Taze Kanlar

Cinlikuyu – Parsık, İzmit, 25 – 26 Kasım 2017

Geziye Katılanlar: Halil Habip Atıcı, Cihansah Akif Yıldıray, Türker Türkyılmaz, Beliz Aydın, Bülent Efe Temür, Eren Kenan, Hasan Fırat Alaman, Bora Efe, Serhat Uzun, Seyyidi Kerim Parlak, Doğu Berk Gümüş, Furkan Türker, Anıl Alyanak, Tuğçe Nur İlbaş, Tutku Nergiz, Elif Yavuz, Anıl Özrenk, İrem Kapucuoğlu, Bensu Elmacı, Recep Can Altınbağ, Emre Can Güzel, Emel Gökgöz, Erdi Şencan, Murat Yüksel, Ebru Tütüncüler, Özgün Sarısoy, Nermin Akın, Kumsal Güvenli, Aydın Menderes, Yaman Özakın, Murat Boyoğlu, Erdal Yalçın

Sıkıcı bir ders sonrası, benliğimi lineer cebire teslim etmiş bir şekilde kulübe doğru yürüyordum. Kulüp odasının yer aldığı binanın giriş kapısının önüne yığılan sırt çantalarını görmemle heyecanım beni sarmalamış, gezi yazısına ekleyebileceğim bir şeyler yakalamak amacıyla dedektifliğe soyunmuştum. Bir grup voleybol oynarken diğer grup kulüp odasında takılıyor bense aralarında mekik dokuyordum. Yaklaşık üç saatlik bu süreçte herhangi bir şekilde ölen ya da yaralanan olmamasına karşın, Anıl’ın pantolonunu maddi bir kayıp olarak voleybol sahasının çitlerine vermiştik.

Otobüsün gelmesiyle gezi başlamış, 5-10 dakikalık bir sürecin ardından ruhumu karanlığa teslim ederek uykuya dalmıştım (Kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre hırsız-poliste kaybeden Murat’ın yanağıma kondurduğu buseyle aydınlanarak sakalımı okşayıp gülümsemişim.). Gözümü açtığımda otobüs ağır ağır hareket ederek dar yollardan geçiyordu, bu vardığımızın işareti olabilir miydi?

Otobüsü boşaltıp kamp alanını hazırladık ve döşeme ekibi için yapılacak hazırlığa yardım etmek üzere Elif’le sözleştik. Uyku tulumunun içine girip tam ısındığım anda uğursuz bir sesin “Yanlış yer, çadırları taşıyoruz!” demesiyle Murat’la uyku tulumlarımızdan çıkarak onları toplama sazanlığını gösterdik. Tekrar uyku tulumunun içine girip vücudumuzu oynatarak tulumun içini ısıtmaya çalışırken ağa takılmış balıktan farkımız yoktu. Sabah Elif’le sözleştiğimiz saatte uyandığımızda hava yeni aydınlanıyor, havanın soğukluğu karşısında anneanne yorganının sıcaklığını aratmayan uyku tulumundan çıkabilmek için kendimi telkin ediyordum. Elif, ateşi yakıp döşeme ekibine yemek hazırlamak için uygun bir konum ararken, uyananlarla birlikte odun toplarken ısınmış oluyorduk. Topladığımız odunları bir kenara bırakıp ateşin jeopolitik konumunu kararlaştırmamızın ardından Recep ve Türker’in ateşi yakmasıyla üssümüz son halini almış, kuruluşumuzun ardından yeni strateji ve politikalara açık hale gelmiştik. Elif ‘hammadde tüketimi ve verimliliği’ üzerine stratejiler geliştiriyor ve küçük küçük patatesler doğrama üzerine ihtisaslaşmış bilgisini, Jandarma eri Halil Habip Atıcı ile birlikte patates soyarken bizimle paylaşıyordu. Döşeme ekibi kuşandırılarak temin töreni düzenlenmiş, erzak ve teçhizat kontrollerinin yapılmasının ardından kararlaştırılan koordinata doğru ilk birliğimiz harekete geçmişti; fakat düşman içimizdeydi. Döşeme ekibinin hareketinden birkaç bin kalp atımı süre sonra en yakın su kaynağımıza düzenlenen sabotaj sonucunda su baskını yaşanmış, Emre’nin çadırının bulunduğu bölge meclis kararınca tampon bölge ilan edilmişti. Sabotaj kanunu çıkarılarak gerekli önlemler alınmış -çadır az öteye taşınarak- bölgede panik ve endişeye neden olan durum normale döndürülmüştü.

Tüm bunların ardından Recep, A.Ö.’yü çarmıha germe fikrini hayata geçirerek obamızın teokratik tabanına seslenecek yeni bir yapılanma içine girişmişti. Ateş başında ortaya çıkan görüntülerin ardından sanık A. Ö. ‘nün yalancı peygamberlikten hüküm giyerek 2. ekip ile mağaraya sürgüne gönderilmesine karar verilmiş, görüntüleri sızdıran kişi olup şüpheleri kendinden uzaklaştırmayı başararak paçayı kurtaran Recep, ilk başarısız girişimine rağmen yılmayarak beni de aralarına kattığı bir grup genci belki de diğer kamplarda bulamayacağımız tuvaleti bahane ederek mescide doğru sürüklemişti. Vaat edilen tuvaletin yıkık dökük çıkması üzerine son kalan müritlerini kaybeden Recep’in bu kalkışması tarihe ‘St. Recep John Ayaklanması’ adıyla geçecekti. Olayın altında yatan sosyo-politik nedenler bugün de gizemini korumakta olup Recep’le birlikte Cinlikuyu’nun derinliklerine gömülecek gibi duruyordu.

Mescitten dönüşümüzün ardından döşeme ekibi işini bitirmek üzereydi ve Cinlikuyu kulübün taze kanlarına açtı. Mağara ağzı, birinci ekipten itibaren benim gibi mağaraya girecek yeni yetmeleri bekliyor; Anıl ise mağara ağzına olan saygısını, yemek yaparak yeteri kadar besili olduğumuzdan emin olarak sunuyordu. Ekipler sırayla mağarayı ziyarette bulunuyor, bir yandan da mağaradaki çikolata oluşumları konuşuluyordu. Hemen her ekibin ya giriş ya da çıkışını izleyen Murat’ın heyecanına ortak olmak ve merakımı gidermek amacıyla arada bir ben de Murat’ın peşine takılıp mağara ağzına gidiyordum.

Akşam için yapılan hazırlığa yardım ederek ve yanan ateşin çevresinde oturarak güneşi batırdık. Herkesin gelmesiyle ateş büyütüldü ve matlar genişletildi. Anlatılmasını kaçınılmaz olarak gördüğüm, “Cinlikuyu neden Cinlikuyu?”yla ilgili olan paranormal hikâyeler anlatıldı. Ardından obamızın birlik ve beraberliği Erdi’nin mısır patlama provakasyonuyla bozularak iki sosyo-ekonomik tabana ayrıldı. Sonradan görme mısır zenginleri açlıktan kırılan diğer sınıfa parça tesirli mısır bombaları atıyordu. Çok geçmeden beyaz adam Serhat patlamış mısırın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak, nihai yalnızlığına son veren bir tutkuyla beni çadırında misafir etmenin yollarını arayacaktı. Bu arayış Serhat’ın dudaklarından dökülen “Mısır döktüm yollarına patlayarak gel kollarıma!” dizesiyle zirve noktasına ulaşacaktı. Neyse ki yaşananlar Brokeback Mountain senaryosuna dönüşmeden önce mısır kaynağımız tükendi ve kurbanı olduğum goygoy muhabbeti son buldu (Ya da ben öyle sanıyordum.).

Saatin ilerleyişiyle fısıltılar çoğalıyor sucuk kaynağımızın olup olmadığından bahsediliyordu, bense gözlerimi ateşin yanında yanan çaydanlığa dikerek sucuğun varlığı problemini düşünüyordum. Aramızdan birinin Dünya ile Mars arasında bulunan bir sucuğun tıpkı diğer gezegenler gibi Güneş’in yörüngesinde dönmekte olduğunu, ancak bu sucuğun teleskoplarımızla görünemeyecek kadar küçük olduğu için yerini tespit etmemin mümkün olmadığını söylemesi durumunda, bu argümanı çürütmek mümkün olamazdı. Sırf bu sucuğun varlığını tespit edemiyor olmamdan hareketle, gökyüzünde bir yerlerde böyle bir sucuk bulunmuyor sonucuna varamazdım: lakin bu sonuca varamıyor olmam, gökyüzünde böyle bir sucuğun bulunduğu anlamına da gelemezdi. Sucuğun varlığına ilişkin inanç temelimi derin bir kuşkuya düşüren bu argümanla çadıra geçmenin mantıklı olacağını düşünerek ateş başına iyi geceler dileyip Murat’la çadıra geçtik.

Sabah uyandığımda St. Recep John ateş başında sucuk yapıyordu. Sucuğun varlığına ilişkin inancımı kesinlik boyutuna taşıyan bu hareketiyle müridini geri kazanmış, sucuğa giden inanç yollarımın önünü açmıştı ve varını yoğunu tam bir aziz gibi ateş çevresindekilerle paylaşıyordu. Kahvaltı faslı sırasında pazar günkü ilk ekip mağaraya girdi, benimle birlikte son ekipte olan Cihan’ı ‘ufak dokunuşlarla’ uyandırıp hazırlandım ve mağaranın yolunu tuttum. Mağaradan çıktığımızda çadırlar toplanıyor, dönüş yolculuğuna hazırlanılıyordu. Bu devinime ortak olup toparlandıktan sonra mağaradaki teçhizatımızın toparlanmasını bekledik. Geride adam ve teçhizat bırakmadığımızdan emin olduktan sonra otobüse geçerek lahmacuncunun yolunu tuttuk. Vardığımızda, demokrasiye inancının sağlam olduğunu belirten Bora “Üst altın ne kadar yiyeceğine karar verir.” deyip sipariş vermeyi ret ederek karnını doyurdu. Bu gerçekten demokrasiye olan inancından mıydı yoksa tecrübesinden miydi bu konuda kuşkuluydum. Tabakların boşalmasının ardından kesintisiz İstanbul yolculuğumuz başladı ve Cinlikuyu ardımızda kaldı.

Ekipler:

25 Kasım Cumartesi:

  • Döşeme: Emre, Kerim, Bensu ( 10.10 – 13.00 )
  • Emre, Furkan, Tutku, Eren, Anıl ( 13.20 – 16.20 )
  • Bora, Ebru, Erdi, Halil, Beliz ( 15.20 – 18.05)
  • [Parsık]: Yaman, Özgün, Aydın, Nermin, Kumsal, Kerim, Erdal ( 16.15 – 18.50 )
  • Serhat, Recep, Emel, İrem, Hasan ( 17.00 – 19.25 )
  • Emre, Bora, Murat, Bülent, Yaman ( 18.15 ( Yaman: 20.00 ) – 20.45 )

26 Kasım Pazar:

  • Bensu, Ebru, Anıl, Elif, Tuğçe, Kerim ( 8.45 – 11.00 )
  • Toplama: Bora, Türker, Emel, Cihan, Doğu ( 10.15 – 14.30 )

Gezinin videosuna ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Doğu Berk Gümüş