Dupnisa Deneyimi

Dupnisa Deneyimi

Dupnisa Mağarası, Kırıklareli, 3-5 Kasım 2023

Geziye Katılanlar: Fatih Akbal, Dilge Dağ, Oğuzhan Altıntaş, Anıl Özrenk, Eylül Horoz, Anıl Alyanak, Beliz Aydın, Gamze Özbay, Burak Çelikci, Bülent Efe Temür, Yunus Emre Elmas, Alp Dora Kalkan, Mehmet Efe Eryılmaz, Hamza Oksal, Ömer Lütfi Çelik, Emre Bal, Cevdet Can Ertem, Halime Çalışkan, Taha Berk Er, Hidayet Mustafa Bozdoğan, Sudenur Gençer, Kubilay Mert Ateş, İbrahim Öğütcü, James Robson, Emre Eren, Sena Balım, Hüseyin Şimşek, Ahmet Çağrı Temiz, Yunus Emre Mercan, Taha İlkay Şahin, Umutcan Atalay, Hasan Enes Çinar, Yusuf Tırın, Nehir Erzorlu

Bundan birkaç ay önce bir mağaranın içinde beline kadar suda ilerleyeceksin deselerdi büyük olasılıkla gülerdim. Şimdi ise aynısını yapmayı iple çekiyorum. Cuma günü hazırlıklar erken başladı. Çantalar hazırlandı, kulüp odasında toplanmış birkaç kişiyle Gamze’nin önderliğinde alışverişe gittik. Geldiğimizde kalabalık artmış, hazırlıklar hızlanmıştı. Hazırlıklar bitip herkes toplandığında otobüse binip yola çıktık. Yolculuk elimizde olmayan nedenlerden bir tık uzun sürse de bence gayet keyifliydi. Çoğu kişiyle yolda tanıştık, anılarını dinledik. Yolculuk sona erdikten sonra eşyaları indirdiğimizde kamp kurma heyecanı başladı. Herkesin bir ucundan tutmasıyla malzeme ve yemek çadırları kuruldu, tente gerildi. Sıra kendi çadırımızı nasıl kuracağımıza gelince biz 3 arkadaş bir tık zorluk çektik demesem olmaz. Neyse ki biraz yardım alarak sonunda çadırımızı kurduk. Biz kendi çadırımızla uğraşadururken, yanda büyük bir ekip de bir başka çadırla uğraşmaktaydı. Daha önce görülmemiş bu çadırın nasıl kurulacağı üzerine pek çok fikir vardı. Sonunda o da tamamlandı (pek de sağlam olmayarak, çünkü daha sonra o çadırda kalan kişiler ıslandıklarından yakındı) ve kamp, biraz geç de olsa, uykuya gömüldü. Sabah ben uyandığımda zaten kampın büyük bir kısmı uyanmış, ilk mağara ekibi neredeyse çıkmak üzereydi. Kahvaltı hazırlanmış, ekip ekmekleri kesilmiş, tulumları giymişti. Ateş başında ayılmaya çalışırken ilk ekip yola çıktı, biz ise etrafı izleyip oturmaya başladık.

Zamanla yapılması gereken görevler bir bir ortaya çıkmaya başladı. Birileri oduna gitti, birileri su doldurdu. Birileri ise zaten sürekli yemek pişirmekteydi. Kampta benim gibi yeni gelen birini şaşırtan en önemli şeylerin başında yemek sisteminin nasıl işlediği gelir desem yalan olmaz herhalde. Sürekli yemek pişiyor, yemekler bitiyor, yenileri pişiyor, yemeği beğenmeyenler kibarca uyarılıyordu. Zaman geçip de ilk ekip geri geldiğinde hareketlilik biraz daha artsa da mağaraya girmeyenler için zaman bir tık yavaş, fakat hiç de sıkıcı olmadan geçmekteydi diyebilirim. Edilen sohbetlerle, mükemmel yemeklerle (ki daha önce eline doğru düzgün kepçe almayan ben bile pişirme fırsatına eriştim) oynanan oyunlarla, sürekli ortaya çıkan yeni işlerle vakit anlamadan geçti, önce öğlen, sonra akşam ekipleri hazırlanmaya başladı. Akşam ekiplerinde olan ben de içliklerimi giydim, tulumumu ve kaskımı geçirdim, yaklaşık 10 kez yedek pillerimi ve çikolatamı kontrol ederek yola Eylül ve Oğuzhan’ın önderliğinde çıktık. Mağaraya girip tellerin üzerinden atlayınca mağara maceramız başladı. Girmemizden yaklaşık 5 dakika sonra bizi soğuktan sızlatıcı bir su karşıladı. Belimizi geçen o suyu titreye titreye geçtikten sonra etrafımızı seyrederek yürümeye başladık. Daha önce mağaraya (en azından bu halde) girmemiş sayılabilecek bir kişi olarak gördüğüm şeyler tek kelimeyle büyüleyici oldu. Duvarlarda masmavi mermerler, yukardan sarkan sarkıtlar, akma taşlar, parıl parıl parlayan onlarca taş, travertenler, vurdukça binbir türlü ses çıkaran perdeler… Aklıma daha gelmeyen bu onlarca şeyin arasından bir yandan da ayağımın altında akan suyun üstünde düşmeden yürümeye çalışmak kelimelerle pek de kolay anlatılmayacak kadar güzel bir deneyim oldu. Fakat daha ilginç şeyler mağarada ilerledikçe karşımıza çıkmaya devam edecekti. Suyun kaynağına ulaşıp soldan biraz devam edince (biraz dediğime bakmayın, tırmanıp uzunca da yürüdük) kum tepesine ulaştık. Bu kum tepesi bence mağaradaki en ilginç yerlerden oldu. Düşünün, mağaradasınız ve kocaman bir kum tepesi var. Kuma tırmanıp yukarı baktığımızda zaten uzun zamandır sesini duyduğunuz yarasaların nasıl kümelendiklerini görme fırsatına eriştik. Bulunduğumuz yerin yüksekliğini tartıştığımız ve mağara ekmeklerini afiyetle yediğimiz kısa bir moladan sonra güzellik salonunu görmek için yola çıktık. Buranın bu adı nasıl aldığı zaten gittiğinizde çok basitçe anlaşılabiliyor. Burayı anlatmayı merak edenlerin bir gün gidip göreceği temennisiyle es geçiyorum. Burada mutlak karanlığı yaptıktan sonra geri dönüş yolculuğumuz yavaştan başladı. Eskilerin dediğine göre bu sene ilk defa çıkan mantarları gördükten ve manyak kurbağayı bir süre aradıktan sonra geliş yolundan çok daha hızlı ve ciddi olan dönüş yolculuğu başladı. Sonunda suyun içinde geçen yine uzunca bir yolculuktan sonra çıkmayı başardık. Sonradan öğrendik ki biz mağaradayken müthiş bir fırtına çıkmış ve tenteyi korumak amaçlı büyük mücadeleler verilmiş. Akşamın ilerleyen saatlerinde herkesin ateş başında toplanmasıyla kamp çok keyifli bir hal aldı. Marşmelow pişirildi, muhabbetler edildi ve sonra ortaya o efsanevi puding çıktı. İçinden binbir türlü garnitür çıkan bezelyeli puding. Bunları pudingin içine Fatih’in attığına dair birkaç espri yapılmasından ve pudingin her şeye rağmen afiyetle yenmesinden sonra ateş başındaki insan sayısı yavaş yavaş azalmaya başladı. Ben uyumaya gittiğimde geriye sadece aşırı büyük heyecanla oyun oynayan bir grup kalmıştı. Gece inanılmaz soğuk dışında dikkatimi çeken en önemli şey devasa bir horultunun olmasıydı. Bu horultunun kimden geldiği ile ilgili araştırmalarım maalesef sonuçsuz kaldı.Sonraki sabah küçük bir ekip dışında mağaraya girecek ekip olmaması sebebiyle düne nazaran bir tık daha rahattı. Kahvaltılar yapıldı, sucuklar yendi; tulumlar, kasklar, çantalar temizlendi; çadırlar, eşyalar toplanıldı; mıntıka yapıldı; hardaliyeler tadıldı ve yola çıkıldı. Dönüş yolculuğu sorunsuz geçti diyebilirim. Gezi değerlendirilmesi ve bolca uykudan sonra vardığımızda eşyalar indirildi ve bir sonraki geziye kadar herkes birbirine veda etti.
Kısaca özetlemek gerekirse belimize kadar suya girmemize değdi diyebilirim.

Ekipler:

4 Kasım Cumartesi

  1. Ekip: Ahmet Çağrı Temiz, Cevdet Can Ertem, Eylül Horoz, Fatih Akbal, Taha Berk Er, Taha İlkay Şahin (Giriş 09.15 – 13.00)   Kurtarma saati: 15.30
  2. Ekip: Bülent Efe Temür, Emre Eren, Gamze Özbay, Mehmet Efe Eryılmaz, Oğuzhan Altıntaş, Umutcan Atalay, Yunus Emre Mercan (Giriş 10.35 – Çıkış 13.55)  Kurtarma saati: 16.30
  3. Ekip: Anıl Alyanak, Dilge Dağ, Hasan Enes Çınar, Hidayet Mustafa Bozdoğan, Hüseyin Şimşek, İpek Cerrahoğlu, Nehir Erzorlu (Giriş 13.50 – .Çıkış 17.20)  Kurtarma saati: 20.00
  4. Ekip: Bülent Efe Temür, Eylül Horoz, James Robson, Kubilay Mert Ateş, Oğuzhan Altıntaş, Sena Balım, Yusuf Tırın (Giriş 14.40 – Çıkış 18.00)   Kurtarma saati:21.00
  5. Ekip: Emre Bal, Eylül Horoz, Halime N. Çalışkan, Hamza Oksal, Oğuzhan Altıntaş, Taha Berk Er (Giriş 18.25 – Çıkış 21.55)   Kurtarma saati: 23.30
  6. Ekip: Dilge Dağ, Fatih Akbal, İbrahim Öğütcü, Ömer Lütfi Çelik, Sudenur Gençer, Yunus Emre Elmas (Giriş 19.00 – Çıkış 21.45)    Kurtarma saati: 01.00

5 Kasım Pazar

  1. Ekip: Burak Çelikci, Gamze Özbay, İpek Cerrahoğlu (Giriş 10.40 – Çıkış 12.45)   Kurtarma saati: 15.00

Gezi Yazısını Yazan: Emre Bal 

Düzenleyen: Fatih Akbal

Leave a Comment