15 Haziran perşembe günü Fatih, Buse, Eren ve Taha ile birlikte malzemeleri çantaladıktan sonra otobüs ile terminale gittik. Terminalde bize ayakkabısını almak için ayrılan Eren Kenan ve Ceyda katıldı. Otobüse yüklendik ve yola çıktık. Birkaç saat sonra otobüsün artık yemek molası verme vakti gelmişti, her durduğunda acaba bu yemek molası mı diye inip olmadığını anlayıp geri biniyorduk. Anons geldi: 20 dakika yemek ve ihtiyaç molası! Yo yanlış yazmadım gerçekten 20 dakika. Çorbanın 50 tl olması sebebiyle yanında bolca ekmek yiyerek karnımızı hızlıca doyurduk ve tekrar yola çıktık. Gazipaşa’ya kadar uyuklayarak gittikten sonra sabah erken saatlerde vardık.
Biz geldikten hemen sonra da İsmet Amca arabasıyla bizi aldı ve evine götürdü. Güzel bir kahvaltıdan sonra alışveriş yaptık, Ankara’dan gelen Eren Eraşcı’yı da otogardan aldıktan sonra yolculuğumuz Gavurkırıldığı yaylasınaydı. Yol üstünde sudan ucuz bir mola yerinde kısa bir mola verdik. Yaylaya vardığımızda yaylacılarla küçük bir sohbetten sonra kamp yerimizi aramaya başladık. En uygun kamp yeri bulundu ve çadırlar kuruldu. Aynı gün Eren Kenan ile birlikte birkaç yüzey noktasına da gittik. İkinci gün Fatih ve ben kampta kalıp araba ile gelecek olan ekibi kampa getirme görevini üstlenmiştik… Başımıza geleceklerden habersiz bir şekilde Eren Kenan’ın önceki gün inmemizi istediği saat 10.15 de güneşlenmeyi bırakıp yaylaya indik. İndiğimizde yaylacı bir teyze çimenlerde yatıyordu. Kalktı, biraz sohbet ettik. Sonra evine gitti, biz de çimenlerde, yollarda, kayalarda beklemeye başladık. Hava hafif esintiliydi. Beklerken beklerken teyze evinden çıkıp ” çocuklaa gelin de çay içek gelin” deyince Fatih’le içimizi bir mutluluk sardı. Birkaç metrelik yolu yürürken acaba yiyecek bir şeyler de var mıdır diye düşündük. En ufak katı yiyeceğe bile çok mutlu olacakken içeri girdik. Yerde duran kahvaltı tepsisiyle karşılaşınca istemsiz yüzlerimiz güldü. Her biri el yapımı kahvaltılıkları yedikten sonra dışarı çıktık. Hava bıraktığımızdan çok daha soğuk ve rüzgarlıydı. Saat 2 civarıydı. Artık gelme vakitlerinin geldiğini düşünerek fazla uzaklaşmadık ama olduğumuz yerde durmak üşümemize sebep oluyordu. Bu durumun artık canımıza tak etmesiyle birlikte biraz uzakta ama arabanın geleceği yeri gören bir taşın arkasında rüzgardan saklanmaya başladık. Saklandıktan yaklaşık 15 dakika sonra Fatih’in arabayı görmesiyle uzun bekleyişimiz son buldu. Geldiklerinde bizden önce yaylacı teyzenin sitemiyle karşılaşmışlar. Teyze ‘’ nerde kaldınız yahu çocuklar sabahtan beri sizi bekliyor’’ demiş. Teşekkürler teyze… Yüklerimizi sırtladıktan sonra kampa gittik.
Akşam yüzeye çıkan tek shiftin gelmesiyle sohbet muhabbet başladı. Önce sonraki günün yüzey ve kamp shiftleri belirlendi. Saat daha 8 civarı ‘’o zaman yatış mı ya, sabah da 6 da kalkarız kahvaltıydı hazırlanmaydı 7.30 gibi yüzeye çıkarız’’ diye bir fikir çıktı. Başta şakayla karışık kabul ederken sabah herkesi uyandıracak bir kişi bile seçildi. Saat 9’da herkes çadırlarına gitmişti. Gerçekten saat 9 da tüm kamp çadırlarında uyuyordu. Bu gelenek tüm gezi boyunca uygulandı.
Sabah 6 da sesler yükselmeye başladı ’’Heeyoo, kamp! uyanın. Fatih,Buse, Alper… ‘’ Birkaç dakika sonra herkes kampın toplanma yeri olan Oğuzhan’ın çadırının önündeydi. 400 kalorili Sloven yemeklerimizle kahvaltı yaptıktan sonra hazırlanıldı ve yüzeylere çıkıldı.
Bizim yüzeyimiz zor bölgelerden olan D bölgesineydi. İlk yüzeyim olması sebebiyle birkaç saatin sonunda zorlanmaya başlamıştım. Hayalimde her yeri tepe olan bir bölge yoktu. Çöl gibi arazilerde sonsuz bir yürüyüş yapacağımızı düşünüyordum geziden önce. Ama elimdeki şey sonsuz tepelerdi. Saat 1 gibi yüzeyimizi yarılamış ve yemek molası vermiştik. Yemeklerimizi yedikten sonra Anıl gps’i eline aldı ve rotaya bakmaya başladı. Birkaç saniye sonra gps’e bir bildirim düştü. ‘’Düşük pil!’’ Yanımıza pil almamıştık… Anıl hemen dönüş rotasına başlayalım, götürür herhalde hemen kapanmaz diye düşündü. Daha toparlanmaya başlayamadan gps bir anda kapandı. Anlaşılan Anıl’ın gördüğü uyarı gps’in gönderdiği ilk düşük pil uyarısı değildi. Öncekileri kaçırmış olmalıydı. Kara kara düşünürken Zehra’nın telefonunda pusula olduğunu öğrendik. Anıl ’’bu çok işimize yarayabilir Eren Kenan haritalara kuzey oku çizmişti’’ dedi. İçimiz bir tık da olsa rahatlamıştı. Pusuladan güneye gitmemiz gerektiğini öğrendik ve hızlıca yola koyulduk. Yapmamız gereken tek şeyin güneye gitmek olması sebebiyle iyi bir rotamız yoktu. Zorlu yollardan geçtik. Sağda güneş batıyordu, biz güneye giderken. Birkaç saat sonra yüksek bir tepede mola verdiğimizde aşağıda bir grup insan gördük. Diğer shift olmalıydı, kampa dönüyorlardı. Artık yakınlaşmıştık. Saat 5’e doğru bitik bir şekilde kampa vardık.
Diğer shift de bizden 15 20 dakika önce gelmişti. Biz pil almamak gibi bir hata yapmıştık ama gps’in bozulması-kırılması da tabiki bir ihtimal bu yüzden artık pusulanın bir gereklilik olduğunu düşünüyorum ve kısa zamanda edinmek istiyorum. O günün yorgunluğuyla Pazartesi günü kampta kalmak istedim. Eren Kenan ve Buse ile birlikte kampta kalacaktık. Akşam bir ekip eskiden mağara yerleri gösteren Hasan Abi’nin yanına gitmek üzere tekrar yola koyuldu. Ekip geç geleceği ve gps’leri olduğu için onlar gelene kadar beklenilmesine gerek olmadığı düşünülmüştü. Onları beklemek için değil ama yine de o gün 11 e kadar uyumamıştık. Artık çadırlara dağıldığımızda herkes uyumaya hazırlanıyordu. Sessizliğin içinde çok küçük bir heyo duyuldu. Anıl ve eren bu sesi duymuştu ama emin olamamışlardı, bu sefer daha güçlü ama yine de uzaktan bir heyo daha geldi. İkisi de 1 dakikadan kısa sürede tulumlarından ve çadırdan çıkmış sese doğru gidiyorlardı. Onlar da heyoladı fakat karşılık gelmiyordu. Birkaç dakika sonra Oğuzhan’ın çok yakından konuşmasıyla kampı bulduklarını anladık. Aldıkları gps’de kampın konumu eklenmemiş ve bu yüzden zorluk yaşamışlardı. Bir ders daha çıkarmış olduk. Sabah her zamanki gibi 6 7 arası kalktık ve yüzeyler başladı. Kamp ekibi olarak su getirmek ve ortalığı toplamak dışında pek görevimiz yoktu. Akşama kadar vakit geçirdik. Buse ve ben kampın yanındaki bir kayaya birer bolt çaktık. Akşam olduğunda dalgasına 2 shift aynı anda gelse çok epic olur konuşmalarımızdan sonra sağdan ve soldan aynı anda parlayan lambalarla şok geçirdik. Gerçekten de 2 shift aynı anda gelmişti. Hızlıca yemek yaptıktan sonra rapora bulunan mağaralar eklendi. Yine erken mesai başlangıçları nedeniyle çadırlara erkenden dağıldık. Günlerden salı olmuştu, ben Fatih ve Zehra sabah 9 gibi yola çıkmıştık. Diğer bir ekip öğlen saatlerinde Hasan Abi ile buluşmak için yola çıkacaktı. Shiftimiz güzel başlamıştı. Taramaya başlayacağımız bölgeye hızlıca varmıştık. Daha az bir vakit geçmişti ki rotamın üstünde bir mağara gördüm. Hobbit evi gibi bir girişi vardı. Girdim ve ilk defa bir mağaraya taş attım. Zaman o kadar yavaşlamıştı ki benim için… Fatih kaç saniye gidiyor dediğinde 4 5 demiş bulundum. Fatih ve Zehra büyük bir şaşkınlık ve inanmazlıkla geldiler.
Fatih mağaraya bir taş attı. Taş 2 saniye gitti gitmedi ve yere çakıldı. Benim ve Zehra’nın da sonradan attığımız diğer taşlar aynı şekilde 2 saniye civarında dibe varıyordu. Fatih biraz da haklı bir şekilde muhtemelen bu mağaraya gidilmeyeceğini söyledi. Kamp alanına uzak, yüksek irtifada ve etrafında başka mağara olmayan bir yerdeydi. Konumunu kaydettikten sonra tekrar yola düştük. Yakındaki bir tepeyi aştıktan sonra karşılaştığımız manzarayı pek beğenmemiştik. İstediğimiz rotadan gitmemize engel olan dağlar vardı. Yeni bir rota çizdik ve takip ettik. Fakat anlaşılan harita ve gps becerilerimiz yetersiz geldi ki tekrar çıkamayacağımız dağlarla karşılaştık. Aynı zamanda kampa da çok yakınlaşmıştık fark etmeden. Ne yapsak diye düşünürken kampa dönmenin mantıklı karar olacağını düşündük. Saat 2 3 civarı tekrar kamptaydık. Geldiğimizde Anıl mağaradan çıkarılmış bir şişeye akvaryum yapıyordu. Tabiki balık yoktu içinde ama güzel bir süs olarak çadıra astı. Fatih Anıl’a bulduğumuz mağaranın gitmeye değer olmadığını da anlatmayı ihmal etmedi. Akşam diğer ekip de kampa geldi ve Hasan Abi’nin gösterdiği ve anlattığı mağaraları bizlere anlattı. Çarşamba günü Eren Kenan ve Eren Eraşcı bu mağaralara yakından bakmaya gidecekti. Anıl, Buse, Fatih ve ben de mağara döşemesine gidecektik. Kamptan çıkarken sorduğum yün içlik gerekli mi sorusunu bana yedirecek bir döşeme olacağını hiç tahmin edemezdim. Mağarayı Buse döşeyecekti, ben de ölçecek ve toplayacaktım. Buse mağarayı döşerken yağmur biraz atıştırmıştı. Umarım yağmaz diye umuyorduk. Mağarayı ölçmeye başladığımda da bir şey yoktu fakat mağaranın dibine indiğimde gökten istemediğimiz sesler gelmeye başladı. Buse mağaradan çıkarken sağanak başlamıştı. Ben de toplayarak çıkmaya başlamıştım. İlk defa tak-çıkar toplayacaktım. İlk denememde başarısız olunca yüzüme düşen yağmur damlalarına sebep olan bulutlara bakıp iç çektim. Önceki gün Eren Kenan’ın tak-çıkarları çıkarmanın bazen zor olduğunu söylemişti. Herhalde 15 dakika buradayım diye düşündüm. Fakat 2. Denememde çıkarmamla birlikte hızlıca çıkmaya devam ettim. Kafamı mağaradan çıkardığımda Anıl, Fatih ve Busenin yağmurluğumun altında korunmaya çalıştıklarını gördüm. 2. tak-çıkar zorlamıştı. Uzun uğraşlarıma rağmen çıkaramadım. Sonrasında Anıl biraz uğraşla çıkardı ve kampa dönüşe geçtik. Son tak-çıkar çıktığında yağmur da durmuştu. Yine erken saatlerde uyumamızla son bulmuştu gün. Perşembe, yani son gün 7 kişi tek bir mağaraya eşya taşıyacaktı. Derin olduğu düşünülen bir mağaraydı. Fakat yaklaşık 20 metrede biterek hüsrana uğratmıştı. Dönüşte Anıl geldiğimiz yoldan değil de aşağısından, vadiden dönelim dedi. Zaten en önden de hep o giderdi. Bir anda Anıl’ı görüşümden kaybettim. Ardından 1 2 kişiyi daha. Nereye gittiklerini anlamaya çalışırken altımdan bir ses geldi. Zehra: Alper buradayız, Anıl bizim mağarayı buldu. Sonra etrafıma baktım. Doğru, burası orasıydı. Anıl mağarayı tekrar bulmuştu. İçine girmiş aşağı bakıyordu. Çok fena bi girişi var ya diyerek çıktı dışarı. Eren Eraşcı biraz uzakta oturuyordu, onu çağırdı. Ne yapsak döşesek mi hızlıca diye düşündüler. Vaktimiz az kalmıştı. 2.5 saat içinde kampta olmalıydık ve daha 1 saatlik yolumuz vardı. Ben daha kararın ne olduğunu anlayamadan Anıl eline aldığı bir perlonu gözüne çoktan kestirdiği bir doğala geçirmiş ve yaklaşma hattını başlatmıştı. Eren de önceki mağaradan tulumuyla dönüşe geçmişti bu yüzden sadece setini kuşanması gerekti. Hızlıca takılan 2 tak çıkardan sonra Eren Eraşcı aşağıdaydı. İlk inişten sonra mağara biraz yatay devam ediyor sonra bir iniş daha başlıyodu. Eren 2. İnişe attığı taşlardan sonra: Anıııl! Çok gidiyo bu taş çok! diye sesleniyordu. Bunun üzerine hızlıca kuşanan Anıl da hemen aşağı indi. Birkaç dakika sonra bolt çakma ve hilti seslerini aynı anda duyuyorduk. Biraz daha sonra ise Anıl rescue saatini uzatmak için 3 kişinin gitmesini istedi. Atakan ben ve Taha kampa dönmüştük. Ekip saat 11 gibi kampa döndüklerinde mağaranın en az 80 metre derinliği olduğunu söylediler ve iplerinin bittiği yerde aşağıda su akıntısı olduğunu duymuşlardı. Fatihle de bolca şakalaştılar. Cuma günü dönüşe geçecek olmamıza rağmen yine de erken kalkmamız gerekiyordu. Otobüs ile saat 11 de gelmesi için konuşmuştuk. Yine saat 7 de herkes çadırlarından çıkmıştı. Toparlandıktan sonra son bir kez o dağlara çıkmamız gerekiyordu. Yaylaya vardığımızda otobüs gelmemişti. Beklerken yine aynı teyze bize çay hazırladı. Bu senaryo tanıdık geliyordu. Yoksa 5 saat de otobüsü mü bekleyeceğiz diye düşündüm içimden. Neyse ki biraz sonra geldi otobüs.
Teyzenin de katılımıyla gezi fotoğrafımızı çekildik. Cabballı araştırma gezimiz son bulmuştu. Otobüse binmemizle yazmaya başladığım gezi yazısını Kahramanmaraş’ta bitiriyorum. Çok güzel bir ilk araştırma gezisiydi benim için. Herkese teşekkürler.
