Taşoluk, Sakarya, 24-25 Şubat 2018
Geziye Katılanlar: Bensu Elmacı, Emel Gökgöz, Türker Türkyılmaz, Arziye Pekdemir, Ronahi Halitoğlu, Anıl Alyanak, İrem Kapucuoğlu, Özlem Kaya, Beliz Aydın, B. Efe Temür, Anıl Özrenk, Atakan Gülbahar, Burak Gökyer, Nermin Akın, Seyyidi Kerim Parlak, Tutku Nergiz, Eren Kenan, Erdinç Kara, Erdi Şencan, Bora Efe
İlk gezimin verdiği heyecanla sabahın köründe uyanıp vaktinden biraz geç kulüp odası önüne vardım. Üşümeye programlanmış genlerimle kulüp odası önünde çok soğuk koşullar altında beklediğimi düşünüyordum ve orada geçen dakikalar bir sınav gibiydi ya da ben henüz öyle sanıyordum.
Gece yağmurlu olacağını öğrenince yola cumartesi sabahı çıkma kararı alınmıştı. 8.15 gibi yola koyulduk. Otobüsün ısınmasının da biraz zaman aldığını söylememe gerek yok sanırım. Önce biraz sohbet, biraz uyuklama derken Kaynarca sınırlarına ulaşmıştık. Şekerlemelerinden ayrılmakta zorlanmayan ahalinin aksin Özlem, kafasına düşen kamp çantalarına aldırmadan uyumaya devam ediyordu. Onu uykunun kölesi durumunda bırakıp yola odaklandık. Kapalı hava bazı yerlerde sise dönüşüp kafamızda soru işaretleri oluşturuyordu. Taze olsunlar diye yoldan alınması kararlaştırılan ekmekler için bir market önünde mola verildi. Elinde koca bir Kent kolisiyle marketten çıkan Anıl’ı gören herkesin yüzünde başta beliren o çocukça mutluluk kısa sürede yerini hayal kırıklığına bıraktı…
Kamp, daha önceki gezilerde mağaranın önüne dek ilerleyen ince araba yoluna kuruluyormuş. Buranın şartlarını beğenmeyen tecrübeli mağaracılarımız biraz dik ve yorucu bir çıkışla ulaşacağımız yeni kamp alanının keşfine çıkmışlardı. Pazar sabahı onların tecrübelerine müteşekkir ve hayran olacaktık… Eşyalarla birlikte kendimizi bol rüzgarlı kamp alanına attıktan sonra, en az rüzgar alan bölgeyi bulup malzeme çadırını ve sonra yemek çadırını kurmaya giriştik. Buradaki çoğul eke ben dahil değilim zira yeni olmak bunu gerektirir. Şaka bir yana, neyin nasıl yapılacağınıa, neyin nereye götürülmesi gerektiğine dair fikrim olmadan bir süre gözlem yaptım. Yapabileceğim tek şeyin -ki pek de severim- odun toplamak olduğunu fark edip işe koyuldum. Eren, Kerim ve Anıl ile topladığımız odunları müstakbel ateş yerimizin yanına yığdık. Eren’in bulduğu sırık, Erdi’nin uğraşlarıyla damımızın direği olacaktı.
Herkes çadırlarını kurduktan sonra ilk shift için kahvaltı tadında bir yemek hazırlandı ve Ronahi, Anıl Alyanak, Emel, Özlem ve Bora 13.45’te mağaraya uğurlandı. Önceki geceden uykusuz kalan Kerim çadırına çekilmiş, buğulu rüyaların arasında, yemek hazırlama zevkinden mahrum kalmıştı. İkinci shifti besleyebilmek için Nermin direktörlüğünde nefis bir kurufasülye hazırlamaya girişen Tutku ise bu uğurda ayakkabısının ucunu alevlere feda etmeye hazırdı. Koca yürekli aşçı…
Mağaradan çıkan her ekibe: “Mağarada çok su var mıydı?”, “Nereye kadar gidebildiniz?”, “Çok soğuk muydu?” soruları soruluyor, bir yandan ben duyduğum şeyleri kafamda biraraya getirip mağaranın nasıl bir yer olduğuna dair kafamda bir tablo çizmeye çalışıyordum (Tabi ki mağaranın dışarıdan daha sıcak oluşu beni en sevindiren haberdi.). Mağaraya girdiğimde, anlatılan hiçbir şeyi aslında kavrayamadığımı fark edecektim. Deneyimleyene kadar düşünülen, kurulan her şey askıda kalıyormuş meğer. Bora, ilk on metrede su (göğüs hizasını göstererek) şurama geliyordu, dediğinde bunu düşünüyor ve anlıyordum ama o suyun içindeyken bunu daha iyi anlayacaktım. Tulumlarının sırılsıklam oluşunu, Özlem’in suratındaki çamuru görüyordum ama mağaradan çıkmadan, o on metre içerideki suda çamurlarımızı temizlemeye çalışırken hayal dünyasından gerçeğe geçiş yapacaktım.
Sıra son -benim içinde bulunduğum- shifte gelene kadar salçalı peynirli soslu leziz makarnalar mı, barbunya yemeği mi yapmadık, sıcacık ve is kokulu çaylar mı içmedik… Zor şartlar altında, açık alanda yediğim her yemek bana müthiş lezzetli gelir. Gerçekten lezzetli midir yoksa şartlar damak zevkinizi mi kör etmiştir tartışılır ancak o an en kötü aşçı bile dünyanın en lezzetli yemeğini sunabilir size. Nitekim muazzam yemeklerle karnımı iyice doyurup, son shifte kalan ıslak tulumlardan xs olanı Erdinç’ten devralıp hazır ve nazır duruma geçtim. Shiftimle toplanıp öncesi-sonrası karşılaştırmasının ‘öncesi’ pozunu verdik. Islak tulumlarla halimizin ‘öncesi’ olduğunu iddia etmek zordu doğrusu ama şahidimiz Anıl’dır. Hava hafiften kararmaya başlamıştı bile, kafa lambalarımızı mağaraya girmeden yaktık.
Mağara önünde Eren minnoş pozlarını verip, Nermin küçük bir konuşma yaptıktan sonra daldık gerçekliğe. Gerçekten de birkaç metrelik kısa yürüyüşün ardından hemen karşılaştık suyla. Çizmemin içine giren o ilk su damlasını ve göğsümüze kadar suya girdiğimiz o kısımda önde ilerleyen Kerim’in mağara duvarlarından yansıyan acı iniltilerini hiç unutmamak üzere kalıcı hafızaya attım. İlerledikçe küçük iki şelaleye ulaştık ki ikincisi gerçekten daracık ve küçüktü. İçinden geçmek biraz vaktimizi aldı. Mağarada bizden önceki shiftlerin izlerini de görüyorduk. Başta bahsettikleri parlak (birikinti) taşı görünce küçük mağaracı tebessümleri görüldü yüzlerimizde. Varabildiğimiz en son noktada çok daha dik ve tehlikeli bir şelale vardı ki bu diğer ikisi gibi çember şeklinde değildi. Kerim şelalenin kaynağına doğru ilerleyip shiftin devam edip edemeyeceğini kontrol etti. Devam etmemenin daha uygun olacağına ve geri dönmeye karar verildi.
Dönüşte su ve yemek molası verdik. Bol çikolatalı ekmekleri yerken çikolatayı dudaklarının kenarına bulaştıran Kerim’in -dün gecenin etkisiyle olsa gerek- dudaklarını Eren’in koluna silerken duyduğu mutluluk dikkatlerden kaçmamıştı. Bizi ilerlerken zorlayan küçük şelale, dönüşte de bir miktar zorladı tabi ki. Ama dönüşün en güzel yanlarından biri, göğüs hizasındaki suya yine Kerim’le girmekti dostlar…Bir shift, bir uykuda olmayan yarasalar, bir de mağaranın taş duvarları bilir o anı. Önceki shiftler Kerim’den daha kalıcı olmak istemiş olacaklar ki çamurdan insan ve kalp yaparak mağaraya medeniyet işaretleri bırakmışlardı. Mağaranın girişine çok yakın ikinci kola girmek istedik henüz vaktimiz varken. Bataklıktan çok farklı davranmayan bu dar ve yorucu kısımda önceki shiftlerin ilerlemediği kadar ileriye gittik. Yorgunluğun da etkisiyle çamurdan kayarak geçtiğimiz yerde bayağı bir oyalanıldı. Bu zorluğu da atlattıktan sonra mağaranın çıkışına yöneldik. Üstümüzdeki çamurları girişteki sığ suda temizlemeye çalıştık. Suyun içine kendini sessizce salan yeşilli meşilli kurbağa sağ olsun, koşturarak çıktık mağaradan. Anıl’a ‘sonrası’ pozlarımızı verdikten sonra ıslak tulum ve içliklerden kurtulmaya kendi çadırlarımıza çekildik. Tabi çizmelerimi çıkarabilmem için bir kişiden fazlası gerekti (bu kısımda hayal gücünüzü kullanabilirsiniz). Kuru kıyafetler ve tok bir karın sizi mutlu etmeye yetebiliyor. Ateş başında sıcacık çayınızla köylü-vampir oyununa katılabiliyorsunuz ardından. Yorulduğunu hissedip erkenden çadırına çekilenlerdendim.
Mağaradan çıktığımızla başlamış olan yağmur, tüm gece çadırımızın tavanını dövdü. Sabah uyandığımızda da şanslı çadırlardan birinde olduğumu fark ettim zira Nerminlerin çadırı su almıştı. Yağış bizi olumsuz etkilemeye başlayınca pazar günü mağaraya girmeme, toplanıp gitme kararı aldık. Arayıp bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını soran şoför amcaya 14.00’da yola çıkacağımızı söyledik. Planladığımızdan daha erken hazırlanıp yola koyulduk. Dönüş yolu daha eğlenceliydi. Yine köylü-vampir oynandı, Nermin’in başarılı vampir rolünden gözü korkan gençler başka bir oyun için yalvarınca sırasıyla kontakt ve sevişmek oyunları oynandı. Okul sınırlarına yaklaştıkça çirkinleşmeye başlayan oyuncular zirveyi sevişmac3 ve sevişmac3 Pro ile yaptılar. Neyse ki otobüs durur durmaz oyunun büyüsü bozulmuştu.
Ekipler:
24 Şubat 2018:
- Bora, Emel, Ronahi, Özlem, Anıl Alyanak (13.45–16.10)
- Erdi, Türker, Atakan, Beliz, Erdinç (15.15-17.55)
- Bensu, Burak, Tutku, Anıl Ö., Efe (16.45-18.30)
- Nermin, Kerim, Arziye, Eren, İrem (18.30-21.25)
Arziye Pekdemir