Mayıslar, Eskişehir, 30 Kasım – 2 Aralık 2019
Geziye Katılanlar: Akif Erdem Sağtekin, Aleyna Cingöz, Anıl Alyanak, Anıl Özrenk, Atakan Gülbahar, Beliz Aydın, Belkıs Ovalı, Bülent Efe Temür, Erdal Yalçın, Eren Kenan, Eylül Horoz, Gamze Baydemir, Hasan Kahraman, İrem Güzel, Kardelen Gülbenay Nurdoğan, Muhammed Enes Avukat, Sinem Başak Kapucu, Türker Türkyılmaz, Uğur Özkan.
60 ve 40 kişilik gezilerin ardından bu gezide çok azmış gibi hissettik başlarda. Malzemelerin toplanması, otobüse yerleşmemiz kısa sürdü. 19 kişilik otobüs ile gidecekken bu otobüsün bozulması nedeniyle firma bize 27 kişilik otobüs gönderdi. “Lan acaba 27 kişilik parası mı isteyecekler?” diye korkmadık değil bir an. Erdal abinin aracına da 5 kişinin binmesi sayesinde otobüste çok rahat ettik. Çiftlerin yan yana oturması bekarlık sultanlıktır deyimini doğrulattı ve geri kalanlara ikişer koltuk düştü. İrem ve Belkıs’ın ayrı oturmayı tercih etmemelerine saygımız sonsuz, love is love. Atakan, ben, Enes, Gamze, Eylül sıkılıp hikaye oluşturma oyunu oynamaya başladık. Ortamda Anıl olmasa da Fransızlarımız eksik olmadı. Her hikaye oyunu gibi bu da sonlara doğru sıkıcılaştı ve doğru bir hamleyle hikayeyi bitirme kararı aldık. Otobüste Enes ve Atakan ile girişimcilik muhabbetleri ardından hayatın anlamını sorgulamaya başladık. Muhabbet biraz daha uzasa aşk acılarına kadar yolu vardı, neyse ki mola haberi geldi ve hemen özümüze döndük.
Uyumaya çalışırken arada otobüsün zorlandığını hissettim, iki kez neredeyse durma eşiğine gelmişti. Bir süre sonra yolun bizi zıplatmasına dayanamayıp uyumaya çalışmayı bıraktım. “Ne zaman yolda kalacağız acaba lan?” diye düşünmeye başlamıştım bile, hiç iç açıcı gitmiyordu otobüs. Derken “vışşşşççt” sesi eşiğinde çamura saplandık. Gece üç. Etraftan bulduğumuz çalı çırpıyı çamura saplanan tekerleğin yanına koyduk, şoför abiyi yerine yolladık ve kendi yerlerimizi aldık: Herkes otobüsün arkasına geçti. Dağı “arğğğğ, vooooğğhhh, annsvmmmm” nidalarıyla inleterek otobüsü ittirdik. Tekerlek çamurdan kurtuldu, ümitler yeşerdi bir an, derken üç metre sonra yeniden saplandı otobüs çamura.
Atakanla ben sonuna kadar ittirmiştik, grup biraz geride kalmıştı. Gruba gidelim bari diyerek arabayı yalnız bıraktık. Bizimkileri eşyaları toplarken ve Erdal abi ile gidenlere (kamp alanına çoktan varmışlardı onlar) haber verirken bulduk. Herkesin eline bir şeyler verildi. Yola çıktık. Otobüsün olduğu yere geldiğimizde bir baktık ki şoför bey otobüsü çoktan terse döndürmüş, gitmeye hazır şekilde bekliyor. Az önce çamurda zar zor hareket eden otobüsün gitmeye bu kadar hızlı hazırlanması hepimizin sevgi sözcükleri sarf etmesine, kafasında komplo teorileri oluşturmasına sebep oldu. “Ulan acaba şoför bilerek mi sapladı çamura?” diye düşünmeden edemedik.
Otobüse ayrı, 15-20 santimi bulan çamura ayrı, elimizdeki yüklere ayrı şekilde söverek yürümeye devam ettik. Tüm yol boyunca tek tesellim yıldızların denizcileri kıskandıracak kadar güzel görüntüleriydi. Yukarıdan gelecek olan tayfanın geç kalmasına da ayrı sövdük, sonradan öğrendiğimize göre galiba aradığımız sırada uyuyorlarmış, kendilerine gelmeleri uzun sürmüş. Gelip elimizdeki yüklerin bir kısmını aldıklarında –özellikle ben galiba- aşırı rahatladık. 60 kilo adamım zaten, dörtte birim kadar yük taşımak bütün irademi ve geziye olan isteğimi kırmıştı bile. Tek isteğim gider gitmez uyku tulumunun içine girip bir güzel uyumaktı. O acele ile çadırı salak saçma bir yere kurmuşuz, sabah kalktığımızda çadır 15-20 derece falan yamuk duruyordu.
Kahvaltı şiftindeydim ama kahvaltı şifti biraz kalabalık seçilmiş olacak ki (kim seçti hatırlamıyorum) kalktığımda yapacak hiçbir iş bulamadım, sadece yemek yedim. Şiftimin 5’te olmasından dolayı boş yapacak epey bir vaktim oldu. Kardelen gece o telaşe ile çantasını (içinde cüzdanını vs her şeyi barındıran) bir yerde düşürmüş, sabah Hasan ile çantayı aramaya çıktılar, Allah’tan hemen buldular.
Gece bize çile gibi gelen o yola manzarayı izlemek için çıktığımızda aslında yürüdüğümüz yerin o kadar da fazla olmadığına kanaat getirdik. Ağaçların yeşili, şehirdeki ağaçlar ile aynı tonda değildi. Koyu mat yapraklar yerini açık canlı yapraklara bırakmış, dağın arasından sisi delerek çıkan ağaçlar bize muhteşem bir manzara sunmuştu. O an “Galiba değdi.” dedim içimden. Bazen ateş etrafında üç kişi bile kaldık, sakin bir geziydi genel olarak. Yağmurun geleceğini anlayınca tenteyi kurmaya başladık. Gerek ağaçların tırmanmaya çok uygun olmaması, gerekse ağaçların konumlarının iyi olmaması hasebiyle biraz yorulduk. Alyanak, Özrenk, Hasan ve benim reçinelerle kaplı mücadelemiz sonunda tenteyi kurmayı becerdik. Reçineye bulanan kol kıllarımın bir kısmını yakmak zorunda kaldım. Bu manzarayı izlemek zorunda kalanlara sevgilerimle.
Çeşitli sebeplerden dolayı şiftimiz 6.30’a kadar uzadı. Epey sabırsızlandık. Aksilik o ki, tam mağaraya doğru yola çıktığımızda yağmur iyice bastırmaya başladı. Türker’in “Boş verin işaretleri, buluruz biz.” demesinden beş dakika sonra kaybolduğumuza ikna olduk. Uğur’un “Oradan gelmeyin, mağaraya düşersiniz.” İhtarıyla tırstık ve dolanarak, zor da olsa mağara girişini bulduk. Mağaracılığın büyük kısmının beklemekten ibaret olduğunu bu mağarada öğrendim sanırım. Mağaraya varmadan önceki bütün zorluklara ve yitirilen güce rağmen ipe girdiğiniz zaman bütün bunları unutuyorsunuz. Genel olarak keyifli ve kuru bir mağaraydı.
Eylül ve ben sucuk alırken biraz abartmış olacağız ki gece ateşinde sucuklar bitmedi. Elimizde sucuklarla Anıl’ın şizofren arkadaşının hikayesini dinlerken bir yandan üzerimize gelen ateşin isini seviyorduk. Yabancı biriyle iletişime geçtiğimizi zannettiğimiz gizemli olay da herkes ateş başına gelip tanıklar durumu açıkladığında açıklığa kavuşmuştu. Köylü birisi herhalde diye düşündüğümüz adamın Hasan çıkması bizi nedense epey üzdü.
Sabah kalkıp yola koyulduğumuzda severek(!) çıktığımız o yolun aslında ne kadar güzel olduğunu gördük. Zırt pırt durup fotoğraf çekindik. Dağdan indiğimizde bizi epey büyük bir gökkuşağı karşıladı. Gezi fotoğrafını gökkuşağı önünde çekerek yolumuza devam ettik. Mayıslar dönüşü personellerin cezaevinde kalan suçluların olduğu bir yerde yemek yedik. Personellere para ödemedikleri için çok ucuz olduğu söylenen yerde –ki evet ucuzdu- 45 liranın altına inebilen çok az kişi oldu. Lokantadan çıkarken Kardelen’in 3, Enes’in 5, Efe’nin 10 porsiyon yemek yediği söylentileri dolaşıyordu. Sağ salim İTÜ’ye vardığımızda her gezi sonu hissettiklerimizi tekrar hissetmenin keyfi içindeydik.
Ekipler:
1 Aralık 2019
- Döşeme: Türker Türkyılmaz, Anıl Özrenk, Beliz Aydın (7.30 – 14.35) Kurtarma Saati: 15.00
- Araştırma: Uğur Özkan, Bülent Efe Temür, Eren Kenan, Gamze Baydemir (12.00 – 19.00) Kurtarma Saati: 21.00
- Anıl Alyanak, Sinem Başak Kapucu, Belkıs Ovalı, Atakan Gülbahar (11.00 – 15.40) Kurtarma Saati: 18.00
- Gamze Baydemir, Erdal Yalçın, Muhammed Enes Avukat, Kardelen Gülbenay Nurdoğan, Eylül Horoz (14.00 – 18.15) Kurtarma Saati: 21.00
- Bülent Efe Temür, Eren Kenan, Hasan Kahraman, İrem Güzel, Akif Erdem Sağtekin (18.30 – 22.00) Kurtarma Saati: 01.00
- Toplama: Türker Türkyılmaz, M. Enes Avukat, Aleyna Cingöz (18.30 – 22.30) Kurtarma Saati: 01.00
Yazan: Akif Erdem Sağtekin
Düzenleyen: Beliz Aydın