Tomarza’nın Dağları

Tomarza Araştırma Gezisi, Kayseri, 3-9 Eylül 2018

Geziye Katılanlar: Recep Can Altınbağ, Türker Türkyılmaz, Eren Kenan, Deniz Tekin, Aykut Albayrak.

3 Eylül 2018: Malzemeleri çantalamış, kampı toparlamış, otobüsün gelmesini bekliyorduk. Yaklaşık üç haftalık Pınargözü mağarası araştırma gezisi sona eriyordu. Ancak Türker, Deniz, Aykut, Eren ve benim için eve dönme vakti daha gelmemişti. Geziden arta kalan yemekleri ve gezide kullanılan malzemelerden ayırdıklarımız ile yaklaşık bir hafta sürecek Tomarza gezisine çıkıyorduk. İstanbul’a dönecek olanlarla beraber saat 12:00’de otobüse bindik. Yaklaşık iki saat sonra Şarkikaraağaç’ta onlara veda ettik. Uzun bekleyişimiz başlamış oldu. Çünkü Kayseri otobüsü gece 1:45’te gelecekti. Sırt çantalarımızı yazaneye bıraktık ve sarı mağara çantalarıyla yemek yiyecek bir yer aramaya keşfe çıktık. Yerel halkın şaşkın bakışları arasında çırpınan beş kişi olarak bunu gün boyunca üç kere daha yapacaktık. Çünkü zaman pek geçmek bilmiyordu. Yol üzerindeki köpek kakalarının yerlerini bile ezberleyecektik. Uzun bir araştırma gezisinden çıkıp şehre inince yemek konusunda biraz abartıp sürekli bir şeyler yerken bulduk kendimizi. Ancak karşılaştığımız bazı diyaloglar bize zor anlar yaşatmıyor değildi.

-Etli ekmek alabilir miyim?

-Kaşarlı mı kıymalı mı olsun?

…..

Hava kararınca ortaya çıkan ŞMC (Şarki Motor Club) üyeleri ortalığa biraz korku saçıyordu ama havanın kararmasıyla beraber otobüs de bize yaklaşıyordu. Akşam otogarda gezinin ilk taş, kağıt, makas turnuvasını yaptık ve daha sonradan da hep yaşayacağımız gibi ben kaybettim. Sonuç olarak diğer 4’ü otobüste yan yana koltuklarda otururken ben tek oturacaktım. Ama otobüse bindiğimizde yerlerimiz kısmen doluydu. Eren ile Türker dışındaki herkes ayrı oturdu. Metro sağolsun bu büyük oyunu (taş, kağıt, makas) bozmuştu. Sonunda zaman geçti ve otobüse binebildik. Boyun ağrıtan kesikli bir uyku ardından sabah 9.30’da Kayseriye vardık.

4 Eylül 2018: Burada bizi, ihbarı veren ve bu bölgede dağcılık yapan Hasan abi karşıladı. Bizim için bir minibüs ayarlamıştı ve yaylanın yakınlarına kadar gidecektik. Önce Tomarza’da durup kaymakamlığa dilekçe verdik, daha sonra alışveriş yapıp yemek yedik. Yaylaya çıkmadan önce yakınlarda bulunan bir su çıkan mağaraya gittik. Yerel halkın İnpınarı olarak isimlendirdiği ve 2010 yılında araştırılan mağara, mevsimsel olarak aktifmiş. Ancak gittiğimizde kuruydu. 50 metreye yakın uzunluğu olan mağara yüzeye yakın. Girişinde ve iç kısımlarında çok yoğun sinek popülasyonu mevcut.

Daha sonra Bey Dağı kamp alanına gelip katırları beklemeye başladık. Katırların gelmesiyle çantaları yükleyip yola koyulduk. Saat 17.00 civarlarında mağaranın bulunduğu bölgeye geldik. Bölgeden su çektikleri için su bulamadık. Muhtar ve Hasan abinin yardımlarıyla su çekilen hortumdan su aldık. Bölgede seyrek, bodur ağaçlar var. Biraz eğimli ve çimlerle kaplı. Kuru bir akarsu yatağının kenarında mağaranın girişi bulunmakta. Bölge halkı mağarayı Sakçalık olarak isimlendirmiş. Yakın bir yere çadırları kurduk ve malzemeleri hazırlamaya başladık. Daha önce 50 metre civarında inilmiş ama ip bittiği için devam edilememiş. Bu yüzden halihazırda çakılmış boltlar vardı. Aykut ile beraber hazırlanıp mağaraya hat kurmaya girdik. Ancak önceki döşemede ipin sürtmesi nedeniyle doğal bir bağlantı bularak bir stres aldım. İlk balkona kadar indim ancak diğer boltu bulamadım ve aldığım doğal bağlantı da pek içime sinmedi. Daha sonra Türker de inip baktı, boltu buldu ve hattı kurdu ama ipin yönü çok fazla değişiyordu. Yol yorgunluğu, akşam olması ve aç olmamız nedeniyle yarın düzeltmeye karar verdik. İp hattını daha düzgün bir hale getirmek için biraz konuştuk. Saat 20.00 olmuştu, kaşarlı kara buğday üstüne ton balığı yiyerek günü sonlandırdık. Şak diye yattık.

5 Eylül 2018: Saat 7’de sürü çanlarıyla uyandım. Biraz zaman geçince de çoban köpeklerinin bitmeyen havlamalarına dayanamayıp hepimiz uyandık. Çoban yanımıza gelip muhabbet etti. “Kurbanlık koyun ister misiniz?” diye sordu. Biz “Yok abi mağaraya geldik.” dedik. Kahvaltı olarak lavaş kaşar yedik. Bazıları ise kaşarlı lavaşı çikolataya banıyordu. Bazıları da yarısı kaşarlı yarısı çikolatalı yiyordu. Kahvaltıdan sonra taş düşme riskine karşı Türker tek başına döşemeye devam etmeye gitti. Bu sırada Deniz yaklaşma hattı için mağaranın girişine elle bir bolt çaktı. Denizden sonra Eren de mağaranın ilk inişine bir stres yapmak için karşı duvara elle bir bolt çaktı. Bu sayede ilk inişte ip hiçbir şekilde sürtmeyecek duruma gelmişti. Türker de aşağıda deviyeyi azaltmış ve inişleri döşemekteydi. Eren mağaradan çıkmıştı ki Türker’e bir adet taş düşürdü. Türker taşın gelişini seslerden anladı ancak Eren “Taaaş” diye bağırmadı. Türker ayağı yere basmaya 5 metre kala ipi bittiği için dışarı çıktı. Mağaranın bitebileceğini söyledi ama emin değildi. Öğle yemeği yedikten sonra Deniz ile birlikte yanımıza ip alarak mağaraya girdik. İlk önce ben girdim ve taş düşme riskine karşı Deniz ilk inişte benim ona seslenmemi bekledi. İpi ekleyip inişi yaptım ve mağara geniş bir salona açıldı ancak çöküntülerin arasında geçiş yoktu ve mağara 84 metre derinlikte bitmişti. Geçen haziran mağaraya düşen tandem çantasını ve Türker’in düşürdüğü guduyu burada buldum. Mağara bitmiyor gibi Deniz’e seslendim ve heyecanla o da inmeye başladı. Deniz indiğinde bittiğini kabullendi ve dışarı çıktık. Aykut ve Eren de biz çıktıktan sonra mağaraya ölçüp toplamak için girdi. Mağara tek bir inişten oluşuyordu ve Eren ile Aykut’un ip üzerinde nasıl yer değiştirdiklerini pek anlayamadık. Çıktıklarında saat akşam dokuza geliyordu ve yemek yiyerek yarın ne yapacağımızı düşündük. Mağaranın bu kadar kısa süreceğini beklemiyorduk.

“70’lerde Aydınlı bir gelin sevmediği birine verildiği için mağaraya atlamış.”

Yarın İstanbul’a mı dönsek derken, muhtarın söylediği diğer mağaralara bakmaya karar verdik. Yarın az malzeme taşıyalım diye ton balığı ve kaşara biraz abandık. Bu sırada karşı yamaçlarda çobanlar ses ve ışıklarını kullanarak kendi aralarında ilginç bir haberleşme yapıyordu.

6 Eylül 2018: Sabah eşek ve koyun arkadaşların kampımızı basmasıyla uyandık. Çok çirkin me sesleri vardı. Tam çantaları toparlarken geldikleri için yemekler biraz dagınıktı ve eşek bunu fırsat bilip çikolata kabının kapağını alarak yemeye çalıştı. “Lütfen gider misin?”, “Hadi git artık!” gibi uyarılara rağmen eşek pek söz dinlemiyordu. Lavaş paketine doğru yönelirken “Bu kadarı da olmaz.” diyerek lavaşları korumaya aldık. Tepkimizi biraz daha koyup yine bir şey yapamadık. Biraz zaman sonra koyunlar gidince eşek de gitti. Saat 9.00’da muhtar ile araba yolunda buluşacaktık ancak biraz planın gerisindeydik. Kişi başı ikişer çanta ile beraber yürümeye başladık. Dik yokuşta yuvarlana yuvarlana inmeyi başardık. Muhtar da biraz geç gelince aynı zamanda buluşmuş olduk. Muhtarın arabasına eşyaları yükleyince bize yer kalmadı ve Muhtarın kardeşi ile beraber arabanın arkasından yürüdük. Yolda böğürtlen yedik biraz. Biz yürümeye devam ederken Çakır Abi bizi arabayla almaya geldi ve Çokça yaylasına kadar onunla gittik. Yayladaki köpeklerden bizden pek hoşnut değildi ve sürekli havlıyorlardı. Çoban Mehmet Abi bize mağaraların yerlerini gösterdi. Dört adet dikey mağara gösterdi, yaylaya yakın mesafedelerdi.

Önce hangisine girsek diye düşünüyorduk bir taraftan da. En son gittiğimiz mağarada Muhtar aksiyon olsun diye mağaraya sıktı. Sonra bize dönüp “Son kurşunu kim atmak ister?” diye sorduğunda çoktan uzaklaşmıştık. Sonra yaylaya geri döndük ve kampı köpeklerden biraz daha uzağa ikinci gittiğimiz mağaranın yakınlarına kuralım dedik. Biz kampı kurmaya giderken Deniz ve Eren de su için 20 dakika mesafede bulunan ve telefonun da çektiği çeşmeye gitti. Türker, Aykut ve ben ise çantaları kamp alanına taşıyorduk. Kampın nerede olduğunu Eren ve Denizin anlaması için yola üç taş ve kampın yönünü sapıyla gösteren bir tava bıraktım. Ateşi daha sonradan yaşayacaklarımızın intikamı olarak dikenli bir bitkinin ortasında yaktık ve kalan üç gün boyunca dikenler peşimizi bırakmayacaktı.Biz ateşi yakmış yemek yapmaya hazırlanırken yaşlı misafirimiz bastonuyla kamp alanına yaklaşıyordu. Gelen henüz tanışmadığımız Mehmet Amcanın ta kendisiydi.

Hataylı Mehmet Amca 70 yıl önce bu yaylada doğmuş ve 70 yıldır yılın 4 ayını yörük çadırında geçirmekteydi, haliyle davetsiz misafirleri merak etmişti ve mağaraya girişimizi izlemek için yanımıza gelmişti. Bizle otururken eline döşeme setini alıp driver’ı incelemeye başlamıştı. Bir kaç gün sonra onun ne işe yarayacağını anlayacaktı. Biz de malzeme çadırını kurduk ve döşeme için hazırlanmaya başladık. Ben, Türker ve Aykut mağaraya doğru yola çıkıyorduk ki Mehmet Amca da mahsuru yoksa izlemek istediğini belirtti ve hep beraber mağaraya doğru yola koyulduk. Mağara ağzına geldiğimizde ben ve Türker mağarayı nasıl döşeyeceğimize bakıyorduk ki büyük bir kum saatinden güzel bir doğal olacağını fark ettik. Önce back-up alıp daha sonra bu bağlantıyı yapmaya çalışırken perlona uzanmaya çalışıyordum. Plana göre Türker perlonu sallayacak ve ben ise alttan tutacaktım. Ancak kum saati çok kalın olduğu için planımız başarıya ulaşamadı. Bizim çırpınışlarımızı gören Mehmet Amca oturduğu yerden doğruldu ve bu işi bastonuyla yapabileceğimizi belirtti. Daha sonradan konuşurken ben “Hey dostum!” diye seslendiğini hatırlasam da Türker bunun Türkçe dublajlı bir Amerikan filmi olmadığını ve bir yörük hikayesi olduğunu vurguladı. Daha sonra perlonla doğalı aldık ve iniş hazırdı. Önce ben indim ve yukarıda bekleyenlere kötü haberi verdim. 25 metrelik tek bir inişle mağara sona ermişti.

En çok döşeme yapmak için inmeyi bekleyen Aykut’un üzüntüsü yürek burkmuştu. Mağarayı ölçüp dışarı çıkmaya karar verdik ancak ölçüm setleri kamp alanındaydı. Mağara ağzında kurtlar sofrası kuruldu. Taşlar, kağıtlar ve makaslar ortaya döküldü. Kaybeden Eren olmuştu çünkü ben bu sofranın bir parçası değildim. Aykut ile beraber mağaradan çıkarken Mehmet Amca her anımızı dikkatle izliyordu. Aykut ile mağaradan çıktığımızda Deve Göçüğü mağarası bitmiş oldu ve zaman kaybetmeden diğer mağaranın (Yer Çöküğü) yolunu tuttuk. Rehberimiz Mehmet Amca emin adımlarla mağaraya doğru yol alırken biz bir aşağı bir yukarı kendimizi yorduk. Mağara ağzına geldiğimizde el birliği ile mağara ağzının döşemesini tamamladık ve artık inişe hazırdı. Önden Aykut, arkasından ben mağaraya indik. İlk iniş yaklaşık 10 metre idi ve mağara eğimli bir şekilde devam ediyordu. Eğimli kısımlardaki toprak ve taşlar hiç sağlam durmadığı için bu kısmı da döşemeyi kararlaştırdık ve Aykut ile beraber iki bolt çaktık. Buradan da inince mağara iki kola ayrıldı. Biz içeride döşeme yaparken Mehmet Amca ile oğlu da yukarıda izlenecek bir şey kalmadığı için gitmeye karar vermişler. Sonra Aykut tuvaleti geldi diye yukarı çıktı. Ben de doğal bir bağlantı ile inişe devam ettim ve kollardan bir tanesi bitti. Sıkıldığım için mağaradan çıktım ve yarın diğer kola bakma işi kaldı. Not: Ben boltu çakmadan önce hiltiyi almak için yukarı çıktım. Yukarıda bıraktığımı düşündüğüm boltları alacaktım ancak orada değillerdi. Kısa süreli bir kargaşa yaşandı. Benim boltları kaybetmeme kızan Mehmet Amca bana “Kendini de kaybedeydin Recep!” diye çıkıştı. Biz boltları ararken Mehmet Amca da bastonuyla çalıları karıştırıyordu. Sonra Deniz boltların çantada olabileceğini söyledi ve başından beri sırtımda olan çantadaki boltların çıkmasıyla kriz çözülmüş oldu.

Mağara ağzını toplarladık ve ipi mağaranın ilk inişinden aşağı bıraktık. Plana göre yarın gelince ilk inişi daha kısa bir ip ile döşeyip uzun ipi de aşağıdaki döşemeler için kullanacaktık. Mağaradan çıkınca kısa bir yürüyüş ardından kamp alanına vardık. Kamp alanına vardığımızda kara bulutlar tepemizde dolaşmaya başlamıştı. Aceleyle ortadaki ıslanabilecek eşyaları toparlayıp yemek yapmaya koyulduk. Menüde yarım kavanoz kavurma ve bol miktarda greçka vardı. Tam yemek olmak üzereydi ki yağmur hafiften atıştırmaya başladı. Yemeği hızlıca kaba koyup çadıra götürmeyi düşünürken yağmur durdu. Sonra hızlıca yemek yiyip çadıra koştuk. Saat sekizde erkenden uyuduk. Gece boyunca şiddetli bir yağmur yağdı. Bir yandan da şimşekler çadırın içini aydınlatıyordu.

7 Eylül 2018: Sabahın ışıklarıyla yağmur da kesildi. Dışarıda köpek ve koyun sesleri vardı. Köpekler sürü geçene kadar çadırlara doğru havlayıp gitti. Biz de yemek yapmak için dışarı çıktık ama odunlar ıslaktı. Islak odunları küçük kamp tüpümüzle yakmaya çalıştık. Tüp dikey pozisyonda çalışmıyordu ancak yatay pozisyonda güzel bir şekilde yanabiliyordu. Odunları yakmaya çalışırken tüp dikey pozisyonda da yanabilmeyi başardı ve acil bir durumu beklediği için üç gündür yanmadığını anladık. Yemeği tüpte yaptık. Mercimek çorbası eşliğinde lavaş yiyerek kahvaltımızı yapmış olduk. Kahvaltıdan sonra Türker ve Deniz hava durumunu öğrenmek için telefona gittiler. Tabi ki bu geç kalmış bir eylemdi ve eşeğimizi sağlam kazığa bağlamamız gerekiyordu. Türker ve Deniz gelince, Deniz ile birlikte ilk inişi döşemek için mağara ağzına gittik. Deniz ilk inişteki hattı kurarken benim dün yaptığım stresi de bolta çevirdi. Daha sonra gelen Türker de Deniz’in yanına indi ve dünkü kalan inişi döşemeye başladılar. Aşağıda bunlar yaşanırken Mehmet Amca da bizi izlemeye geldi. Mağara ağzındaki döşemeyi gören Mehmet Amca “Lanet olsun dostum! Bu döşeme bir harika.” demiş ya da Türker’in dediği gibi bu hikaye bir yörük hikayesiydi ve Mehmet Amca da bir film karakteri değildi. Mehmet Amca daha sonra döşemeyi yorumlarken back-up ne olduğunu keşfetti ve “Bu koparsa bu, bu koparsa bu, bu koparsa bu var.” dedi yüzünde bir tebessümle. Ardından bana amcasıyla gittiği mağara gezisini anlattı. Daha askere gitmemişti ve back-up nedir bilmezdi. Amcası ona “Mehmet burada bir mağara var hadi ona gidelim.” demiş. Mehmet Amca biraz korkarak biraz da meraklı bir şekilde amcasının peşine düşmüş. İlk başta sürünerek başlayan mağara daha sonradan genişlemiş, ellerindeki kötü ışıklarla arkalarına hiç bir işaret bırakmadan ilerliyorlarmış. Mağara iki kola ayrılmış, ayrıldığı kısımda beyaz bir taş varmış. Bir tanesini seçip ilerlemişler ancak biraz daha gittiklerinde havasız kaldıklarını düşünerek geri dönmeye başlamışlar. Ancak dönüşe işaret bırakmadıkları için yanlış yola girmişler. Mehmet Amca gömleğinin su içinde kaldığını ve gittikçe korkularının arttığını fark etmiş. Sonra amcası küçük Mehmet’e dönmüş: “Mehmet, beyaz taşı gördün mü? Oradan geçtik mi?” demiş. Mehmet ise pek emin olmadan amcasına geride kalmış olabilir demiş. Geriye dönmüş ve taşı bularak çıkışa ulaşmışlar. Küçük Mehmet de o günden itibaren mağarada geldiği yola işaret bırakması gerektiğini öğrenmişti ancak bu bilgiyi bir daha kullanma fırsatı bulamayacaktı. Mağaradan çıktıktan sonra şakayla karışık bir şekilde amcasına “Bir daha girelim mi?” demiş. Amcası da “İçeride bir anfora dolusu altın da olsa ben bir daha gitmem.” demiş.

Mehmet Amca bu hikayeyi anlatırken Eren kuşanmış bir şekilde mağaranın ağzına geldi. Bu sırada aşağıdan mağaranın bittiği haberini aldık. Türker dar bir şafttan inip biraz yürüyünce mağara bitmiş ve Deniz ile beraber çıktılar. Deniz ve Eren ise benim telefon ve ölçüm setleriyle mağaraya girdiler. Mağaranın içindeki oluşumların ve kemiklerin fotoğraflarını çektikten sonra mağarayı ölçüp topladılar. Onlar içerdeyken biz kampa dönmüş ve onların kurtarma saatine kadar dinlenmeye koyulmuştuk. Aykut canı sıkılınca mağaradakilere bakmak için mağara ağzına gitti. Türker ile beraber kampta uyurken beklediğimizden daha erken bir saatte üçü de geldi. Akşam yemeği için mercimek pişirdik. Bir yandan da is pas kir kömür şarkısı çalıyordu. Aykut ve Eren mercimek pişmek üzereyken gaza gelip Tomarza’nın dağları şarkısı eşliğinde ateş başında dans etmeye başladılar. Yemeği yedik ve ertesi gün suyu almaya kimin gideceğini belirlemek için taş, makas, kağıt oynadık. Kaybeden belliydi zaten oynamadan önce ama bir kez daha teyit edilmiş oldu ve ben kaydettim. Uyumak için çadıra geçtik.

8 Eylül 2018: Sabah yine çoban köpeklerinin havlamalarıyla çadırdan çıktık. Suya gittik. Döndüğümüzde akşamdan kalan mercimek üzerine kremalı mantar çorbası ekleyerek değişik bir yemek yaptık. Mehmet Abi bize gösterdiği dört mağara haricinde dağın diğer yamacında Adana sınırında bulunan bir mağaradan söz etmişti. Bu mağarayı kendisi keşfedeli bir aydan daha az bir zaman olmuş. Derin bir mağara olduğunu söylemişti. Elimizdeki diğer iki mağaranın ise bir tanesinin dibinde kar vardı ve 15 metre civarındaydı, diğeri ise çöküntü sonucu açılmış her an çökebilecek çok dar bir delikten ibaretti. Bu iki seçenek yerine diğer yamaçta bulunan mağaraya gitme fikri daha cazip geldi. Biz malzemeleri hazırlarken Aykut da Mehmet Abiye bugün bize mağaranın nerede olduğunu gösterebilir mi diye sormaya gitmişti. Olumlu bir dönüşün ardından malzemeler ile yaylaya doğru yola koyulduk. Türker çantası dolu olduğu için içinde viktorinoks çakı bulunan polarını çantasının kenarına astı. Yaylaya geldiğimizde köpekler güzel bir senfoniyle bizi karşıladı. Mehmet Abi mağaranın yakınlarına kadar bizi kamyonetiyle bıraktı. Kamyonette yaklaşık 10 dakika ilerledikten sonra Dede Beli geçidini geçip ilk virajda durduk. Dede Belindeki kuyudan su almak için Aykut ve Deniz gönüllü oldu. Biz de mağaranın yolunu tuttuk ve yürümeye başladık. Mehmet Abi tepelerden seke seke ilerliyor biz de arkasından onu yakalamaya çalışıyorduk. Dik yamaçlardan aşağı inerek mağaranın ağzına ulaştık. Mağaranın dibi görünmüyordu. Eren mağaraya ilk dokunuşları yaparken Mehmet Abiler dönüşe geçti. İki doğal bağlantı alarak Eren inmeye başladı. Daha sonra uygun bir yere bir adet bolt çaktı. Bir kaç metrede bir kilit atıp “Daha gidiyor!” diye bağırıyordu. En son bağırışında ise çok indiğini düşünüp “Çık” diye bağırdım. Eren çıktıktan sonra inişin uzun olması sebebiyle Eren’in boltuna yakın bir mesafeye bir bolt daha çakıp Y-Belay yaparak indim. Mağaranın duvarları kuş pislikler ve çamurla kaplıydı. Tulum giymediğime pişman olmuştu ama artık çok geçti. İndikten sonra hafif sola kıvrılan mağara bitti. Dibinde bulunan çamur ve balçık tabakası ise ayakkabıma zor anlar yaşatıyordu. Mağaranın dibinde çok ufak 10 cm çapında bir delik vardı ve devam ediyordu ancak geçmek imkansızdı.

“Bir taş attım mağaraya tak dedi, Recep çıktı “Mağara gitmiyor.” dedi.” Eren ölçüm aletleriyle beraber indi ancak mağaranın tüp gibi aşağıya inmesi ve ölçülecek herhangi bir farklılık bulunmaması sebebiyle tavana bir lazer atıp çıkışa geçtik. Mağara 41 metre derinliğindeydi. Aykut ve Denizin Dede Belinden getirdiği topraklı sudan kana kana içtik ve mağarayı toparlayıp dönüşe geçtik. Yolumuzun üstünde olan Dede Bele bir kez daha uğrayıp biraz daha su içtik. Dönüş yolunda biraz gergindik çünkü bizi bekleyen köpekler vardı. Yaylaya vardığımızda son bir enerji ile bu kadar gelmişken “Yukarıdaki mağaraya da bakalım” dedik. Deniz kampa dönerken Mehmet Amcanın radarına yakalandı ve yörük çadırında börek ziyafetine katıldı.

Ben, Aykut, Eren ve Türker ise diğer mağaranın yolundaydık. Yörük Baba mağarasına vardığımızda Türker iki doğal bağlantı alarak inmeye başladı. Eren de Türker’in mağarada olmasını fırsat bilip Türker’in jelibonunu açma cürretini gösterdi. Türker’den bir tepki gelince ise sanki hiç açmamış gibi yerine bıraktı. Türker aşağı inip mağara bitti dedi ancak duvardaki bir çatlaktan hala devam edebileceğini söyledi. Ulaşılması zor bir yer olduğu için ve zamanımız olmadığı için oraya gidemedi. Oraya açıldığını düşündüğümüz başka bir delik daha vardı ancak insanın geçemeyeceği kadar dardı. Aykut mağarayı ölçüp toplamaya girdiğinde orayı da büyütmeye çalıştı ancak bir işe yaramadı ve toparlanıp kampa dönüşe geçtik. O sırada Mehmet Amca ile karşılaştık ve yörük çadırına davet etti. Türker ile beraber çadıra giderken Eren ve Aykut ise malzemeleri kamp alanına götürüp Deniz’i çağırmaya gitti. Çadırda güzel bir yemek yiyip kampa döndük. Malzemeleri saydık ve bir bolt bile eksik çıkmadığını fark edince değişik bir tatmin duygusu yaşadık.

9 Eylül 2018: Bitmeyen hilti şarjını bitirmek üzere Hilti ile delik açma yarışması yaptık. Daha sonra dönüşe geçtik. Bizi Hasan Abi yayladan alarak Tomarza’ya bıraktı. Buradan ise Eren’in babası ile beraber İstanbul’a döndük. Akşam saatlerinde İstanbul’a vardık ve gezi yemeğine de yetişmiş olduk. Katılanların bol bol döşeme, ölçme ve toplama pratiği yaptığı, her günün mağarayla geçtiği güzel bir gezi oldu.

Mağaralar: Sakçalık Düdeni, Dede Beli Düdeni, Deve Göçüğü Düdeni, Yer Çöküğü Düdeni, Yörük Baba Düdeni

Yazan: Geziye katılan herkes