Lanet Olsun

Ballıkayalar + Cinlikuyu Yankol, İzmit, 5-7 Nisan 2019

Geziye Katılanlar: Aleyna Cingöz, Ezgi Özgen, Buket Gözüm, Enes Avukat, Recep Can Altınbağ, Bülent Efe Temür, Ahmet Şener

Dış ses: İTÜMAK Kulüp odasında sıradan bir gün. Biraz fazla gürültülü olması dışında her şey normal görünüyor. Bir yanda oyun oynayanlar varken odanın önündeki banklarda gizlice cips partisi dönmekteydi. Zamanın ilerlemesiyle birlikte cumartesi gitmeyi planladıkları Ballıkayalar’da kaya tırmanışı için ve Pazar günü gidecekleri Cinlikuyu mağarasındaki yan kol tırmanışı için malzemeleri hazırlamaya başladılar.

Recep: Toplu taşıma ile gideceğimiz için malzemeleri olabildiğince minimuma indirmek bizi çok rahatlatacaktı. Teknik malzemeleri kısamayacağımız için kişisel malzemelerde bir kısmaya gittik. Daha doğrusu ben biraz abarttım. Yedek kıyafet almasam, sadece içliklerimi götürsem, uyku tulumuna gerek yok mağara tulumuyla uyusam, çadırda zaten 3 kişi kalacağız mat almama gerek yok derken, çantam sadece teknik malzemelerden oluşmaya başladı (Çizmeyi de almama rağmen Enes’te kaldı ve mağaraya çizmesiz girecektim, onu da almasam olurmuş.). Tabi gece olunca pişmanlık duyacaktım henüz farkında değildim bunun.

Sırt çantalarımız haricinde ekstra bir mağara çantasıyla İTÜ Ayazağa kampüsünden yola koyulduk. Metro ve metrobüs yolcuğu sonrasında Ayrılıkçeşmesi’nde inip Buket ile buluştuktan sonra Marmaray’a bindik ve uzun bir yolculuğa başlamış olduk. Tabi biraz kalabalık olduğu için farklı vagonlara binmek zorunda kaldık. Ayakta yolculuk etmek sıkıcı ve yorucuydu. Gebze’ye vardığımız saat 21.00’a geliyordu. Bir şeyler atıştırıp taksiye binerek Ballıkayalar Tabiat Parkı’na ulaştık. Hava kararmıştı. Tepede bulunan düzlükte kamp atmak için vadinin içinden yukarıya çıktık. Diğerleri çadırları kurarken Enes ile beraber su almaya gittik. Geri döndüğümüzde çadırlara girdik ve uyumaya çalışmaya başladık. Yürümenin de vermiş olduğu ısı ile birlikte “Hava sıcakmış yaaaa, tulumu iyi ki almamışım, uyuruz böyle” diye söylenmeye başladım. Enes de benimle aynı fikirde olmuş olacak ki uyku tulumunu çantasından çıkarmadı ve o şekilde yattı.

Dış ses: Hava gece saatlerine doğru gittikçe soğumaya başlamıştı. Rüzgarın da ortaya çıkması hipotermi riskini artırmaktaydı. Vahşi doğada hipotermiye girmek ise gerçekten en son isteyeceğiniz durumlardan biridir. Vücut ısınız düşer ve halüsinasyonlar görmeye başlayabilirsiniz.

Recep: Sabah olduğunda bulunduğumuz konumdan vadi manzarası gerçekten güzeldi. Biran önce kalkıp kahvaltı yaptık ve eşyaları toplayarak Gizli Bahçe sektörüne doğru kaya tırmanışı yapmaya yola koyulduk. Üst sektörde bulunan 4 ve 4+ zorluğundaki Ayakla ve Kitap rotalarını sırasıyla çıktık. Daha sonra 5c+ zorluğundaki Beta rotasını denedik ancak pek başarılı olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Bu sırada bir ekip su almaya aşağıya gitti. Yanımıza ip iniş çalışmaya gelenler oldu. Fotoğraflar ve videolar çekildi.

Biraz oyalanıp yemek (Tost peyniri(kaşar değil)+salam+ekmek) yedikten sonra Derin Çatlak sektörüne doğru göçe başladık. Vadi gayet kalabalıktı. Neredeyse her noktada tırmanış yapan insanlar görünüyordu. Bu sektörde ise 5a zorluğunda Bebek rotasını çıktık. Daha sonra Bülent biraz gaza gelip 5c+ zorluğundaki Ekmek Arası rotasına girdi. Biraz düşü kalka da olsa çıkmayı başardı. Saat geç olmaya başlamıştı ve bu rotayı da denedikten sonra dönüşe başladık.

Dönüşte otostop çekme fikri daha cazip geldi. Ancak 6 kişi asla bir arabaya sığmayacaktı. İlk duran arabaya binen şanslı kişiler Enes ve ben değildik. Onlar gittiler ve biz de çaresiz bir şekilde beklemeye devam ettik. Nerede nasıl buluşabileceğimizi ise hiç bilmiyorduk. Aradan 10 dakika geçtikten sonra bir hafriyat kamyonu durdu ve kurtarıcımız oldu. Ancak Gebze merkeze uğramadığı için biraz uzakta indik. Bu sırada diğerleri de Gebze’nin farklı bir yerinde inmişti. Ancak iki grup da metroya uzaktaydı ve nasıl gideceğimizi bilmiyorduk. Enes ile beraber biraz ilerleyince bir taksi durağı gördük ve metroya kadar bu şekilde gittik. Ancak diğerleri bizim kadar şanslı değildi ve yaklaşık 2 km yürümek zorunda kalmıştı. Buluştuktan sonra ise açlığın da etkisiyle önce döner sonra çiğ köfte yiyerek anca kendimize geldik. Bu noktada diğerleri İstanbul’a dönerken ben de Efe ile beraber İzmit’e Ahmetlerin evine doğru yola çıktık.

İzmit’e vardığımızda otobüse binmek için kentkarta ihtiyacımız vardı. Yaklaşık iki sene önceden cüzdanımda kalan tek seferlik kentkart olduğu aklıma gelince ve içinde de yeterli bakiye olduğu ortaya çıkınca direkt otobüse bindik. Otobüs gittikçe kalabalıklaşıyordu ve inemeyeceğiz diye korkmaya başladık. Ve korktuğumuzda başımıza geldi, bir durak geç de olsa inmeyi başardık. Daha sonra Ahmet bizi almaya geldi ve güzel bir tavuk+mantar+makarna yemeği eşliğinde Valley Uprising izlemeye başladık.

Sabah 9-10 civarında uyandım. Herkes uyumaktaydı. Bu sırada televizyonda denk geldiğim bir programdan ufak bir kesiti paylaşmak istiyorum.

Dış ses: Avustralya’nın kurak çöllerinde tır şoförlerinin dünyasına bizimle katılmak ister misiniz? Az sonra… Maykıl çiftlik için hayati değeri olan su tankerini zamanında yetiştirmek için birazdan önüne çıkacak çamuru atlatmalı. Eğer bu lanet çamur birikintisinde 2. vitese geçmezse şirkete 10 bin dolarlık zarara neden olacak. Az sonra….

O an vay be bu işi bile bir şekilde heyecanlı hale getirip TV programına dönüştürmüşler diye içimden geçirirken diğerleri de uyandı. Baya büyük bir ekmeği soğanlı yumurta ve tahinli pekmeze batırarak yok ettik. Normalde ekmek pek yemem ama ortamdan olsa gerek baya bir yedim. Çok güzeldi.

Malzemeleri hazırlayıp yola koyulduk. Aksığın sapağını kaçırmamız bize yaklaşık 15 dakikaya mal oldu. Ancak ekip olarak araştırmanın riske girmemesi için morallerimizi yüksek tutmamız gerekiyordu. Bu gecikmeye rağmen Aksığın köyüne vardık ve mağara tulumları ve kuşamlarını giyip mağara yoluna koyulduk. Havanın biraz bozulmaya başlaması her şeyi daha da kötü bir hale getirebilirdi. Ancak hava durumuna baktığımızda sıkıntı yoktu. Çizmeyi unuttuğumu işte bu anda fark ettim. Ayakkabılarımla mağaraya girmek mağara çamurunu ayakkabıma bulaştıracak ve onları kirletecekti. Ancak bu riski almam gerekiyordu. Mağara girişine vardığımızda hattı kurmaya başladım. İniş ortasındaki boltu ilk görüşte bulamamam ekibimize her ne kadar biraz zaman kaybettirmiş olsa da morallerimizi yüksek tutuyorduk. Çünkü mağaracılık bir takım sporuydu. Beraber tırmanışa başlayacağımız noktaya vardık. Oluşumun üzerine yan kol gibi bir girinti vardı. Yaklaşık 15 metre yüksekliğinde bir tırmanış yapmamız gerekiyordu. Geçen sene tamamen yapay bir şekilde çıkmaya çalışmıştık ancak bu sefer oluşumun içinden baca yaparak serbest stil çıkmak daha hızlı olur dedik. Bülent çıkmaya başladı. Ben emniyetini alıyordum. Ahmet de free solo çıkarak malzeme desteği yapıyordu. Bu olayla birlikte tırmanışın evrimini çok kısa bir süre içinde tanık olmuştuk. Ve bunu yaparken geçmişe saygı göstermeyi ihmal etmiyorduk, Royal Robbins’e ithafen. Daha sonra Ahmet devraldı ve yukarıya ulaştı ancak bize kötü haberi verdi. Biraz daha ilerledikten sonra yukarıdaki kol çöküntü ile bitti. Yukarıda hiç malzeme bırakmak istemiyorduk. Ahmet doğal bir bağlantıdan ipi geçirip ip inişi yaparak indi.

Dış Ses: Ancak mağaracılar için hiç beklemedikleri bir sorun ortaya çıktı. İp bağlantıya sıkıştı ve çekmelerine rağmen bir türlü aşağıya gelmiyordu. İpi orada bırakmaları ise kulübe çok büyük bir zarara yol açabilirdi. Hepsi sırayla göz göze geldi. Gergin bir ortam vardı ve bu sorunu çözmesi gereken kişiyi belirlemek için bu ritüeli yapmak zorundaydılar. Ve bir anlık dalgınlık ile birlikte Bülent göz kontağını kaybetti ve yukarı çıkıp ipi alacak kişi oldu. Ahmet emniyetini aldı ve Bülent yukarıya çıkıp ekstra bir perlon ekleyerek geri indi. İpi çektiler ve takım büyük bir coşku yaşadı. Gözler yaşlı ve mutluluk ile doluydu. Çıkışta ise toplamayı Recep yaptı ve rescue saatinden önce mağaradan çıkıldı.

Recep: Arabaya dönüp hazırlandık. Hava yavaş yavaş kararmaktaydı. Ben D-100’de Gebze minibüsüne, Efe otogara Ahmet ise evine dönerek geziyi bitirmiş olduk.

Recep Can Altınbağ