Bitmeyen Darallar [2. Bölüm]

Kilise Düdeni, Antalya, 1-4 Şubat 2018

Geziye Katılanlar: Recep Can Altınbağ, Seyyidi Kerim Parlak, Furkan Türker, İrem Kapucuoğlu, Halil Habip Atıcı, Fadime Altınışık, Bülent Efe Temür, Beliz Aydın, Erdi Şencan, Anıl Alyanak, Tuğçe Nur İlbaş, Özlem Kaya, Cihanşah Akif Yıldıray, Emre Can Güzel, Emel Gökgöz, Bahadır İzgi Özoğlu, Bora Efe, Yaman Özakın, Gökhan Bayraktar

Geçen gezide darallarda yarım kalan ölçümü bitirmek için yeniden Kilise Düdenine gitmeye karar verdik. Odaya geldiğimde Emel ve Efe ile karşılaştım. Efe’nin -bir evebeynin çocuğunu tehlikelerden korumak için evirdiği- iç güdüleri kabardı ve “İppppp” diye hönkürdü, oysa ki iplere yaklaşmamıştım. Kapıdan gelen herkese aynı şeyi yapmaya devam etti. İnsanların Efe’nin hönkürmesini hiçe sayıp ders seçme telaşları sürüyordu. Beliz amacına ulaşmışken Emel boynu bükük kalmıştı. İrem ve Furkan’ın da gelmesiyle alışveriş için Şok’un yolunu tuttuk. Emel’in içinde bulunduğu alışveriş arabasıyla drift yapmaya çalışan Furkan, Beliz’in canına kast etmişti. Prensesimiz tepki göstermese de o sessizliği bütün atarını dışarı vurmaya yetmişti. Geri döndüğümüzde Kerim elmalı turta hayalleri eşliğinde ellerini unlamış hamur açıyordu.
Daha sonra Efe ve Recep fotokopi işleri için kulüp odasından 5 dakikalığına ayrıldı ve dönerken kokladıkları (nerdeyse tüm okulu saran) enfes elmalı turta kokusuna rağmen kapkara bir şeyle karşılaştı. Turta faslı hayal kırıklığı ile kapandıktan hemen sonra çantalamaya koyulduk. Ben mağaraya girecek haritaları bantlarken Bora’da ip muayenesi yapıyordu.

Yan odadan gelen seslerle beraber o tarafa geçtim. Kerim her zamanki gibi insanların videolarını zorla çekmeye çalışıyordu. Tulum çantalamaya daha iyi bir çözüm getirmeyi hedefleyen İrem bütün bir çantayı boşaltıp tekrar doldurduktan sonra zaten öyle doldurulması gerektiğini anladığında gereksiz yere harcanan iş gücünün faturası, proje yönetiminde ekibini iyi bir şekilde idare edemeyen Efe’ye kesildi. Çantalamanın bitmesiyle beraber insanlar mağaraya bir an önce gidebilmek için oyun oynayarak zamanın akışını hızlandırmaya çalıştı. Biz batak çeviriyorduk, yancılığı sevmiştim. Furkan, benim şansım sayesinde oyunu açık ara kazanıyordu. Emel de aksine öylesine şanssızdı ki yanına geçmem bile ona yardım edemedi ve bir kez daha boynu bükük kaldı.

Karınlarımız doyduktan sonra ise çantaları otobüse taşıyorduk ki bir de ne görelim. İki tane çanta kendi ayaklarıyla otobüse ilerliyordu(!). Klasik otobüs oyunlarımızdan hırsız polis ile yolculuğumuza başladık. Oyunlar sonrasında uyumaya koyulduk. Erdi’nin hadi hadisiyle uyanmış bulunup kamp alanına geldiğimizin farkına vardım. Bir grup malzeme çadırıyla ilgilenirken bir grup, Efe’nin -tüm kamp alanını tek bir çatı altında toplamak için getirdiği- devasa tenteyi germeye uğraşıyordu. Tuğçe ile beraber (kurulunca Kızılderili çadırına benzeyen) yemek çadırını kurmaya başladım. İç mimarlık konusunda profesyonel olmayı Evim Şahane izleyerek geliştiren Gökhan (yarışma programlarından edindiği muhalefetkar denetleyici vasfına münasip kişiliği de kullanarak) “Sıvı yağ hiç estetik durmuyor.”, “Yumurtalar daha ön planda olmalıydı.” şeklindeki eleştirileriyle bizi bezdiriyordu. Erdi’nin bize az yakıp hızlı kaçan tek tenteli bir çadır vermesiyle Kızılderili çadırımızdan ayrıldık. Bunların ardından herkes kendi çadırını kurdu ve ilk ekip döşeme için yola çıktı.

İlk ekibin mağaraya girmesiyle geleneksel hale gelmiş kutsal ip bekleme ayinleri de başlamış oldu. Geçen sene çalınan ipten sonra farz olmuştu. Erdi, hayatta kalma uzmanı olan Halil The Great Commander’ın tecrübelerinden yararlanarak kocaman bir kütüğün (çam ağacı kesildikten sonra toprak altından kurtulmuş bir kök) parçalanmasını emretti. Bu emir kamp alanına kulaktan kulağa iletilerek macera bulmak için hayatlarında sadece Maceracı izlemiş tüm insanları etkisi altına aldı. Kütük, önce bir komando tekniği olan ‘’Fire in the Middle’’ ile ikiye bölünmeye çalışıldı. Daha sonra ise herkes ellerini kütüğün üzerine koydu, 10’dan geriye doğru saymaya başladı. Erdi’nin güçlü inancı sayesinde kütük, istenilen yönde ilerleyerek isyankar tüm herkese inat ateşimizin başına geldi. İki taş ile yükseltilerek kenarları Recep ve Cihan tarafından getirilen çok da killi olmasa da hiç killi olmayan çamurla sıvandı. Bora’nın fırın fikrine olan inancının yeniden geri gelmesi ile beraber fırının son dokunuşları tamamlandı. Fırına verilmesi için pizza yapma fikri herkesi coşturdu. Tabi ki bu görevi Anıl üstlenmişti. İlk bir kaç denemede yanmış olsa da sonlara doğru tadı fena olmayan bir şey yemeyi başardık. Sonra ben ve Halil ip nöbetini almaya gittik. Halil komandoluğa has teknikleri sayesinde semaverimizi yaktı. Sonra Fadime’nin ipi cumarlayarak yukarı çıkışını izliyordum ki mağaranın ağzında bir el belirdi… Saniyeler sonra çıkanın Yaman olduğunu anladım. Yaman semaver çayımızı yudumlarken mağaranın oluşumlarını anlatıyordu ki bize doğru gelen iki insan gördük. Yaman onlara mağara hakkında bilgiler verdi. Bundan sonra nöbetteyken telsiz kullanılmaya başlandı ve herkes kendini çok gizli bir görev başında olan CIA ajanları gibi hissetmeye başladı. Telsizden gelen tek ses ise “…mam” oluyordu. Kullanmayı bir türlü anlamamıştık.

Kamp alanına döndüğümüzde Yaman yabancıların geldiğini çaktırmadan anlatmak için bir parola buldu: ‘’Kekikler uzadı.”. Hava kararmıştı. Ateş başında, Cihan’ın Hatay’dan getirdiği künefeyi hazırlayıp yedik. Recep klasik bir şekilde mısırları yine yaktı. Beliz ve Erdi’nin son anda müdahale etmesiyle mısırlar komadan çıktı. İlerleyen saatlerde sessizlikten sıkılan Yaman ‘’Yaaaa mağaraya gidelim yaaaaa!’’ diyerek Recep ve Kerim’i de yanına alıp “dırmanış ekibi” olarak yola koyuldular. Onların gidişinden sonra mağarayı kontrol etmek için nöbet yerine gönderilen Halil, Anıl’ı mağara çıkışında görüp kendisini bir an açlık oyunlarında sanarak “Işıklara git” diyerek Anıl’ı kaderin acımasız ellerine bırakmıştı fakat Anıl bir komando değildi!

İki ışık bize doğru geliyormuş gibiydi ama değildi! Bir ses geliyordu ama horozdu! Bütün bunların Anıl olduğunu anlamamız ölçüm ekibi olan Tuğçe ve Boranın Anıl olmadan gelmesiyle anlaşıldı. Hemen arama shiftleri oluşturup Anılı aramaya başladık.Yaşanan ufak bir tedirginlik ardından kimseye bir şey olmadan yatış moduna geçtik. Ben çadırıma doğru ilerlerken Emre de ertesi günün ekiplerini hazırlıyordu. Sabah görevimi bilip önce Erdi’yi uyandırmaya çalıştım. Sonrasında Emre’yi uyandırmak için çadırına yaklaştığımda Emre cevap veriyordu: ’’Ihıhı bir de beni uyandıracakmış ıhıhı’’. Meğer uyuyormuş o sırada kendisi. Bora, Emel ve Erdi’nin ilk ekip olarak ölçüme girmelerinin ardından nöbetler de başladı. Artık kamp alanından çok nöbette vakit geçirilmeye başlanmıştı. İkinci ekip olan harem-gebze hattı minibüsü Emre’nin şoförlüğünde yan yola çıktı. Muavinleri olmadığı için ön koltuğa oturmak zorunda kalan Furkan paraları bozarak “Arkadan girmeyen kaldı mı?” diye inenlere yardım ediyordu. O gece ateşin etrafında hepimiz Halil’in yün donu olduğunu öğrenmiştik. Mağaradan çıkan ölçüm ekibinin “10 metrelik bir iniş daha bulduk mağara devam ediyor.” demesiyle içimizdeki merak hala dinmemişti ama zamanımız kalmadığı için dönmek zorundaydık. Ertesi sabah hiç bir kampta olmadığı kadar hızlı bir şekilde kamp alanı toparlandı ve malzemeler çantalandı. Saat 10.30 sularında otobüse binerek gezinin sonuna varmaya başladık. Otobüste tabu oynarken Erdi tarafından ortaya atılan “Tüm kelimeler Halil’in Yün donu kullanılarak anlatılabilir” teorisi kanuna dönüştü. Okula vardık ve gezi bitti. Ancak gezinin katılanlar üzerinde bıraktığı uyuz devam edecekti. Kadastrooo!!!
Fotoğraflar için Yaman Özakın’a teşekkürler.

Ekipler:

  • Emel, Emre, Kerim, Bülent (Döşeme)
  • Yaman, Fadime, Bahadır, Erdi, Gökhan
  • Anıl, Tuğçe, Bora (Ölçüm)
  • Yaman, Kerim, Recep (Tırmanış)
  • Emel, Erdi, Bora (Ölçüm)
  • Emre, İrem, Beliz, Halil, Cihan
  • Yaman, Kerim, Recep (Tırmanış)
  • Emre, Gökhan (Ölçüm)
  • Anıl, Efe, Furkan (Toplama)

Özlem Kaya