleri çantalamayı da akşamdan hallettik ve vampir köylü oynayarak vakit öldürmeye başladık.
İşin çoğunu akşamdan hallettiğimiz için sabaha köpeklerin de kısmen dağıttığı çöpleri toplamak ve dönüş için çantalarımızı toplayıp çadırlarımızı sökmek dışında bir iş kalmamıştı. Erkenden çadırlarımızı topladık ve Ozan’la vedalaşarak yola koyulduk. Dönüşte öğle yemeğimizi artık çoğu gezi dönüşünde olduğu gibi Köfteci Yusuf’ta yedik ve erkenden İstanbul’a dönerek geziyi güzel bir şekilde tamamlamış olduk.
Ekipler:
11 Mayıs Cumartesi:
- Anıl A., Anıl Ö., Gamze, Halil (11.00 – 15.30) Kurtarma saati: 17.00.
- Efe, Mahmut, Uğur (15.00 – 19.30) Kurtarma saati: 22.00.
- Enes, Ozan, Türker (16.45 – 19.30) Kurtarma saati: 23.00.
- Türker, Anıl Ö. (21.00 – 21.30) Kurtarma saati: 23.00.
Yazan: Halil Habip Atıcı
Düzenleyen: Tuğçe Nur İlbaş, Beliz Aydın