Anonim Yarasa

Topmeydanı, Kastamonu, 15-18 Haziran 2017

Geziye Katılanlar: Ahmet Türkoğlu, Berker Uğur, Birgül Kalkan, Bora Efe, Elif Yavuz, Emel Gökgöz, Emre Can Güzel, Erdi Şencan, Gamze Baydemir, Kumsal Güvenli, Mehmet Özgün Demir, Melissa Elitok, Nermin Akın, Nurkan İlbahar, Recep Can Altınbağ, Selen Özkelebek, Tutku Nergiz, Türker Türkyılmaz, Uğur Özkan, Yaman Özakın

Editörün notu: Kalın yazılmış olan kısımlarda yazar, kendi iç sesiyle konuşmakta olup, kendisini sorgulamaktadır. Okunmaları tavsiye edilmez.

Geleceği bilebilseydik eğer geçmişi hatırlayabilir miydik? Peki bu seçimi biz yapabilseydik neyi seçerdik? Kastamonu gezisi yapacağımız belli gibi ama kesin değildi. Uzun bir süredir Bütümak olaraktan ortak gezi yapma fikri ortalarda dolaşıyordu. Excel tablosunu oluştururken amaç kişi sayısını belirlemekti. Ancak tabloyu hazırlarken sürekli eklemeler yapmaktan kendimizi alamıyorduk. Bu arada excel taplosundaki formülü kim sildi ya? Anonim yarasa kimdi? Gece yalak başında buluşmak için kimler sözleşti? Kimler şiirlerini kimlere yazdı? Arapça bir kelime olan aruzun sözlük anlamının “çadırın ortasına dikilen direk” olduğunu kim nasıl keşfetti? Neden taploda kimse konuşmuyor ve kaçıyordu?

Anonim olanlar kafa karışıklığı yarata dursun salı ve çarşamba günleri yapılan SRT festivalleri ile geziye hazırlandık. Çarşamba günü Boğaziçi Üniversitesi’nden Kadıköy’e Bora ile beraber bisikletle toplu taşıma aracı kullananlardan daha önce gitmemiz ise bisikletin alternatif bir ulaşım aracı olması konusunu yeniden gündeme getirdi. Günlerden perşembe olanında ise malzeme çantalama ve yemek alışverişi yapmayı planladık. Perşembe sabah 12:30 gibi kulüpte toplanmaya başlayacakken saat 11 gibi gelmem gereksiz bir beklemeye yol açtı. Neyse ki bu tarz durumlara alışkındım ve kulüp odasının önündeki bankta bir saat boyunca baya bir eğlendim. Bankın üzerindeki her bir çiziğin bir nedeni vardı ve bu nedenleri tahmin etmece oyununu yine bitiremedim. Gerçekten zor bir oyun ve bitirmek için çok ciddi bir uğraş gerekiyor. Ama bir yandan da bir oyunun kolayca bitmesini istemediğim için bu zorluk beni kendine çekmeyi başarıyordu. Belki de bitmesi gerekmezdi.

Kulüp odasında yavaş yavaş toplaşmaya başladık ve ilk başta yemek alışverişi yapmaya çıktık. Daha sonra malzemeleri çantalayıp hazırladık. Akşam otobüs gelince malzemeleri otobüse tıkayıp yolculuğa başladık. Boğaziçine uğrayıp oradan gelenleri de alarak yola çıktık. Köprüyü geçmeden hemen önce sedyeyi almayı unuttuğumuzu fark edip çok geç olmadan geri döndük. Okula dönüp sedyeyi aldık ve yeniden yola çıktık. Otobüste iki kez vampir köylü oynandı. Sabaha doğru kamp alanına vardık. Hava gayet güzeldi. İlk şift olarak Bora, Uğur ve ben hazırlanmaya başladık. M2 mağara tulumunu giydikten sonra aslında L yerine M’lerin daha çok bana uyduğunu fark ettim. Kol saatimi taktıktan sonra saati kontrol ettiğimde çalışmıyordu ve tulumun kol tarafı da çok rahatsız ediyordu. Ama bozuk saat bile günde iki kez doğru gösterirmiş diye düşünerek ilk başta çıkartmadım. Daha sonra benim saate baktığımda doğru zaman yerine yanlış bir zaman göstermesi ihtimalinin (eğer saati kontrol etmenin 2 saniye sürdüğünü ve hata payının 1 dakikadan daha fazla olmaması gerektiğini kabul edersek ) çok yüksek olması sıkıntı çıkartabilir diye düşünerek saati çıkartıp ortası is olmuş mavi tentenin üzerine bıraktım. Mağaraya girmeden önce sosisimsili yumurtayı yemek için tabak ve kaşık arayışına girdim. Gezilere bir kere tabak ve kaşık getirmiştim lakin Mis beyaz peynir kaplarının tabak olmak için tasarlandığını fark ettikten sonra tabak getirmemeye başladım. Şimdi ise boş bir kap arıyordum. Kaşık aramak için zaman kaybetmedim çünkü Kerim’in yurdunu boşaltması ile birlikte kulübe bıraktığı plastik kaşıklardan 4 adet yanıma almıştım. Boş bir kap bulduktan sonra ise sevinçle yemek tenceresinin yanına gittim. Bir saniye yanlış hatırladım. Boş bir kap bulma arayışına girmeden önce aklıma ekmeği tabak olarak kullanabileceğim gelmişti. Bu yüzden yarım bir ekmek alıp içini biraz boşalttım. Daha sonra ekmeği tabak olarak kullandım ve arta kalan ekmeğe tahin pekmez sürdüm. Böylece karnımı doyurmuş oldum.

Çantalara malzemeleri doldurup mağaranın yolunu tuttuk. Mağara kampın dibinde olduğu için çok kısa bir sürede mağaraya vardık. Takıl-geç hattını kurmak, olası pandül ihtimalleri yüzünden biraz korkutucu olsa da deneyim kazanmak açısından baya iyi oldu. Hattın yarısında Uğur’un: “somunları ağzına at” demesi ilk başta çok şaşırtmış olsa da somunların metalik tadı gerçekten mükemmeldi. Ufak bir gölü geçtikten sonra tırolyen kurulacak yere geldik. Uğur hattı kurmaya başladı daha sonra karşıya geçmek için 5 metrelik inişi bot ile beraber inip gölden karşıya geçti. Ardından ben de bota ip ile inip Uğur’un yanına gittim. Hattı gerdikten sonra Bora da yanımıza geldi ve devam ettik. Bir iniş daha kurup botu arkamızda bıraktık. Botu arkada bırakmamız buradan sonra ilerlememizi biraz zora soktu ve oralarda bir yerde Emre, Melisa, Kumsal ve Özgün’den oluşan 2. şift bize yetişti. Daha sonra Bora ile Kumsal botu almak için geri gitti ve çıkış saatimiz yaklaştığı için bot gelince geri dönüşe başladık. Uygun bir göl manzarası eşliğinde Kerim’in yurdunu boşaltması ile birlikte kulübe bıraktığı migros ton balığını peynir ve salçalı ekmekle harmanlayıp yedik. Daha sonra ise sütlü çikolata ve çikolatalı ekmekle tatlanıp çıkışa devam ettik.

Mağaradan çıktığımızda kampa varmış olduk. Biraz atıştırıp etrafı süzdüm. Buralar biraz bulanık olduğu için tam olarak ne yediğimi hatırlamıyorum ama makarna yemiş olabilirim. Bir sonraki şift hazırlanırken mağaraya tekrardan girme isteğim geldi ve üstümü değiştirmedim. Uğur, Gamze, Emel ve Berker ile birlikte yeniden mağaranın yoluna koyuldum. Daha önceden yığılmış ya da rüzgar ve fırtına yüzünden kopmuş olduğu düşünülen odunlar arasından ilerledik. O sırada ilk yardım çantasını da yanımıza almak için geri döndüm ve ilk yardım çantasını da yemeklerin bulunduğu çantanın üst tarafına bir dry bag içine koyarak yerleştirdim. Bu işlem bittikten sonra hemen aynı yolu kullanarak mağaraya girdim. Girişteki takıl-geç hattında şifte ulaştım. Emel ile beraber önden ses kontağını yitirmeden ilerlemeye başladık. Dedikodunun, fesadın, kargaşanın çok olduğu yer olan cadı kazanlarına bodoslama atlamanın gereksiz olduğunu Aksu’da yine Emel ile beraber önden giderken deneyimlemiştik. Ben derin değildir herhalde diyerek inişi yaptım ve dize kadar suya girmiş bulundum lakin Emel baca yaparak suya hiç değmeden inmeyi başardı. Daha sonra ise bot ile geçilmesi gereken yere geldik. Bot karşı tarafta duruyordu, biraz suya girip uzanmaya çalıştım ama suyun derinleştiğini görünce geri çekildim. Biraz zaman sonra ise Emre’nin sesini duyduk.

Bota binip yanımıza geldi daha sonra da biz karşıya geçtik. Biraz daha ilerleyince Özgün ve Melissa ile karşılaştık. Çıkış yapmalarını bekleyip devam ettik. Yemek odasında çikolatalı ekmek ve salçalı ekmek yedik. Arkamızda ise mağaranın tüm yükünü omuzlarında taşıyan vefakar bir odun parçası vardı. Mağaranın tavanının çökmesini engelleyen çok ilginç bir oluşumdu. Bu sırada mutlak karanlık yapalım diye herkes kafa lambalarını kapalı konuma getirdi. Aklımıza kafa lambalarını açtığımızda herkesin oturduğu yer değişse ne hissederiz diye bir soru takıldı ve biraz ürkütücü bir hava sardı etrafı. Işıklar bir anda sönüp az bir zaman geçince açılıyordu. Uzun bir mutlak karanlık sağlamak imkansızlaşmıştı. Ya ışıkları açınca karşımıza bir fil çıksaydı? Ya da derinlerden gelen ilginç sesler duysaydık ne yapardık? Uğur’un aklına bu sırada hareket ya da ses sensörüyle açılıp farklı sesler çıkartacak bir teyp yapıp mağaraya koyma fikri geldi. Daha sonra ise sol taraftan devam ederek biraz yükseldik ve -46 metre derinlikte biten kola vardık. Burada sanki mezar gibi açılmış çok ilginç bir yapı vardı. Buraya varmadan biraz geride ise pozitif döşeme yapılarak çıkılan bir yer bulunuyordu. Oluşumlara zarar gelmemesi için bu kısımda ayakkabı kullanmadan çıkış yapılması uyarısı vardı. Göz atıp dönüşe devam ettik.

Bu sefer ise önden Gamze ile beraber ses kontağını kaybetmeden ilerlemeye başladık. Hızlı bir çıkış yaparak takıl-geç hattının başına kadar geldik. Diğerlerinin de yanımıza gelmesini bekleyip kampa döndük. Uğur’un içerdeyken hayalini kurduğu bulgur ve barbunyanın kampta pişirilmiş olması tesadüf müydü yoksa Uğur’un böyle paranormal güçleri mi vardı tam çözememiş olsak da yemeğin tadını çıkarttık. Yarın sabah erken kalkmak istediğim için kampta çok oturamadan çadırıma çekildim. Sene başından beri ilk defa çadırımda tek başıma kalıyordum. Çadırın tek bir kişi için baya bir geniş olduğunu ve tüm eşyalarımı içerde tutabileceğimi fark etmiş oldum. Ne varsa içeriye aldım. Matı ortaya serdiğim ve sağ tarafa doğru tatlı bir eğim olduğu için sabah kalktığımda mattan baya bir uzaktaydım.

Sabah 8:30 civarıydı galiba kalktığımda. Gözlüğümü taktım, saçımı topladım daha sonra ise ayakkabılarımı giyerek çadırın fermuarını açıp dışarıya baktım. Kamp alanında kimsecikler yoktu. Çadırdan çıkıp kamp ateşini incelemeye gittim. Dün geceden kalan bir kaç köz vardı ve çakmak olmadan ateş yakabilir miyim diye merak ettim. Ufak bir kaç odun ve yaprak alarak biraz da üfleme gücüyle ateşi yakıp besledim. Bu sırada Yaman’ın da uyanıp geldiğini gördüm. Mağara tulumu giyiyor ve hazırlanıyordu. Mağaraya gireceğini söyleyince ben de kalkıp hazırlanmaya başladım. Dünden hazır olan setlerden bir tanesini kuşandım. Yaman ile beraber mağaranın yolunu tuttuk. Yaman önden ilerliyor ben de ona yetişmeye çalışıyordum. İkinci gölde sağ taraftan gidilip biraz eğimli olan ama çok güzel basamak ve tutamaçları olan yerden inilirse hiç suya değmeden gölden geçildiğini öğrenmiş oldum. Daha sonra ise Yaman takıl-geç olan bir yerde sol taraftan hiç suya girmeden ve ipe gerek olmadan geçildiğini gösterdi. Biraz daha inince döşemenin bittiği yer olan yemek salonuna gelip geri dönüşe geçtik. Bu sefer ön taraftan ben gidiyordum ama bir iki çıkış sonra Yaman beni geçti. Bot ile karşıya geçtikten sonra sudan çıkartıp hareket edemeyeceği bir noktaya bırakıp devam ettik. Mağaradan çıktığımızda kamptakiler kalkmıştı ve yemek yapılıyordu.

Ekmek arası bir şeyler atıştırıp hazır olan yemekten yedikten sonra Yaman, Nermin, Ahmet ve Türker ile beraber yine mağaranın yolunu tuttum. Bu sefer de Nermin ile beraber ses kontağını kaybetmeden önden ilerliyorduk. Yazıda daha önce bahsettiğim cadı kazanının oraya vardık ve önden Nermin gidiyordu. Baca yapmayıp dize kadar suya girince suyun soğukluğundan bir süre boyunca miyotonik keçiler gibi kitlendi. Kendine gelince ilerlemeye devam ettik. Yemek salonuna inip diğerlerinin gelmesini bekledik. Bu sırada Nermin, aklına takılan ama melodisini ve sözlerini tam olarak bilmediği bir şarkıyı söylemeye çalışıyordu. Yerde duran çürümüş bir odunun buraya nasıl ve nereden gelebileceği konusunda çok speleolojik bir çıkarım yaparak mağaranın dışarı açılmayan kolundan geldiğini öne sürdüm. Daha sonra Nermin büyük ihtimalle sel yüzünden mağaranın girişinden gelmiştir diyerek beni çürüttü ve çabucak ikna oldum. Daha sonra yine yerde duran insan eliyle yapılmış oluşum dikkatimizi çekti ve gelenleri üzerine oturmamaları için uyardık. Soldan ilerleyip mezar denen yere vardık. Burayı baca yaparak inip daha sonra baca yaparak yeniden çıkmıştık. Arkamıza baktığımızda ise Yaman tek bir adımda geçti ve yanımıza geldi. Bu kolun bittiğini gördükten sonra geri dönüşe başladık. Fazla zamanımız olmadığı için diğer kollara bakamadık. Yemek odası denen yerde Özgün ile karşılaştık. Kurtarma çalıştayı için katılımcıların geldiğini ve kurtarma döşemesinin başlayacağını söyledi.

Kampa 10 dakika yürüme mesafesinde olan Kapaklı Kuylucu’nda kurtarma komisyonunun çalıştayı yapılacaktı ve bizden Emre, Uğur, Nermin, Birgül, Nurkan ve Yaman katılacaktı. Yaman ve Nermin önden hızlıca çıkmaya başladı, biz de biraz bekleyip mağarayı toplamaya başladık. Dışarı çıktığımızda kurtarma çalıştayı için hazırlık yapıyorlardı. İki günde 4 kere mağaraya girmiş olmama rağmen yetmiyordu, içimdeki boşluklar dolmuyordu. Nermin’in hazırlan gidiyoruz demesiyle heyecanlanarak ve tekrardan mağaraya girme umuduyla hızlıca bir şeyler atıştırdım. Ekipten yeterince kişi gelmediği için bir kısmımız içerde sedyenin hazırlanmasına veya dışarıya çıkan sedyenin taşınmasına yardım edecektik ya da sedyeye yatacaktık. Kamptan ayrılıp Kapaklı’ya gitmeye başladık. Kapaklı’nın girişindeki sineklerin çokluğu herkesi aşırı derecede rahatsız ediyordu. Hatta sinekler mağaranın girişinde durdukları için kendilerini öyle bir evrimleştirmişlerdi ki iğnelerini mağara tulumundan bile geçirebiliyorlardı. Mağarada ise kurtarma döşemesi yapılıyordu bu yüzden uzun bir süre bekledik. Bu esnada aramızdan Birgül beklerken çok fazla hareket etmediği için kayaya dönüşmeye başladı. Önce etrafını yosunlar sardı daha sonra ise dallar onu esir aldı. Arkadaşımızın gözlerimizin önünde kayaya dönüşmesi bizi korkutmuştu ve herkese bir hareketlenme geldi.

Bekledik ve bekledik, saat baya geç olmuştu. Döşemenin gece bitirilmesine ve kurtarma çalışmasına ise sabah erken kalkılıp devam edilmesine karar verildi. Döşeme ekibini mağarada bırakarak geri kalanlar olarak kampa döndük. Kamptakiler bizi erken beklemiyorlardı ve yemek yoğudu. Hemen yemek yapmaya giriştiler, Özgün kaynatmak için tencereye su dökeyim derken ateşe döktü. Kampta büyük bir heyecan ve gerilim vardı. Şok’tan gezi alışverişi yaparken mantının da neredeyse makarna kadar ucuz olduğunu fark edince mantı da alalım demiştik. Elif mantı konusunda kendini çok fazla kaptırdığı için sağa sola koşup sürekli bir şeyler arıyor ve çok heyecanlanıyordu. Yemek hazır olunca ise bir kısmını mağarada kurtarma döşemesi yapanlar için ayırmaya ve onların yanına götürmeye karar verdik. Mantıyı taşımak için ise 5 litrelik su şişesinin kapağına doğru eğimli olan kısmından yamuk şeklinde bir kesik açıp taşıma kabı yaptık ve onlara götürdük.

Kumsal’ın salça konservesinde mantıyı süt ile beraber ısıtıp sosundan biraz arındırmaya çalışması ilginç bir tarif oldu. Mağaradakiler kampa dönünce ise biraz oturup yatmaya gittim. Sabah kalktığımda Emre mağara tulumuyla (tulumu çıkarmamış olsa gerek) kamp alanının ortasında dolaşıyordu. Ben de yanına gittim ve ateş yaktık. Kamptakiler de yavaş yavaş kalkıyordu, kalkmayanları da kaldırmaya çalışıyorduk. Bir şeyler yedikten sonra ekip ekip mağaraya gidilmeye başlandı. Ortam sessizleşince kuşların ötüşü daha net duyuluyordu. Nurkan ve Uğur kuşların ötüşleri hakkında yorum yapmaya başladılar. Daha önce kuşların ötüşüne hiç bu kadar dikkat etmemiştim. Altılı yedili şaklayıp, nağmeler ile süslüyorlardı adeta. Bu sesler insana gerçekten huzur veriyordu diyerek çok klişe bir cümle kurmayacağım tabi ki de. Kuşların ötüşü bir yana dursun, zaman yaklaşınca Kumsal ve Nurkan ile beraber mağaranın yoluna koyulduk. Kumsal önde Nurkan arkada ben ise ortada ilerliyorduk. Daha sonra mağaranın girişine vardık ve dışarda sedye taşıyacak ekip olarak beklemeye başladık.

Boray’ın sedyenin içindeyken attığı bakışlar fotoğraflanarak ölümsüzleştirilmiş ve gezinin unutulmazları arasına girmişti. Umursamaz bir şekilde etrafa bakıyor ve hepimizden tiksiniyordu sanki.

Çalıştay bittikten sonra kampa döndüğümüzde insanlar toplanmaya başlamıştı. O esnada Emel ile beraber baya bir yemek yedik (Emel çeyrek karpuz yedi!). Kamptayken en çok yemek yediğim an olabilir. Daha sonra ise çantaları toparlayıp otobüse taşımaya başladık. Emre’nin şato şeklindeki çadırını toplamak tüm kampı toparlamak kadar uzun sürmüştü.

Otobüsün yanında beklerken çömelip düşünmemeye başladım. Bunu fark eden Erdi nasıl yaptığımı öğrenmek için yanıma geldi ve beraberce düşünmemeye başladık. Düşünmek nedir? Tanım yapmadan bir şeyleri yapmamaya çalışmak anlamsız. Düşünmek düşmekten mi düşlemekten mi gelir? Yoksa hayal kurmak ve düşünmek aynı şeyler midir? Acaba kötü bir hayal kurulabilir mi yoksa hayal kurmak her zaman iyi mi olmak zorundadır? Eğer düşünmemeye başlarsanız yok mu olursunuz? Düşünüyorsak varız yargısının tersi de doğru mudur? Biraz kafa dağıttıktan sonra yolculuğa hazır bir hale gelmiştik. Safranbolu’da mola verip bir şeyler yedik. Daha sonra otobüsün içinde neler olduğunu hatırlamıyorum çünkü uyumuşum. Uyurken çevrende neler olduğunu algılayamamak büyük bir eksiklik değil mi? Uyumanın baya bir zaman kaybı ve kısıtlayıcı bir faktör olması üzücü. Maslak kampüse döndüğümüzde malzemeleri kulüp odasına taşıdık ve saat sabah 5 olduğu için pek bir yere gitmek mümkün olmadı. Kapıya göre sol köşede kalan pencerenin önündeki dolabın üzerinde uyuyakalmışım. Gezinin gerçekten yaşanmış olması ya da kendimi böyle bir gezi yapıldığına kandırmam arasında kalmamak için neler yapabilirim bilmiyorum.

Not: Fotoğraflar için Yaman Özakın ve Emre Can Güzel’e teşekkür ederiz.

Ekipler:

16 Haziran Cuma:

  • Döşeme [Topmeydanı]: Uğur, Bora, Recep (11.20 – 16.20)
  • Döşeme [Kapaklı]: Birgül, Nurkan (12.15 – 20.12)
  • Döşeme [Topmeydanı]: Emre, Özgün, Kumsal, Melissa (14.50 – 20.00)
  • [Topmeydanı]: Uğur, Gamze, Recep, Emel, Berker (17.20 – 21.06)
  • [Topmeydanı]: Emre, Erdi, Elif, Tutku, Selen (21.30 – 01.15)

17 Haziran Cumartesi:

  • [Topmeydanı]: Yaman, Recep (9.15 – 10.25)
  • Toplama [Topmeydanı]: Yaman, Nermin, Recep, Ahmet, Türker(12.00), Özgün(12.55) – [Yaman, Nermin(14.26)], [Ahmet, Türker (16.45)], [Özgün, Recep(17.40)]
  • [Mantar]: Erdi, Tutku, Elif, Selen, Emel, Berker ([13.00 – 15.40])

18 Haziran Pazar:

  • Toplama [Topmeydanı]: Özgün (11.40 – 12.00)

Recep Can Altınbağ